Bütün hamdler, sarık ve sakalı erkeklere ziynet yapan Allah-ü Teâlâ‘ya mahsustur. Salât ve selâm, kendisine indirilen Kur’ân’ı layıkıyla açıklayan ve âlemlere bahşedilen bu ziyneti (Kur’ân’ı), sünneti ile tamamlayan Kâinatın Efendisi‘ne, onun şerîatını dünyanın dört bir yanına ulaştırarak küfür ve şirk alâmetlerini ortadan kaldıran âl-ü ashâbına ve bugüne kadar onlara uyarak ilâhî tevfîke mazhar olan bütün müminlerin üzerine olsun.
Sakal, Rasûl-i Ekrem Efendimiz‘in (S.a.v.) ehemmiyetli sünnetlerinden biridir. Sakal anlamına gelen «لحيت/lıhye» kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir defa geçmektedir. Hz. Musa (A.s.) ile kardeşi Hz. Harun (A.s.) arasında cereyan eden bir konuşma aktarılırken Hz. Harun‘un sakalından bahsedilmektedir. (Tâhâ, 20/94)
Cenâb-ı Hak (C.c.) her varlığı kendisine mahsus bir tabiatta halk etmiştir. İnsanların bedenlerinde birtakım tüyler yaratmış, fıtratın mucebince bu tüylerin bir kısmının giderilmesi, bir kısmının ise giderilmemesi gerektiğini bizlere Hazreti Peygamber (S.a.v.) aracılığıyla bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz (S.a.v.), Âişe (R. Anhâ) validemizin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“On şey fıtrattandır; bıyığı kesmek, sakal bırakmak, misvak kullanmak, burna su vermek, tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını yolmak, avret mahallini tıraş etmek ve suyla istincâ yapmak.” [1]
Şârih Hattâbî (Rh.a.) «Me‘âlimü’s-Sünen»inde bu hadîs-i şerîfte geçen hasletlerin, ulemânın ekserine göre kendilerine uymakla emrolunduğumuz Peygamberlerin (Salavâtullâhi ve Selâmuhû alâ Nebiyyinâ ve aleyhim Ecmâ‘în) sünnetlerinden olduğunu söylemiştir. [2] İbn Hacer el-Askalânî (Rh.a.) ve diğer şârihler de ona muvafakat etmiştir.
Bir İslâm şiarı olan sakal, Hazreti Peygamber‘in (S.a.v.) ve diğer Peygamberlerin (Aleyhimüsselâm) sünnetidir. Şurası bir gerçektir ki sakal sünnetinin ihyâsı, başka birçok sünnetin ihyâsına vesîle olduğu gibi gönüllerde İslâm düşmanlarına karşı muhalefet ruhunun tohumlarını yeşertmek ve şerîatın onlara karşı beslememizi emrettiği düşmanlığı muhkemleştirmek gibi birçok farzı da ifa etmeye vesîle olmaktadır.
Şer’î bir mazeret olmadan sakal sünnetini terk etmek, fıtratı değiştirmek ve kadınlara benzemek anlamına geldiği gibi kâfir topluluklara benzemeye, onların inanç ve yaşantılarına muhabbet beslemeye de sebebiyet verir.
Allah-û Teâlâ (C.c.) Kur’ân-ı Kerîm‘de buyuruyor ki:
لَّعَنَهُ اللّهُ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا – وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا
“(Onlar öyle bir şeytana tapmaktadırlar ki;) Allah ona lânet etmiştir. O da (Allah’a karşı) demiştir ki: ‘(Senin izzet ve celâline) andolsun ki, elbette Senin kullarından kesin olarak belirlenmiş bir nasip edineceğim! Andolsun ki; mutlaka onları (doğru yoldan) saptır(maya çalış)acağım! Kasem olsun ki; kesinlikle onları umutlandır(mak üzere uzun yaşayacakları ve dirilip azapla karşılaşmayacakları gibi asılsız kuruntulara bağ)acağım!
Yemin olsun ki; muhakkak onlara emredeceğim de hemen davarların kulaklarını çokça yaracaklar (ve bunu, Allah’ın helâl kıldığı hayvanları kendilerine haram etme ve putlara adam belirtisi yapacaklar)! Yine andolsun ki; elbette onlara emredeceğim de hemen Allah’ın yaratışını (tümüyle veya kısmen) değiştirecekler (ve köleleri burma, dövme yaptırma ve sakal kesme gibi sûretlerle Allah’ın yarattığı şekle müdahale edecekler)!’ Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı bir dost edinirse muhakkak ki o pek açık bir zararla hüsrâna uğramıştır. (Zîrâ Allah’ın rızasını bırakıp şeytanın rızasını tercih ederek, cennetteki yerini cehennemdeki yeriyle değiştirmiştir.)“
(Nîsâ, 118-119)
Âyet-i celîlede İblîs’in sözü olarak geçen «Allah’ın yaratışını değiştirme» ifâdesinden ne kastedildiği hakkında müfessirler iki görüş serdetmişlerdir:
1- Sa’id İbn-i Cübeyr ve Hasan-i Basrî (R. Anhümâ) gibi tâbiînin ileri gelenlerinden nakledilen görüş, bunun “Allah’ın dînini değiştirme” mânâsında oluşudur ki, bu ya kâfir olan kişinin, Allah-û Teâlâ‘nın, kendisinden kâl-û belâ’da aldığı sözü bozarak, yaratıldığı İslâm fıtratını değiştirmesi olarak yorumlanmış veya sonradan helâli harama, haramı da helâle çevirerek yapmış olduğu değiştirmeyle tefsir edilmiştir.
2- Buradaki «Değiştirme», insanın, şeytanın isteği doğrultusunda kendisini Allah-û Teâlâ‘nın yasakladığı birtakım şekillere sokmasıdır ki, (sıhhî zarûret dışında) estetik yaptırmak, peruk takmak, dövme yapmak, hayvanları burmak, livâta yapmak, lezbiyenlik, kadının erkek elbisesi-erkeğin kadın elbisesi giymesi, kadının erkeğe-erkeğin kadına benzemesi, kadının saçını traş etmesi ve erkeğin sakalını kesmesi gibi bazı yasaklar, Allah-û Teâlâ‘nın yarattığı fıtratı değiştirmeye örnek olarak zikredilmiştir.
Ebû Hüreyre‘den (R.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (S.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bıyıkları kısaltın, sakalları salın, mecûsîlere muhalefet edin.” [3]
İbn Ömer‘den (R.a.) şöyle rivâyet edilmiştir:
“Rasûlullah (S.a.v.) bıyıkların dibinden kesilmesini, sakalların salınması ve çoğaltılmasını emretti.” [4]
Üsâme‘den (R.a.) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (S.a.v.) şöyle buyurdu:
“Yahudiler bıyıklarını uzatır, sakallarını iyice kısaltırlar. Siz aksini yaparak onlara muhalefet edin.” [5]
DÖRT MEZHEBE GÖRE SAKALI TIRAŞ ETMENİN HÜKMÜ
1- Hanefî Mezhebi: Hanefî fıkhının mûteber kitaplarından «ed-Dürrü’l-Muhtâr»da zikredildiğine göre: “Erkeğin sakalını kesmesi haramdır.” [6]
Ayrıca «Fethu’l-Kadîr»de, Zeyla’î (Rh.a.)‘ın «Kenz Şerhi»nde, Şurumbulâlî (Rh.a.)‘ın «Dürer Hâşiyesi»nde ve Hanefî büyüklerinin daha nice eserlerinde bu fetvâ yer almaktadır. Hanefî ulemâsından İmâm Cezîrî (Rh.a.) da «el-Fıkh ʿale’l-Mezâhibi’l-Erbaʿa» adlı fıkıh kitabında şöyle buyuruyor: “Hanefîler dediler ki: Erkeğin sakalını tıraş etmesi haramdır.” [7]
2- Mâlikî Mezhebi: Mâlikî imâmlarından Ebu’l-Hasen (Rh.a.)‘in «Şerhu’r-Risâle»sinde ve ‘Adevî (Rh.a.)‘in ona yaptığı hâşiyesinde zikredildiğine göre: “Sakalı tıraş haram olduğu gibi müsle (bir uzvu kesme) sayıldığı takdirde kısaltma da haramdır.” Yine İmâm Cezîrî (Rh.a.) dört mezhebe dair yazdığı mukayeseli fıkıh kitabında şöyle buyurdu: “Mâlikîler dediler ki: Sakalı tıraş etmek haramdır. Bıyığı kısaltmak sünnettir.” [8]
3- Şâfiî Mezhebi: Allâme Şeyh Ahmed İbn-i Kâsım el-Abbâdî (Rh.a.) «Tuhfetü’l-Minhâc fî Şerhi’l-Minhâc» isimli esere yaptığı hâşiyesinde «Akîka» bahsinin sonunda şöyle buyurmuştur:
“Şâfiî ulemâsının büyüklerinden İmâm Râfiî ve İmâm Nevevî (Rahimehumüllâh): ‘Sakalı tıraş etmek mekruhtur’ demişlerse de «Kâfiye Şerhi»nde İbnü’r-Rif’a (Rh.a.) buna îtiraz ederek, İmâm Şâfiî (Rh.a.)‘ın «el-Ümm» isimli eserinde sakalı tıraş etmenin haram olduğuna dâir fetvâ verdiğini bildirmiştir.”
4- Hanbelî Mezhebi: Allâme Şeyh Muhammed es-Sefârinî el-Hanbelî (Rh.a.) «Menzûmetü’l-Âdâb» şerhi «Gizâü’l-Elbâb»da: “Hanbelî mezhebinde güvenilir fetvâ, sakal tıraşının haram oluşudur.” demiştir.
Ayrıca «el-İknâ» kitabında da: “Sakalı tıraş haramdır” diye zikredilmiştir. Allâme Şeyh Mansûr İbn Yûnus (Rh.a.), «Müntehâ Şerhi»nde de böylece zikredilmiştir. Yine İmâm Cezîrî (Rh.a.) dört mezhebe dair yazdığı mukayeseli fıkıh kitabında şöyle buyurdu: “Hanbelîler dediler ki: Sakalın tıraş edilmesi haramdır.” [9] Allah-û Teâlâ en iyisini bilendir.
Evet! Sakalı tıraş etmek fıtrat-ı tağyire girmekte ve dört mezhebe göre haram kabul edilmektedir. Nitekim Mahmud Muhammed Hattab es-Sübkî (Rh.a.), dört mezhebin görüşlerine yer vererek kaleme aldığı «el-Menhelü’l-‘Azbul Mevrûd» isimli kitapta şöylece zikredilmiştir:
“Sakal tıraşı müçtehid imâmlar olan Ebû Hanîfe, İmâm Mâlik, İmâm Şâfiî ve İmâm Ahmed (Rahimehumüllâh) ve diğerleri indinde haramdır. Âyet ve hadislerden hüküm çıkarma görevinde bulunan bütün fukahânın sözleri sakal tıraşının haram olduğu hakkında açıktır.” [10]
SAKALI TIRAŞ ETMENİN CEZASI
Şeyh Şemseddîn ed-Desûkî (Rh.a.), «Şerh-i Kebîr Hâşiyesi»nde der ki:
“Erkeğin sakalını tıraş etmesi haramdır; böyle bir şey yapan kimse (bir müeyyide ile) yola getirilir.” [11]
«Fetâvâ-i Atâiyye»de, «Zamânâtü’l-Fazile»den nakledilir:
“Kişi sakal tıraş etmekten dolayı (bir müeyyide ile) yola getirilir. Zira bu, helâl olmayan bir iştir.” [12]
Şeyhü’l-İslâm İbn Kemâl Paşa (Rh.a.) şöyle buyurdu:
“Sakalın bir kısmını kesmek de böyledir, çünkü bu da yasaklanmıştır.” [13]
Kadınların Yüzünde Çıkan Tüyleri/Kılları Alması
Hanefî fakihlerinden İmâm Aynî (Rh.a.) şöyle der: “Sakalın uzatılması hükmünden sakalı çıkan kadınlar müstesnadır, çünkü kadının sakalını, bıyığını ve çene ile alt dudak arasındaki kıllarını kesmesi ya da yolması müstehaptır. «Şerhu’n-Nukâye ve Şir’a» şerhinde de bu şekilde ifade edilmektedir.” [14]
İbn Âbidîn (Rh.a.) şöyle buyurur: “«Tebyînü’l-Mehârim»de şöyle geçer: Yüzde çıkan kılları tıraş etmek veya koparmak haramdır, lakin kadında sakal veya bıyık biterse onu kesmesi müstehaptır.” [Amâsî, Tebyînü’l-Mehârim, No: 2287, Vr: 106/b]
«Mectebâ»da şöyle zikredilir: ‘Kadın saçını keserse günahkâr olur ve lânetlenir.’
«Bezzâziyye»de, bu hükme şu kaydı ekler: ‘Kocasının izni olsa dahi yine günahkâr olur, çünkü: ‘Allah’a isyanda hiçbir mahlûka itaat yoktur’ buyurulmuştur.
Buradaki hükmün illeti kadının kendini erkeklere benzetmesidir. İşte bu illet (yani kadının saç kısaltmasına mânî olan karşı cinslerin birbirine benzemesinin haram olması) gereğince erkeğe de sakalını kesmesi haramdır.” [15]
«Kadı Ceken Hindî» (v. 920/1514) olarak tanınan Kâdı Hüseyin el-Hindî el-Hanefî (Rh.a.), «Hizânetü’r-Rivâyât»da «Zahîriyye»den şöyle nakletmiştir: “Kadının başını tıraş etmesi bir ağrıdan dolayı olursa bunda bir beis yoktur. Ama kendini erkeklere benzetmek için tıraş olursa bu (tahrîmen) mekruhtur ve o kadın şerîatın sahibi olan Rasûlullah’in (S.a.v.) diliyle lânetlenmiştir.” [16]
Hz. Ali‘den (K.v.) rivâyet edildiğine göre: “Rasûlullah (S.a.v.) kadınların başını tıraş etmesini nehyetmiştir.” [17]
SAKAL BIRAKMANIN UZUNLUĞU/ÖLÇÜSÜ
«Şir’atü’l-İslâm» ve «Hizânetü’r-Rivâyât»ta şöyle geçer:
“Devamlı yapılması gereken râtibe sünnetlerden bir kısmı da şunlardır; bıyığı kısaltmak, sakalı salmak, kasığı tıraş etmek ve koltuk altını yolmak.” [18]
«et-Tenvîr» ve «Şerhu-Şir’a»da “Râtibe sünnet mefhumu” hakkında şunlar söylenir:
“Şir’a sahibinin ‘Râtibe’ sözü ‘Sabit olmak, var olmak’ anlamlarına gelen ‘Rutûb’ kökünden türemiştir. ‘Râtime’ sünnet ‘Sabit olan müekked sünnet’ mânâsına gelir. Burada sünnetin iki kısmına işaret vardır; öğle namazının sünneti gibi râtibe olanlar ve ikindi namazının sünneti gibi râtibe olmayanlar. Rasûlullah (S.a.v.) ikindinin sünnetini bazı kere dört rekât kılar, bazı kere iki rekât kılar, bazı kere kılmazdı.”
Sakalda sünnet olan miktar ise bir tutam olmasıdır. Nitekim:
Ebu Hüreyre (R.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (S.a.v.) şöyle buyurdu: “Bıyıkları kesin, sakalları salıverin!” [19]
«el-Bahru’r-Râik», «Atâiyye» ve başka eserlerden şöyle nakledilir:
“Efendimiz’in (S.a.v.) bu ifadeleri ‘Bıyıklarınızı kısaltın, sakallarınızı bırakın, onları tıraş etmeyin, sünnet miktarından da noksan yapmayın’ anlamındadır. Sünnet miktarı bir tutamdır.“ [20]
Mâlikî fakihlerinden Ebü’l-Velîd el-Bâcî (Rh.a.), «el-Müntekâ» adlı fıkıh kitabında şöyle şöyle buyurur: “Bıyıkları kısaltmaktan maksat dudakların üzerinde uzayan kısmını kesmektir. Sakala gelince, Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre (R.anhümâ)’ın sakallarının bir tutamdan fazlasını kestikleri rivayet edilmiştir.” [21]
Amr İbn-i Şua’yb‘ın babasından, onun da dedesinden (R. Anhüm) rivâyete göre:
كَانَ يَأْخُذُ مِنْ لِحْيَتِهِ مِنْ عَرْضِهَا وَ طُو لِهَا
“Rasûlullah (S.a.v.), sakalının eninden ve boyundan (bir tutamdan fazlasını) alırdı.” [22]
Tâbiîn devri fıkıh ve hadis âlimlerinden Atâ İbn Yesâr (Rh.a.) anlatıyor: Rasûlullah’a (S.a.v.) saçı sakalı karmakarışık bir adam gelmişti. Efendimiz, ona (eliyle) işaret buyurarak, sanki saçını ıslâh etmesini emretmişti. Adam bunu yapıp sonra tekrar geri geldi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Şu hal, sizden birinizin tıpkı bir şeytan gibi başı(ndaki saçlar) karmakarışık vaziyette gelmesinden daha hayırlı değil mi?” buyurdular. [23]
Hanefî mezhebinin görüşlerine de kaynaklık etmiş olan büyük imâm İbrâhîm en-Nehaî (Rh.a.):
لا بأس أن يأخذ الرجل من لحيته ما لم يشتبه بأهل الشرك
“Kişinin, kafirlere benzemeyeceği surette sakalından kırpmasında beis yoktur.” [24]
SAKALI HAFİFE ALMANIN HÜKMÜ
Cenâb-ı Hak (Celle Celâlühû), Peygamberlerin yoluna uymamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللّهُ فَبِهُدَاهُمُ اقْتَدِهْ
“Bunlar, Allâh’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların hidayetine uy.” (En’âm, 90)
Hanefî fakihi ve müfessir Ebü’l-Leys es-Semerkandî (Rh.a.) ve diğer müfessirler bu âyet-i kerîmedeki «هُدَا/hüdâ»dan maksadın, Peygamberlerin (Aleyhimüsselâm) sünneti ve tevhîdi olduğunu bildirmişlerdir. [25]
Bir İslâm şiarı olan sakal, Hazreti Peygamber‘in (S.a.v.) ve diğer Peygamberlerin (Aleyhimüsselâm) sünneti olduğu tüm inananlar tarafından bilinen bir gerçektir.
Târih ve Hanefî fıkıh âlimlerimizden Nişancızâde Muhammed İbnu Ahmed (Rh.a) buyurdu ki: “Kim peygamberlerin sünnetlerinden bir sünneti beğenmezse «Kâfir» olur.” [26]
Hanefî fıkıh âlimlerimizden İbnü’l-Hümâm (Rh.a.) buyurdu ki:
“Kim Nebî (S.a.v.)’in yaptığı bir sünnetin fazlalık olduğunu düşündüğü için terk ederse kesinlikle «Kâfir» olur.” [27]
Hanefî fıkıh âlimlerimizden İbnü’l-Bezzâzî (Rh.a.) buyurdu ki:
“Birisi Nebî (S.a.v.)’in bir hadisini işittiğinde hafife alarak ‘Ben bunu çok işittim’ derse «Kâfir» olur. Bir şahıs Efendimiz (S.a.v.)’in bir sünnetini veya hadislerinden bir hadisi hafife alırsa «Kâfir» olur. Fetvâ kitaplarında bu esasa göre değerlendirilen birçok füru meseleler bulunmaktadır.” [28]
Hanefî fıkıh âlimlerimizden İbn Nüceym (Rh.a.) buyurdu ki:
“İbâdeti tembelliğinden değil de küçümseyerek ve hafif görerek terk eden «Kâfir» olur.” [29]
«DÂRU’L-HARP»TE SAKAL TIRAŞI ve BIYIK
«el-Berîkatü’l-Mahmûdiyye fî Şerhi’t-Tarîkati’l-Muhammediyye» isimli kitapta zikredildiğine göre; “Sakalı bir tutam uzatmak sünnettir. Dâru’l-harpte veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak, emr-i mâruf yapabilmek, Müslümanlara ve İslâmiyet’e hizmet edebilmek, dînini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz, hatta lazım olur. Özürsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekruhtur. Sakal sünnetine önem vermeyen kâfir olur.”
Büyük sûfî müfessir Şeyh İsmâîl Hakkı Bursevî (K.s.) şöyle buyurdu: “Hadîs-i Şerîf’lerde emredilen bıyık kısaltmaktan maksat; makasla kesmektir. Efendimiz (S.a.v.) her cuma, namaza çıkmadan evvel bıyıklarını kısaltırdı. İmâm Nevevî (Rh.a.) bu hususta tercih edilen görüşün ‘Kaş gibi incelip dudakların kenarı ortaya çıkıncaya kadar bıyıkların kısaltılmasıdır’ der. «İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn»de bıyığın iki ucunu uzatmada bir sakınca olmadığını, Hz. Ömer (R.a.) ve bazılarının bunu yaptığı belirtilmiş, sebeb olarak da bıyığın ağızı örtmediği ve yemek artığının orada kalmayacağı zikredilmiştir.
Her ne kadar kesilmeleri fıtrat gereği olsa da, Dârü’l-Harp’te /küfür diyarında mücâhidler için, tırnakları uzatmak gibi, bıyıkları uzatmak da menduptur (sevilmiştir). Çünkü bu, onların düşman gözünde daha heybetli görünmelerini sağlar.” [30]
«Şemsü’l-Eimme» ünvanıyla tanınan İmâm Serahsî (Rh.a.) şöyle buyurdu: “Diğer zamanlarda bıyık kısaltmak sünnet olduğu hâlde dâru’l-harpte mücâhidin, düşman gözünde daha heybetli görünmek için bıyığını uzatması menduptur.” [31]
KAYNAKÇA/DİPNOTLAR
[1] Müslim, Tahâret, 56; Ebû Dâvûd, Tahâret, 29; İbn Mâce, Tahâret, 8.
[2] el-Hattâbî, Me‘âlimü’s-Sünen, 1/31.
[3] Müslim, Tahâret, 55.
[4] Müslim, Tahâret, No: 53, 1/222; Mâlik, Muvattâ, 2/947.
[5] Hanbel, el-Müsned, 5/264; Gazâlî, İhyâ, 2/250.
[6] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ʿale’d-Dürri’l-Muhtâr, 5/261.
[7] Cezîrî, el-Fıkh ʿale’l-Mezâhibi’l-Erbaʿa, 3/1121.
[8] Cezîrî, el-Fıkh ʿale’l-Mezâhibi’l-Erbaʿa, 3/1122.
[9] Cezîrî, el-Fıkh ʿale’l-Mezâhibi’l-Erbaʿa, 3/1122.
[10] Sübkî, el-Menhel, 1/186-188.
[11] Desûkî, Hâşiyetü Şerhi’l-Kebîr, Cilt: 1, Sf: 90.
[12] Şeyhü’l-İslâm Muhammed Efendi, Fetavâ-i Atâiyye, No: 617, Vr: 100/a.
[13] İbn Kemâl Paşa, Hâşiyetü’l-Hidâye, No: 181, Vr: 90/b.
[14] Aynî, Umdetü’l-Kârî, Cilt: 15, Sf: 91.
[15] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ʿale’d-Dürri’l-Muhtâr, 9/671.
[16] Kadı Hüseyin el-Hindî, Hizânetü’r-Rivâyât, No: 818, Vr: 302/a.
[17] Tirmizî, Savm, No: 914, 2/246; Nesâî, Ziynet, No: 9251, 8/312; Münâvî, et-Teysîr bi Şerhi’l-Câmi’s-Sağîr, 6/423.
[18] Seyyîd Ali, Mefâtihü’l-Cinân Mesâhibü’l-Cenân Şerhü Şir’ati’l-İslâm, Sf: 297; Kadı Hüseyin el-Hindî, Hizânetü’r-Rivâyât, No: 818, Vr: 302/a.
[19] Müslim, Tahâret, No: 259, 1/222.
[20] Şeyhü’l-İslâm Muhammed Efendi, Fetavâ-i Atâiyye, No: 617, Vr: 438/a.
[21] Bâcî, el-Müntekâ, 7/266.
[22] Tirmizî, Edeb, 17, No: 2762, 5/94.
[23] Mâlik, Muvatta, 7, 2/949.
[24] Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Âsâr, 1/234.
[25] Semerkandî, Bahru’l-‘Ulûm, 1/464.
[26] Nişancızâde Muhammed İbn Ahmed, Nûru’l-Ayn fî Islâhı Câmi’i’l-Fusûleyn, 2/293.
[27] İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, Sf: 298.
[28] İbnü’ş-Şihâb el-Bezzâzî, el-Câmiü’l-Vecîz, 6/823.
[29] İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Sf: 217.
[30] Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 2/8; el-Ûfî, Rûhu’l-Furkân, 1/587.
[31] Serahsî, Şerhü’s-Siyeri’l-Kebîr, 1/107.