Ölünün Arkasından Kur’ân Okumak Câiz Midir? – [3]

KONUYLA İLGİLİ HADİSLER ve TAHRİÇLERİ

1- Ma‘kıl b. Yesâr (R.a.) Hz. Peygamber’in (S.a.v.) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

عن معقل ابن يسار قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: اقرؤا (يس) على موتاكم
“Ölülerinize Yâsîn sûresi’ni okuyunuz!” [1]


Tayâlisî (v. 204/819), Ebû Ubeyd (v. 224/839), İbn Ebî Şeybe (v. 235 / 849) ve Ahmed İbn Hanbel (v. 241/855) gibi Kütüb-i Sitte öncesi mu­had­dis­lerin eserlerinde yer alan bu hadisi, sünen sahipleri de rivâyet et­mişlerdir.

Hadisin sekiz ayrı mütâbii vardır fakat Sahâbe’den sadece Ma‘kıl b. Yesâr’ın rivâyet etmiş olması ve beşinci tabakaya kadar bu duru­mun devam etmesi, söz konusu rivâyetin ferd-i mutlak ya da bir başka ifâde ile garîb-i mutlak olduğunu göstermektedir. Beşinci tabakada iki râvi vardır: Abdullah b. el-Mübârek (v. 181/797) ve Yahya el-Kattân (v. 198/813), İbn Hibbân (v. 354/965) dışındaki muhaddislerin tamamı, hadisi Abdullah b. Mübarek tarikiyle rivâyet etmişlerdir.

Heysemî (Rh.a.), hadisin râvîlerinin Sahih’in ricalinden olduğunu söyleyerek isnâda sahih hükmü vermiştir.
[2] Ayrıca sünenlerde yer alan rivayetin, hadi­sin tamamı değil bir bölümü olduğuna işâret etmiştir. [3]

Hadisi rivâyet eden Ebû Dâvûd (Rh.a.), hadisin hükmü hakkında sükût etmiştir. Hakkında sükût ettiği hadislerin sâlih olduğunu bizzat kendisi söylediğinden, [4] ona göre hadis, delil olmaya elverişlidir.

Hâkim (v. 405/1014) de aynı şekilde sükût etmiş ve Zehebî (v. 748/1347) de ona katılmıştır. Diğer taraftan İbn Kattân (v. 628/1230), üç açıdan hadisin muallel olduğunu ileri sürerek, zayıf addetmiştir.
[5] Ona göre hadisin illeti; bazı tariklerinde mevkûf, bazılarında ise merfu’ olarak rivâyet edilmiş olması, Ebû Osman ve babasının meçhûlü’l-hâl ol­ması ve isnadında ızdırâp bulunmasıdır.

Dârakutnî’nin de (v. 385/995), İbn Kattân’ın kanaatinde olduğunu ve hadisin isnâdını zayıf olarak gördüğünü Ebû Bekir b. Arabî (v. 543/1148) nakletmiştir.
[6]

Hâkim, Yahya b. Saîd el-Kattân ve başkalarının hadisi mevkûf (bir Sahâbe sözü) olarak rivâyet ettiklerini, ama Abdullah b. el-Mübârek’in, merfû olarak kabul ettiğini ve doğrusunun da bu olduğunu söylemektedir. [7] Aclûnî de (v. 1162/1749), hadisin merfû olduğunu belirttikten sonra, İbn Hibbân’ın sahih kabul ettiğine dikkat çekmiştir.


Bütün bu söyle­nenleri birlikte değerlendirdiğimiz ve biraz sonra vereceğimiz hadislerin şahitliğini de göz önünde bulundurduğumuz vakit, hadisin hasen olduğu kanaati ağır basmaktadır. Nitekim Şevkânî’nin vardığı sonuç ta budur.


Ha­disin ifâde ettiği anlam üzerinde de muhaddisler farklı görüşler ileri sür­müşlerdir. İbn Hibbân (v. 354/965), hadisi tahric ettikten sonra şu açıkla­mada bulunuyor: “Hz. Peygamber’in (S.a.v.) ‘Ölü­nüze Yâsîn sûresini okuyunuz’ sözünden kastettiği kişi, ölüm döşe­ğinde/ölüm sarhoşluğunda olan kişidir. Yoksa o, ölünün üzerine Kur’ân okunmasını kastetmiş değildir.” [8]


Bazı itirazcılar “Ölünüze Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisi «Ölmek üzere olan­lara yapılacak işler» bablarında ele alınmış. “Bundan da ölmek üzere olana okunması anlaşılıyor” diyorlar. Tabiî ki yalan ve eksik bilgi veriyor çünkü; Hadisi rivâyet eden musanniflerin bir kısmı bu rivâyeti, muhtazar/ ölüm sarhoşluğunda olan kişiye yapılabilecek işlemlerle ilgili bablarda ele alırken, [9] diğer bir kısmı da istirca’dan sonra yer vermişlerdir. Özellikle Ebû Dâvud, bab başlıklarında belli bir sıra takip et­miş ve istirca / innâlillâh ile “Ölünün üzerini örtmek” bablarından sonra söz konusu babı açmıştır. Dolayısıyla Ebû Dâvud, hadiste ifâde edilen mevtâ kelimesinden, ölmek üzere olanların değil, ölmüş olanların kastedildiği kanaatindedir. Hadisin zâhirî anlamı da zaten bu yöndedir.

Şâfiî fakihlerinden İbn Rif’at (v. 710/1310) ve Muhibbu’t-Taberî de (v. 694/1295), hadisin zâhirî anlamını alarak, ölüden kastedilenin ruhu bede­ninden ayrılan kimse olduğunu ve hadisin ölmek üzere olan kimselere hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığını ileri sürmüşlerdir. [10]



Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Nesâî -ki lafız ona âittir- ve İbn Mâce’nin Ma’kıl b. Yesâr’dan rivâyet ettiğine göre Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Kur’ân’ın kalbi Yâsîn’dir. Bir kimse onu, Allah’ı ve âhiret gününü murâd ederek her ne zaman okursa ona mutlaka mağfiret edilir. Onu ölülerinize okuyunuz.’ [11]

Bu rivâyeti, İbn Hibbân ve Hâkim (rivâyet etmişler ve) sahîh bul­muşlardır.

İbn Hibbân (hadîsdeki) ölü ile murâd edilenin ölmekte olan kimse olduğunu söyledi ve İbnü’l-Kayyim «Kitâbu’r-Rûh»da birçok yönlerle bunu tercîh etti. Lâkin İbn Rif’at hadîsin zâhirini aldı. Bunun ölümden sonra okuna­ca­ğının sahîh olduğunu ifâde etti. Mevtâ sözünün ölen kimse hakkında hakîkat olduğunu, hakîkî mânâdan da ancak bir karîne (ipucu) olması durumunda ayrılınacağını belirtti.

Zehebî, (Rh.a.) «Tezkiretül-Huffâz»da, Hatîb el-Bağdâdî’nin hâl tercüme­sinde, Bağdâdî öldüğü zaman kabri başında birçok hatimler yapıldı’ dedi. [12]



Ölüye Kur’ân okumanın câiz ve hatta sünnet olduğunun bir delili de cenâze namazıdır. Çünkü elbette ki bu (namaz), ancak ölünün faydalan­ması ve onun içinde Kur’ân, duâ ve istiğfâr bulunan şeylerle bir şefâat dilenmesi için meşrû’ kılınmıştır. Ölüye namazın içinde bulundurduğu duâ ve istiğfâr ulaşınca aynı şekilde içinde olan Kur’ân da tamı tamına ulaşır. Tek bir ibâdette içinde bulunan şeylerin arasında ayrıma gitmek kabûl görmeyecek olan delilsiz bir iddiâdır…


Sonuç olarak, “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz!” hadisi, her ne kadar bir tek Sahabî’den rivâyet edilmişse de bu hadisin ifâde ettiği an­lamda üç ayrı Sahâbe’den başka hadisler nakledilmiştir. Şahid olarak zikre­dilen bu hadislerin her üçü de zayıftır fakat zayıf olmaları, bunların ta­mamen işe yaramadığı anlamına gelmez. Zira hiç kimse bunların uydurma olduğunu söyleyememiştir. Aksine bu hadisler, bu konunun aslının olduğunu gösterirler. Fakat hadisin metninden elde edilen anlam sarih değildir. Mevt kelimesinin hakikî anlamı ölmek, yok olmaktır. Ruhunu teslim eden kişiye meyyit denir. Dolayısıyla hadisteki lafız, ölüler hakkında nastır ve bu anlamı almaya, hadisin metninde bir engel söz konusu değildir. Diğer taraf­tan ölmek üzere olanlara da i‘tibârı mâ yekûn (geleceğin nazar-ı dikkate alınması) tarikıyla meyyit denilebilmektedir.

Abdülhak el-İşbîlî, İmâm Kurtubî, Tîbî, Münâvî ve Abdurrahmân el-Bennâ gibi muhaddisler, hadisin hem ölmek üzere olanlara hem de rûhunu teslim etmiş olan ölülere ihtimalli olduğunu söylemişlerdir. [13]


İmâm Nevevî ise, muhtazarın yanında Kur’ân okumanın müstehap ol­duğunu söylerken bu hadisi zikretmektedir. [14] Şâfiî fakihlerinden Muhibbu’t-Taberî ve İbn Rif’ât’ın, hadiste kastedilenin ölmüş bulunanlar olduğu ve hadisin muhtazara hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığı şeklindeki görüşlerine, İbn Hacer de katılmıştır. [15]

San‘ânî ise, bu yöndeki diğer rivâyetlerle birlikte değerlendirildiği va­kit, hadisin muhtazara hamlinin daha doğru olduğu kanaatindedir. Şevkânî de, Muhibbü’t-Taberî ve İbn Rif’at gibi düşünerek hadisteki lafzın ölüler hakkında nass olduğunu, bu lafzın ölmek üzere olanlara taşınmasının ise mecaza girdiğini ve hakikati terk edip mecaza gitmenin bir karineye ihti­yaç duyduğunu söyleyerek hadisten anlaşılması gerekenin hakikat olduğunu ifâde etmiştir. [16] …Fakat bu mecazdır. Mecaza gitmek için bir karine gerekir ki, o karine de Ebû Zerr hadisinde mevcuttur.

Ebû Zerr el-Gıfârî ile Ebû’d-Derdâ (R. Anhümâ), Rasûl-i Ekrem’den (S.a.v.) şu rivâyette bulunmuşlardır: “Ölen/ölmek üzere olan birisinin yanında Yâsîn sûresi okunursa, Allah onun halini hafifletir.” [17]

O halde, “Ölülerinize Yâsîn Sûresi’ni okuyunuz!” hadi­sini, ölmek üzere olanlara hasretmek yerine, her iki anlama da şâmil kıla­rak, hem ölmek üzere olanlara hem de ölmüş bulunanlara Yâsîn sûresi okunabileceği şeklinde olabilir.

Şevkânî, söz konusu münakaşaya yer verdikten sonra, şu değerlendir­meyi yapar: “Hadisin lafzı ölüler hakkında açık(nass)tır. Onun, ölmek üzere olan diri kimseye (muhtazara) şümulü mecazdır. Mecâza ise, ancak bir ka­rine (delil, ipucu) olması halinde gidilir. Cemâat halinde ölünün yanında veya kabri üzerine Yâsîn sûresi oku­mak ile mescitte veya evinde Kur’an’ın tamamını (hatim) veya bir kısmını ölü için okumak arasında bir fark yoktur.” [18]

2- Abdullah b. Ömer‘den (R.a.) Nebî (S.a.v.) şöyle buyurmuştur:

إذا مات أحدكم قلا تحبسوه وأسرعوا به إلى قبره ، وليقرأ عند رأسه بفاتحة الكتاب وعند رجليه بخاتمة البقرة في قبره.
“İçinizden birisi öldüğü zaman, onu durdurmayınız ve onu kabrine koyma konusunda acele ediniz! (İçinizden birisi de) ölünün başucunda Fâtiha sûresini, ayakucunda da Bakara sûresinin sonunu okusun.” [19]

Merfû‘ olarak rivâyet edilen bu hadisin isnadını, Heysemî, [20] senetteki Yahya b. Abdullah el-Bâbülettî’nin (v. 218/833) [21] zayıf olduğu gerekçe­siyle zayıf olarak nitelendirmiştir.

Söz konusu bu râvinin yanında, seneddeki Eyyûb b. Nehîk de aynı şe­kilde cerhedilmiştir. [22] Fakat bu iki râvinin hakkında söylenenleri hep birlikte düşündüğümüzde, isnadın zayıflığının «Yesîrü’d-da‘f» olduğu anlaşıl­maktadır.

Diğer taraftan Tebrîzî (v. 737/1136), Beyhakî’nin bu hadisi tahric et­tikten sonra şöyle dediğini nakletmektedir: “Doğrusu bu hadis mevkûf­tur.” [23]
Fakat Beyhakî’nin hadis hakkında söylediği şeyi, bu anlamda an­lamak mümkün değildir. Çünkü Beyhakî:

لم يكتب إلا بهذا الإسناد فيما أعلم وقد روينا القراءة الممكورة فيه عن ابن عمر موقوفا عليه.
“Bildiğim kadarıyla bu hadis yalnızca bu isnadla yazılmıştır. İçinde söz konusu kırâatın geçtiği hadis, İbn Ömer’den mevkûf olarak bize rivâyet olunmuştur.” [24] şeklinde zayıf bir görüş bildirmiş ve kuvvetli olanını tahric etmiştir. Zira mevkûf dediği rivâyeti temrîd edâtıyla söyleyerek isnadını da vermemiştir.

Bu cümleden çıkarılması gereken anlam, sadece bu hadisin mev­kûf olduğu değil, ayrıca hadisin mevkûf olarak ta varid olduğudur. Zira İbn Ömer’in (R a.) aynı lafızlarla fetvâ vermesi mümkündür. Çünkü onun böyle anlaşılmasını gerektiren başka hadisler vardır.

3- Sahâbeden Leclâc (R a.)’ın, (v. 120/738) oğluna vasiyette bu­lunurken söylediği “Oğulcuğum! Ben öldüğümde …” hadisi:

عن عبد الرحمن بن العلاء بن اللجلاج عن ابيه عن جده قال: قال لى أبى: يا بني! إذا أنا مت فالحدني فإذا وضعتني فى لحدي فقل: بسم الله وعلى ملة رسول الله، ثم سن على الثرى سنا، ثم اقرأ عند رأسي بفاتحة البقرة وخاتمتها، فإني سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول ذلك.
“Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezarıma koyduğun zaman şöyle söyle: Bismillâhi ve alâ milleti Rasûlillâh. Sonra da üzerime toprak atarak onu düzle! Daha sonra ise, başucumda Bakara Sûresi’nin baş tarafını ve son kısmını oku! Zira ben Rasûlullâh  (S.a.v.)’ın böyle dediğini duydum.” [25]

Heysemî (v. 807/1405), Bu hadisin râvîleri (kimilerince de) sikâ ka­bul edilmişlerdir. dedi. [26] Öyleyse isnadı hasendir.

Hadisin ricâlinden yalnızca Abdurrahman b. Atâ üzerinde tereddüt edilmiş, ama İbn Hibbân bu zâtı «Sikât» kitabına almıştır. Tirmizî’nin de kendisinden hadis aldığı bu râvi hakkında, İbn Hacer “Makbûl” derken [27]
İbn Ebî Hâtim ve Zehebî gibi âlimler tercemesini ver­mekle yetinmişler, herhangi bir hüküm vermemişlerdir. [28] İsnatta başka da bir illet tespit edilmiş değildir.

Şu halde bu isnad, hasen derecesindedir. Yahya b. Mâîn (v. 233/847) de bu hadisi delil olarak kabul etmiştir. [29] Fakat hadisin sonu Taberânî’de, سمعت رسول الله يقول ذلك lafızla­rıyla ve­rilirken diğer eserlerde فانى رأيت ابن عمر يستحب ذلك veya سمعت ابن عمر يقول ذلك [30] şeklinde nakledilmiştir.

Bu durumda hadis, Taberânî’ye göre merfû‘ iken diğer rivâyetlere göre hükmen merfû‘ olmaktadır. Çünkü hadise ve sünnete aşırı bağlılığıyla ta­nınan ve Hz. Peygamber’in (S.a.v.) her yaptığını harfiyen uygulamaya çalışan, bundan dolayı da sünnete, duygusal anlama yöntemiyle yaklaşmakla nitelendirilen Abdullah b. Ömer’in (R.a.) Hz. Peygamber’den (S.a.v.) bu konuda her­hangi bir işâret olmadan fetvâ vermesi düşünülemeyeceğinden hareketle, söz konusu ikinci rivâyetin de hükmen merfu‘ olması uzak değildir.

Zira hadis usulüne göre, ictihad ve kıyas alanlarına girmeyen ve sa­dece nakille bilinebilen meselelerde mevkûf haberler merfu‘ hükmünde­dirler.

Bundan dolayı, aralarında hiçbir ızdırap veya teâruz yoktur. Hatta her ikisi de aynı anlamda olması ve hasen derecesinde [31]
bulunması sebebiyle, birbirlerinin mütâbi’i sayılırlar ve her biri diğerini kuvvetlendirir.

Bu Hadise Yapılan Bazı İtirazlara Cevaplar

İTİRAZ
Rivayet zayıf ve münkerdir: el-Leclâc (veya el-Cellâc) Sahabe ise de, el-A’la b. el-Leclâc Sahabe değildir ve burada rivayet mürseldir.

CEVAP
“İbn Leclâc, babasından” denince sened mürsel değil, muttasıl olur. Kaldı ki, mürsel olmak cumhura göre zayıflık sebebi değildir. Kimse sizin mezhebinizde olmaya mecbur değildir.

İTİRAZ
Rivayetin bazı tariklerinde son cümle: “Zira bunu İbn Ömer’den (R.a.) böyle işittim” dediği şeklindedir. Doğrusu da Allah  a‘lem mevkuf olmasıdır.

CEVAP
İlim sahipleri bilir ki, bir tarik ile mevkuf olması, her zaman başka bir yolla merfu‘ olmaya mani değildir. Burada da böyledir.

İTİRAZ
Mevkuf olsa dahi, isnadı aşağıdaki sebeplerden ötürü zayıftır:

el-A’la b. el-Leclâc’dan, sadece oğlu Abdurrahman ile Hafs b. Ömer b. Sabit rivayette bulunmuştur. Hafs b. Ömer münkerü’l-hadis’tir. İbn Hibbân ve el-İclî, cerh ve ta‘dilde mütesâhil (gevşek) olduklarından, onların tevsîki kabul edilmez. Bu yüzden, Zehebî onlara itimad etmemiş ve: “Tev­sik edilmiştir ancak doğrusu A’la b. el-Leclâc meçhûlü’l-ayn’dır” demiştir. Heysemî, Taberânî’nin bu rivayeti hakkında: “Ricalühû mevsûkun/ râvileri tevsik edilmiştir” tabirini kullanır. Bu ifade, ravileri içinde meç­huller bulunduğuna işaret için kullandığı bir kelimedir. Zira Heysemî, bu ifadeyi sadece meçhul olup da gevşek muhaddislerin “Sika” dediği raviler hakkında kullanmıştır. Kendisinin güvenilir bulduğu raviler hakkında ise: “Ruvâtuhû sikât/ ravileri güvenilirdir” ifadesini kullanmıştır.

CEVAP
Doğru, lakin ortada tevsikte bir ihtilaf vardır. Böylelerine «Hasenü’l-Hadis» derler.

İTİRAZ
Ayrıca, rivayette ızdırap vardır. Zira Taberânî’nin rivayetinde “Rasûlullâh’dan (S.a.v.) böyle duydum” denilerek mer­fuan rivayet edilirken, el-Beyhakî, es-Silefî, el-Hallâl, ed-Dineverî, el-Lalkaî, Yahya b. Main ve İbn Asâkir’in rivayetlerinde: “İbn Ömer’den (R.a.) böyle duydum” şeklinde mevkuf olarak nakledil­miştir.

CEVAP
Yukarıda da denildiği gibi, arada tearuz yoktur. İki şekilde de rivayet edilmiş olabilir. Kaldı ki İbn Ömer’in (R.a.) mevkûfu neyi­nize yetmedi? Sizin şahsi kanaatinizden daha mı zayıftır?

İTİRAZ
Ve son olarak; bu rivayette Fatiha ve Bakara sûrelerinin okunması tavsiyesi münkerdir. Zira İbn Ömer’den (R.a.) bunu rivayet eden güvenilir raviler sadece “Bismillahi ve alâ sünneti Rasûlillah (S.a.v.) diyerek üzerime toprak atın!” Lafzıyla rivayet etmişlerdir.

CEVAP
Böyle bir hüküm, ancak tevsik ve telif bulunmayan yerde verilir. Hâl­buki burada birincisi var, ikincisi de mümkündür.

Nevevî‘nin, İbn Hacer‘in ve başka birçok hadis imamının hasen bul­duğu mevkuf Leclâc hadisini hevasına uyarak yok sayana ne denir?!..

Bu metnin (farz-ı muhal zayıf da olsa) merfu olan isnadı, sizin zayıf olan göşünüzden daha da mı zayıftır? Siz, Buharî‘nin rivayetlerini inkâr edemiyor ve işi çene yapmakla halledebileceğinizi zannediyorsunuz.

Bir başka rivâyette şöyle gelmiştir: Kabrinde, (başucunda) Bakara’nın başı, ayaklarının yanında da Ba­kara’nın sonu okunsun.’ [32]


Başka hiçbir delil olmasa da (zayıflığı şiddetli olmayan) bu zayıf hadis bulunsa bile bu ölüye Kur’ân okuma amelinin müstehablığına yeter. Bunu caiz görmeyenlerin elinde zayıf da olsa hiçbir delil bulunmadığı gibi ipucu bile yoktur. Ancak hadise yorum yaparak ipucu oluşturmaya çalı­şırlar.

4- Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunacağına dair Talha (R.a.)’dan rivayet edilen: “Abdullah b. Abbâs’ın (R.a.) arkasında bir cenaze namazı kıldım…” şeklindeki hadis [33] ve “O, Fâtiha Sûresini oku­du. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye, böyle okudum” dedi.

Hadisi rivâyet eden muhaddislerin, bu hadisin bulunduğu bölüme ver­dikleri isim, Buhârî’nin «
باب قراءة بفاتحة الكتاب على الجنازة/Cenaze nama­zında Fâtiha Sûresini okumak babı» şeklinde vermiş olduğu isimden farklı değildir. İmâm Tirmizî, hadise hasen sahih hükmünü verdikten sonra birçok Sahâbe ve Tabiîn uygulamalarının bu yönde olduğunu ve İmâm Şâfiî, İmâm Ahmed ve İmâm İshâk gibi âlimlerin de bu hadisle amel ettiklerini, buna mukabil Sevrî ve Kûfelilerin hadisi almadıklarını ilave etmektedir. Abdurrezzâk da Tirmizî gibi, İbn Mes‘ud (R.a.) başta olmak üzere pek çok Sahâbe ve Tabiîn’in söz konusu uygulamadan yana olduklarını aktarmaktadır. [34] Beş ayrı Sahâbî’den gelen konuyla ilgili rivâyetler isnad yönünden problemsizdir. Cenaze namazı Allah’ı övme, Hz. Peygamber’e (S.a.v.) salavât getirme ve ölü için de duâ etmek ola­rak telâkki edilmek­tedir. [35]

İster duâ anlamında olsun, isterse Kur’ân’dan bere­ketlenme mana­sında olsun, bu uygulama ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccet­tir.

5- Sahâbe’den Ebû Hâlid’den (R.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: “Ey yavrum! Ben öldüğüm zaman üzerime toprağı biraz tümsekli bir şekilde ört. Sonrada Bakara’nın başını ve sonunu başımın yanında oku. Zira ben Rasûlullâh’tan (S.a.v.) söylerken işittim.”

Bunu Taberânî «el-Mu’cemü’l-Kebîr»’inde sahih bir isnadla rivâyet et­miştir. Hafız Heysemî «Mecmau’z-Zevâid»’inde bu hadisin râvîlerini güvenilir bulduklarını söylemişlerdir. Hadisin başka şahitleri de vardır.
[36]

6- İmâm Suyûtî, «el-Câmî» adlı eserinde Hallâl’in şöyle bir rivâyette bu­lunduğunu belirtmektedir:

عن الشعبي قال: كانت الأنصار إذا مات لهم الميت اختلفوا إلى قبره فيقرؤن له القرآن.
Tabiîn’den İmâm Şâ‘bî (109/727): “Medineliler, içlerinden biri öldüğü zaman, sık sık onun kabrini ziyaret ederler ve onun için Kur’ân okurlardı.” [37] demiştir.

Suyûtî bu haber için herhangi bir isnad vermemiştir. Hanbelî âlimlerinden Ebû Bekr el-Hallâl, «el-Câmî lî ulûmi’l-Müsned min mesâili Ahmed b. Hanbel» ya da «es-Sünen» adlı yirmi cildi bulduğu söylenen eserinde İbn Hanbel’in tüm fetvalarını imkânları nispetinde bir araya getirmiş ve hadis fetvâsı kitabı niteliğindeki bu eserinde -Suyûtî’nin bildirdiğine göre- söz konusu haberi rivâyet etmiştir.

Sözün sahibi olan Şa‘bî için onu tanıyanlar: “Zamanın en büyük sikâ, fakîh ve muhaddisidir. İbn Abbâs kendi zamanında ne ise Şa‘bî de aynı konumdadır” diyerek beşyüz kadar Sahâbe’yi gören Şa‘bî’yi övmüşlerdir. Fakat Şa‘bî ile hadisi tahric eden Hallâl arasında dört tabakanın olması ve mevcut kaynaklarda bu aradaki râvilerin belirsizliği yüzünden, söz konusu hadisin isnadı hakkında bir yargıya varmak mümkün değildir. Diğer taraftan Şa‘bî’nin bu sözünü, benzer lafızlarla İbn Ebî Şeybe de rivâyet etmiştir. Buna göre Şa‘bî şöyle demiştir:


كانت الأنصار يقرؤن عند الميت بسورة البقرة.
“Medineliler, ölünün yanında Bakara Sûresini okurlardı.” [38]

Bu habe­rin isnadında Hafs b. Ğıyas ve Mücâlid b. Sa‘d vardır ki bunlardan birincisi sikâ, [39] ikincisi ise makbûldür. [40] İbn Adiy, Mücâlid’in Şa‘bî tarikıyla yaptığı rivâyetlerin sâlih olduğunu söylemiştir. Bu isnadla haber hasendir. Dolayı­sıyla Hallâl’ın yaptığı rivâyetin aslının olduğu ortaya çıkmaktadır.

7- Hz. Peygamber’den (S.a.v.) sözlü olarak varid olan ikinci hadis ise, İbn Ömer’in (R.a.):

“İçinizden birisi öldüğü zaman onu durdurmayınız. Onu kabre koy­makta acele ediniz. Sonra da ölünün kabrinin başucunda Fâtiha sûresi’ni, ayakucunda da Bakara Sûresinin sonunu içinizden birisi okusun! [41] hadisi­dir.

Hem merfû‘ hem de mevkûf olarak rivâyet edilen bu hadisin isnadı da zayıftır. Fakat Taberânî’nin rivâyetindeki Leclâc (R.a.) hadisi, İbn Ömer’in, bu merfû‘ hadisini güçlendirmektedir. Her iki rivâyetin hem mer­fû‘ hem de mevkûf olarak nakledilmiş olması herhangi bir ızdırab meydana getirmez. Zira hadisin Sahâbî râvileri bir defasında Hz. Pey­gamber’in sözünü aktarmış ve başka bir keresinde de Hz. Peygamber’in o hadisinin aynısıyla kendileri fetvâ vermiş olabilirler.

Diğer taraftan söz konusu hadislerin konusu, ictihad ve rey sahasının dışında tamamen nakille bilinebilinen bir alana aittir. Bu yönde bir fetvâyı Sahâbe’nin sırf kendi görüşüne dayanarak vermesi düşünülemez. Dolayısıyla hadisin mevkûf olan varyantı da hükmen merfû‘dur. İbn Ömer  ve Leclâc’ın (R.anhüm), cena­zeyi kabre koyduktan sonra Kur’ân okumanın müstehap olduğunu söyleme­leri ve bunu bizzat vasiyet etmeleri, kabirde Kur’ân okumanın bir Sahâbe uygulaması olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Ayrıca İmâm Şa‘bî’nin: “Medineliler, ölülerinin yanında Bakara sû­resini okurlardı” şek­lindeki rivâyeti ve bu haberdeki “el-Meyyit” lafzını açıklar mahiyetteki “Bir cenazeleri vuku’ bulduğu vakit, Medineliler, onun kabrini sık sık ziyaret ederler ve onun için Kur’ân okurlardı” rivâyeti, ölülere -vefatlarından sonra da- Kur’ân okuma uygulamasının asr-ı saadette varolduğunu güçlendirmektedir.

Sonuç olarak, ölülere Kur’ân okunabilece­ğini gösteren pek çok merfû‘ hadisten, istidlale elverişli olan iki hadisi açıkladık. Bunların dışında, ölülere Kur’ân okumanın bir Sahâbe uygulaması olduğunu gösteren rivâ­yetler de vardır.

Tahricini yaptığımız Sahâbe fetvâları ve Tabiîn’in Sahâbe hakkındaki gözlemleri bunu göstermektedir. Dolayısıyla hadis açısından konu yeni de­ğildir. Yani ölülere Kur’ân okuma uygulemasının sonradan ortaya çıkmış bir bid‘at olarak değerlendirilemeyeceğini düşünüyoruz. Çünkü aslı vardır. Rasûlullâh (S.a.v.) “Okuyun!” buyurmuştur. Haramlık ispatında veya haram olma ihtimali olan şeyin, helalliği is­patlamada zayıf hadis ile amel edilemez.

Yukarıda Rasûlullâh’dan (S.a.v.) ve Selef-i Sali­hin’den bize ulaşan heberleri gösterdik. Velev ki bu haberler olmasaydı bile, hakkında nas olarak hiçbir haber gelmeyen bir mesele, Kur’ân’a ve sünnet’e aykırı olmadığı müddetçe, yapılmasında bir mahsur yoktur.

Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyuruyor: “Allah (C.c.) Kitab’ında neyi helal kıldıysa o helaldir, neyi haram kıldıysa o haramdır, ne hakkında da sustu ise o affedilmiş bir şey­dir (mübahtır). O halde Allah’dan (C.c.) âfiyetini kabul ediniz. Zira Allah hiçbir şeyi unutmaz.” Sonra: وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا “Rabbin unutan değildir (unutmaz)!” (Meryem 19/64) âyetini okudu.
[42]

Ayrıca kötü olsaydı, Peygamberimiz (S.a.v.) ya­sak­lardı. Kaldı ki, biz size kabir başında Kur’ân okunduğuna dâir haberin bize ulaştığı hakkında deliller sunuyoruz.

Genel olarak, zayıf hadis ile ahkâma ait konularda amel edilmez. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistanî’ye izafe edilen görüşe göre, “Başka hadis bulunmadığı takdirde, ahkâma ait meselelerde zayıf hadis­lerle amel edilebilir.” [43]


Zayıf hadis olsa dahi, merdûd olmadıkça (uydurma, yalancı râvî) fazâili âmâl hususunda (yani farz, vacip ve sünnet-i müekkede olmayan konularda) amel edilir. Evvâbin namazı gibi, mezarlarda Kur’ân okumak ta farz, vacip ve sünnet-i müekkede olmadığına ve yasaklanmadığına göre okunması câizdir. Bizim elimizde Peygamberimiz’den (S.a.v.) “Ölü­lere Kur’ân okuyunuz!” diye sahih ve zayıf rivayetler, mev­cuttur. Ayrıca Sahâbe ve Tabiîn’den de mezarlarda Kur’ân oku­duklarına dair delillerimiz var. Sizde, zayıf dahi olsa ölüye “Kur’ân okumayın!”, diye bir delil var mı? Yok! Sizde olan, sadece yorumdan ibâret! Bir de sizde, bizim getirdiğimiz hadisleri kendi reylerinize göre zayıflatma işlemi var!

İTİRAZ
Âyette şöyle buyrulmuştur:
وَأَنْ لَيْسَ لِلإنْسَانِ إِلا مَا سَعَى
“Bilsin ki! İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur!” (en-Necm, 53/39)

Kur’ân okumanın sevabı da ölülere ulaşacak olsaydı, Rasûlullâh (S.a.v.) bunu Sahabe’ye anlatır, onlar da böyle yapar­lardı.

CEVAP
Ölülere Kur’an okunmaz, diyen Selefi görüşü üzere olma iddiasın­dakilerin ‘Büyük imâmımız’ dedikleri âlimleri İbnü’l-Kayyim’in, onların görü­şüne aykırı görüşü ile cevabımıza başlıyalım.

İbnü’l-Kayyim bu konu hakkında sonuç olarak şunları söylüyor:
“Eğer denilirse ki: ‘Bu anlattıklarınız Selef âlimlerinde görülme­mekte. Hayra çok düşkün olmalarına rağmen kimse Kur’ân okumakla ilgili bir şey nakletmemiştir. Rasûlullâh (S.a.v.) de onlara bunu an­latmamıştır. Onları duâya, istiğfara, sadakaya, hac ve oruca teşvik etmiştir.”

 “Bu iddiaların sahipleri, hac, oruç, duâ ve istiğfar se­vaplarının ölülere ulaşacağını itiraf ediyorlarsa, onlara denir ki: Ne se­beple Kur’ân sevabının ölüye ulaşacağını reddederken, bu amellerin se­vaplarının ula­şacağını kabul ediyorsunuz? Bu, benzer şeyler arasında ayırımı yapmaktan başka ne olabilir? Yok, eğer bu amellerin sevaplarının ölülere ulaşacağını itiraf etmi­yorlarsa -ki bu olmaz, çünkü Kitap, Sünnet, İcma ve şer’i prensiplerle sabit olmuştur. Rasûlullâh (S.a.v.) Allah’dan (C.c.) başka kimsenin bilmediği, kalbin niyeti ve yeme-içmeyi terkten ibaret olan orucun sevabının ölüye ulaşacağını bildirmiştir. Aynı şekilde Kur’ân okumanın sevabı da; dil tarafından okunması, kulağın duyma­sı, ve gözün görmesinden dolayı ölüye ulaşacak değildir.”

“Bilsin ki insan için kendi çalışmasın­dan başka bir şey yoktur.” (en-Necm: 53/39) Bazıları bu ayet için şöyle demiştir:  ‘İnsana çalıştığından başka yoktur’ hükmü, adalet yönündedir. Amma fadl ve ihsan yönünde ise, Allah’ın istediği her şey insana gelebilir. Hüseyin b. Fadil bu görüştedir. Ayetteki ‘lam’, ‘ala’ mânâsındadır. Bu takdirde ayetin manası şöyle olur: İnsan ancak yaptığından sorumludur.”

Konuyu biraz açarsak, oruç mahza bir niyetten ve nefsi, yiyecek ve içeceklerden engellemekten ibarettir. Yüce Allah (Celle Celâluhû), bunun sevabını ölüye ulaştırdığı halde amel ve niyetten ibaret olan Kur’ân oku­manın sevabını niye ulaştırmasın? Haddizatında, Kur’ân okumakta niyete bile gerek yoktur. O halde orucun sevabının ölüye ulaşması diğer amellerin de ulaşacağını tenbih etmektedir. Mücerred niyetten ve imsaktan (yemek, içmek, aile ilişkisi gibi orucu bozan şeylerden uzak durmaktan) ibaret olan orucun sevabının ulaşmasıyla, Kur’ân okumak ve zikir çekmenin sevaplarının ulaşması arasında ne fark vardır?! Aynı zamanda ‘Selef böyle birşey yapmamıştır’ diyen bir kimse de bilmediği bir konuda konuşuyordur. Bu ise bilmediği şeyin nefyine şehadet eder.

Meselenin sırrı şudur: Sevap, amel eden kişinin mülküdür. Gönül rı­zasıyla Müslüman kardeşine bağışlayınca, Allah (Celle Celâluhû) sevabı bu kişiye ulaştırır. Öyleyse, Kur’ân okuma sevabını diğer sevaplardan ayırıp ‘Ulaşmaz’ de­me­nin geçerliliği nedir? Halbuki, inkârcılar da içinde olmak üzere çeşitli asır­larda birçok beldelerde insanlar böyle amel etmişlerdir, ulemâdan hiç kim­se de buna karşı olmamıştır.”
(İbnü’l-Kayyim’in sözleri burada biti­yor.) [44]


Âişe (R.anhâ)’dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (S.a.v.)’e bir adam:
— Annem ansızın öldü. Öyle sanıyorum ki, şayet konuşabilseydi sa­daka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, se­vabı ona ulaşır mı? diye sordu. Nebî (S.a.v.) de: “Evet” buyurdu.” [45]


İbn Abbâs’dan (R.a.) rivâyet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bir kadın, Rasûlullâh’a (S.a.v.) geldi ve: Kız kardeşim peş peşe iki ay oruç borcu olduğu halde vefat etti, dedi. Bunun üzerine Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurdu:
— Ne dersin! Kardeşinin borcu olsa, onu öder miydin? Kadın:
— Evet! deyince, Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurdu:
— Allah’a olan borç, ödenmeye daha layıktır. [46]

İbn Abbâs (R.a.) anlatıyor: Adamın biri:
— Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın kullarına yazdığı hacc farizası, yaşlı ve ihtiyar babama ulaştı. Ancak o, bineğin üzerinde durabilecek halde bile değil. Ben ona bedel hacc yapabilir miyim? dedi. Rasûlullâh (S.a.v.):
— Evet! dedi.
[47]

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا / “Kim güzel bir işe aracılık ederse, onun da o işten bir payı vardır.”

Cerîr b. Abdullah’dan (R.a.), Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurdu:
من سن سنة حسنة فيعمل بها كان له أجرها ومثل أجر من عمل بها لا ينقص من أجورهم شيئا.
“Kim iyi bir çığır (sünnet, yol, uygulama) açar da o yolda yürünürse, o yolda yürüyenlerin sevabı kadar bu çığırı açan kimseye de ecir yazılır. Onların sevaplarından da hiç bir şey eksilmez” [48]

Ebû Hüreyre’den (R.a.) bildirdiğine göre, Peygamber Efendi­miz (S.a.v.) şöyle buyurmuştur:
إذا مات الإنسان انقطع عنه عمله إلا من ثلاثةِ إلا من صدقة جارية أو علم ينتفع به أو ولد صالح يدعو له.
“İnsan ölünce, şu üç şeyden başka bütün amel(ler)i sona erer; devam eden sadaka, yararlanılan bilgi ve kendisine duâ eden hayırlı evlât.” [49]

İbn Hibbân (v. 354/965), İbn Huzeyme (v. 311/923) ve İbn Mâce (v. 273/886), Ebû Katâde’den (R.a.) Hz. Peygamber’in (S.a.v.) şöyle buyurduğunu rivâyet etmişlerdir:
خير ما يخلف المرء بعده ثلاث: ولد صالح يدعو له فيبلغه دعاؤه، أو صدقة تجري فيبلغه أجرها أو علم يعمل به بعده.
“Kişinin kendisinden (ölümünden) sonra geriye bıraktığı şeylerin en hayırlısı şu üç şeydir: Onun için duâ eden evlâ, zira çocuğun ebeveynine yaptığı duâ onlara ulaşır; devam eden sadaka, ki devam ettiği sürece mü­kâfatı sahibine ulaşır; bir de kendisinden sonra amel edilen ilim.” [50]

Ebû Hüreyre’den (R.a.) rivâyet edilen hadis-i şerifte, Pey­gamber Efendimiz (S.a.v.) amellerin sayısını (sadaka-i cariyeyi tafsil etmek suretiyle) çoğaltarak: “Mü’min’e ölümünden sonra amel ve hasenâtından ulaşacak şey: Öğretip yaydığı ilim, bıraktığı salih evlat, miras bıraktığı Mushaf, yaptığı mescit, yolcu için yaptığı ev, akıttığı ırmak ve sağlığında malından ver­diği sadakadır” [51] buyurmuşlardır.

Peygamberlerin şefâatı, meleklerin istiğfârı, dirilerin ölüler için dua ve sadakaları gibi insanın kendi amelinden olmamakla beraber faydalı olduğu bilinen karşılıksız işlere gelince; bütün bunların fayda sağlaması, insanın kendi ameli olan imana ve dine bağlılığına dayanır. İman olmayınca hiçbir şeyin faydası olamayacağı için, bunlarda da faydalı olan yine kendi gayret ve amelidir. Kişinin yetiştirdiği hayırlı hafız bir evlat, onun kazandığıdır. O evlat, babasına Kur’an okuyup sevabını veya sevabının bir mislini babasına hediye ettiğinde o baba dünyada iken  yaptığı amelin karşılığını almış olur.


Ölü için Kur’ân okunmaz diyenler, okunacağına dair hiçbir âyet yoktur, diyorlardı. Bakalım öyle mi?


1- Gerek Müslümanların gerekse meleklerin Müslüman ölülere duâ etmeleri ve onlar için istiğfarda bulunmaları Kur’ân’da sıkça rastlanan bir tablodur.

a)  Cenâb-ı Hak, geçmişini unut­mayan ve onların affedilmesi için yalvaran Müslümanlardan övgüyle bah­setmektedir.
وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلإخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالإيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلا لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ.
Onlardan sonra gelenler: “Rabbimiz! diye yalvarırlar. Bizi ve biz­den önce imân etmiş olan kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde ina-nanlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok bağışlayıcısın.” (el-Haşr 59/10)

Bir başka yerde ise Cenâb-ı Hak, Peygamber (S.a.v.)’e hitaben: “…Hem kendi günahın için hem de kadın-erkek bütün inananlara af dile!” (Muhammed, 47/19) Daha pek çok âyette gerek yakın akrabaya gerekse diğer mü’min­lere duâ edilmesi istenmiştir. (el-İsrâ, 17/24)

Başkalarına yapılan duâ, yüz yüze yapılabil­diği gibi gıyaben de yapılabilir. Hayattaki Müslümanların öteki dünyaya göç eden yakınlarına ya da bütün Müslümanlara duâ edebilecekleri ve ölülerin de bundan yararlana­cakları konusunda Mu‘tezile dışındaki ulemânın ittifak etmelerinden do­layı, konuyla ilgili âyet ve hadisleri zikretmekle ye­tineceğiz.



b) Allah (Celle Celâluhû), meleklerin ve onların konumuna yaklaşan insanların niteliklerini sa­yarken şöyle buyuruyor:

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ رَبَّنَا وَأَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Allah’ın kudret tahtını yüklenip taşıyanlar ve O’na yakın olanlar Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltirler. O’na imân ederler ve mü’minler için: “Rabbimiz! Sen her şeyi rahmetinle ve ilminle kuşatırsın. Tevbe edip yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru!” diyerek, af dilerler. Rabbimiz! Onları da atalarından, eşlerinden ve çocuklarından dürüst ve erdemli olanları da vadettiğin cennetine, sonsuz esenlik bahçelerine koy! Hikmet ve kudret sahibi olan kuşkusuz yalnızca Sen’sin.” (el-Gâfir, 40/7-8)

Âyette kendileri için duâ edilenlerin, yalnızca diriler olmadıkları çok açıktır.



c) Her gün en az yirmi kez tekrar ettiğimiz Hz. İbrahim (A.s.)’ın duasıyda, -diri olsun, ölmüş olsun- ebeveynimize ve bütün mü’min­lere duâ etmekteyiz:
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
“Rabbim! Beni, anne-babamı ve bütün inananları hesâp kurulduğu gün bağışla!” (İbrahim, 14/41)

Aynı duâyı Nûh (A.s.) da yapmıştır. (Nûh, 71/28)

Peygamberimiz (S.a.v.) de kendisine:

وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ
“Hem kendi günahına, hem de bütün inananlara af dile!” (Muhammed, 47/19) buyu­rul­duğundan, İbrahim (A.s.) ve Nûh (A.s.)’ın duasını namazlarda okuyarak ebedileştirmiştir.

Peygamber Efendimiz de: “Ölüye namaz kıldığınız zaman ona gö­nülden dua edin” [52]
buyurmuş, kendisi de kıldığı cenaze namazlarında ölü için dua etmiştir.

Bütün bu âyetler göstermektedir ki, Müslümanlar ölülerine duâ etmelidir ve bu duâdan mezardaki inananlar mutlaka faydalanacaktır. Zirâ faydası olmayan bir şeyin emredilmesi ya da yapılması abes olur.



2- Sünnet malzemesi içinde bulunan pek çok metin/delil de aynı şe­kilde Müslüman ölülere duâ edilmesi gerektiğini ve onların duâdan yarar­landıklarını açıkça göstermektedir.

Konuyla ilgili çok fazla rivâyet olduğundan, bunlardan yalnızca bir ka­çını zikredeceğiz:


a) Ölen her Müslüman’ın ardından, mutlaka icra edilmesi gereken bir vecibe olarak, dindeki yerini alan cenaze namazı, ölülere duâ yapmanın gerekliliğini ortaya koymaya tek başına yeterlidir. Müslümanların, ölülerini karşılarına alarak:

“Allah’ım! Şu cenazeyi affet ve günahlarını bağışla! Kabrini geniş tut ve nurlandır! Yağmur ve kar sularıyla onu yıka! Onu manevî pisliklerden temizleyip bembeyaz elbisesiyle arındırdığın gibi, şimdi de hatalarından arındır! Kabrini hayırlı bir mekânla değiştir! Ona hayırlı dostlar, arkadaşlar ve eşler ver! Cennet’e koy. Yâ Rabbi! Onu cehennem azabından ve kabrin fitnesi ile azabından koru!” [53] şeklinde duâ etmeleri çok anlamlıdır.



b) Sahâbe’den Ebû Seleme’nin (R.a.) ölüm haberi Hz. Peygamber’e (S.a.v.) ulaşınca:
اللهم اغفر لى وله اعقبني منه عقبي حسنة.
“Allah’ım! Beni ve onu bağışla! Onun ardından bana güzel bir karşılık ver!” [54] diyerek, Allah’dan onun affını istemiştir. Dolayısıyla bir ölüm ha­beri duyulduğunda, onun için duâ edilmesini bizden Peygamber Efendimiz  istemektedir.

c) Hz. Peygamber, mezarlıkları ziyaretinde ölüler için duâ etmiş­tir. Kabristana varışında Allah Rasûlü’nün (S.a.v.) şöyle dediğini, Hz. Âişe (R.a.) haber vermektedir:

كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يخرج من آخر الليل إلى البقيع فيقول: السلام عليكم دار قوم مؤمنين! وأتاكم ما توعدون غدا، مؤجلون، وإنا إن شاء الله بكم لاحقون، اللهم! اغفر لأهل بقيع الغرغد.
Allah Rasûlü (S.a.v.), gecenin sonunda Medine Kab­ristanı olan Baki’ye çıkar ve şöyle duâ ederdi: “Allah’ın selâmı sizlere olsun, ey inananlar yurdunun sakinleri! İleride meydana gelecek diye vadolunduğunuz şey size gelmiştir. Sizler, ölüm ile yeniden dirilme arasındaki zamanı bekliyorsunuz. İnşâallah bizler de sizlere kavuşacağız. Rabbim! Bakî’ü’l-Gargad Kabristanı’nın halkını bağışla!” [55]

İbn Abbâs, Büreyde ve Ebû Hüreyre’nin de (R. Anhüm) rivâyet ettiği bu hadisin başka bir varyantında ise: “Allah’ın selâmı üzerinize olsun ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de bağışlasın! Sizler bizim selefimizsiniz. Biz de arkadan geleceğiz.” [56] şeklinde hitap ettiği bildirilmektedir.

İTİRAZ
Bir hadiste Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurdular: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz! Şüphesiz şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.” [57]

CEVAP
Bu nasıl bir delil getirmektir?! “Kabirlere çevirmek” ifadesi, nehy mi ifade eder. Yoksa bu tâbir, kabristanda nasıl hiç kimse Kur’ân okumazsa, evinde de öyle hiç kimse Kur’ân okumaz olmasın, mânâsında mıdır?! Üslûba dair bir teşbihten çıkarılan bu mânâ, hangi usûl kitabında kayıtlıdır?! Bu hüküm, mezkûr hadisin ne zâhirinden ne nassından ne delâletinden ve ne de mefhumundan çıkarılamaz. Bu hadise karşı taraf kafasına göre yorum yaparsa, biz de şöyle yorum yapılabiliriz: Kabirlere girmiş, ölmüş olan kim­seler, “Namaz kıl!”, “Kur’ân oku!” emirlerinden muaf tutulmuştur. Bu se­beple ölü olan kabirde yatan ölüler, kabristanda ne namaz kılabilirler, ne de Kur’ân okuyabilirler. Müslümanlar, bu durumu dikkate alarak, evlerini kabristana benzetmemeli, orayı içinde yatıp uyunan birer otel durumuna getirmemeli, evlerinde ibadet etmeli ve namaz kılıp Kur’ân okumalıdırlar.

Kabirlere, cumadan cumaya olsun ayda bir olsun bayramlarda olsun arasıra gidilir ve Kur’an okunur. İşte evlerinizi  kabir ziyaretleri gibi ara sıra Kur’ân okunan bir yer yapmayın! Sık sık içlerinde Kur’ân okuyun!

(Kabrimi bayram yapmayın) hadis-i şerifinin mânâsı da ‘Kabrimi ziyaret için bayram (günleri) gibi belli gün tayin etmeyin! Yahudiler ve Hristiyanlar, Peygamberlerinin mezarlarını ziyaret için toplanıp çalgı çalar, bayram yaparlardı. Siz de onlar gibi yapmayın, çalgı çalmayın, merasim yapmayın’ demektir. Veya başka bir yorum  da yapılabilir.

Rasûlullâh’dan (S.a.v.) “Kabirlerde Kur’ân okuyun” diye sahih ve zayıf  rivayetler,mezhep imâmlarının ve âlimlerin “Okunur” şeklindeki söz­leri ortada iken, sizin yorumunuzun yanlışlığını anlamak için başka bir şey gerekmez.



KAYNAKÇA/DİPNOTLAR

[1] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyl, 1074.

[2] Heysemî, Mecmâu’z-Zevâîd, 6/314. (İbn Hanbel, aynı hadisi üç ayrı tarikle rivâyet etmiş, bunlardan birinin isnadında meçhul bir râvi kullanmıştır. İşte Heysemî, bu tariki zayıf olarak addetmiştir.)

[3] Heysemî, Mecmâu’z-Zevâîd, 6/314. (Taberânî ve İbn Hanbel, bu hadisi başka bir hadisin içerisinde tahric etmelerinin dışında müstakil olarak da rivâyet etmişlerdir.)

[4] Ebû Dâvûd, Risâletü Ebî Dâvûd ilâ Ehl-i Mekke, Sf: 38.

[5] İbn Hacer, Telhîsü’l-Habîr, 2/650. İbn Kettân’dan naklen.

[6] İbn Hacer, Telhîsü’l-Habîr, 2/650.

[7] Hâkim, el-Müstedrek, 1/753.

[8] İbn Hibbân, el-Müsnedü’s-Sahîh, Hadis No: 2991, 5/3.

[9] İbn Mâce, Cenâiz, 4.

[10] Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 2/5; İbn Hacer, Telhîsü’l-Habîr, 2/650.

[11] Hanbel, Müsned, 5/26-27.

[12] Zehebî, Tezkiretü’l-Huffâz, 3/1144.

[13] Kurtubî, et-Tezkira, 1/102; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2/65; Abdülhak, el-Âkıbe, Sf: 255.

[14] Nevevî, el-Mecmû, 5/115.

[15] İbn Hacer, Telhîsü’l-Habîr, 2/650.

[16] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/22.

[17] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/52.

[18] Şevkânî, İrşâdü’s-Sâil, Sf: 46.

[19] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 12/340, Hadis No: 13613; Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 7/16, Hadis No: 9294.

[20] Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 3/47.

[21] Yahya b. Bâbülettî (v. 218/833), Evzâî’nin (v. 158/775) torunudur. Görmediği halde Evzâî’den semâ yoluyla rivâyette bulunmasından dolayı cerhedilmiştir. İbn Hacer’in bu zâta zayıf demesi de sırf bu sebebe müsteniddir. Bkz. Buhârî, et-Târihu’l-Kebîr, VIII, 288 (trc. no. 3027); Mizzî, Tehzibü’l-Kemâl, XXXI, 411 (trc. no. 6862); İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, s. 593 (trc. no. 7585).
İbn Hibbân da aynı sebepten dolayı bu râvîyi “Mecrûhîn”ine almıştır. Fakat aynı yerde, “Bu râvî tek başına hadîs rivâyet eder ve bu rivâyeti de sikâ râvîlerin rivâyetine muhâlif olmaz ise ya da muvafık olursa bu şekilde rivâyetine i’tibar edilir” diyerek zayıflığın derecesini açıklamıştır. Bkz. Hibbân, el-Mecrûhîn, 3/127.

[22] Buhârî, Eyyûb b. Nehîk’i «Târîh»ine almış ama herhangi bir hüküm vermemiştir. İbn Ebî Hatim bu zât hakkında Ebû Zür’a’nın “Münkeru’l-hadis” dediğini naklettikten sonra kendi görüşünün de aynı yönde olduğunu ifâde etmiştir. İbnü’l-Cevzî de aynı ka­naat­tedir. Fakat İbn Hibbân, söz konusu râvîyi «Sikât»ına alarak tevsîk etmiştir, bkz. Buhârî, et-Târihu’l-Kebîr, I, 425 (trc. no. 1365); İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dil, II, 259 (trc. no. 930); İbnü’l-Cevzî, ed-Duâfâ ve’l-Metrûkîn, I, 132 (trc. no. 483); İbn Hibbân, es-Sikât, I, 213; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, I, 490.

[23] Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbih, 3/388 (H.no. 1717).

[24] el-Beyhakî, Şuâbu’l-Îmân, 7/16 (H.no. 9294).

[25] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 19/220, 221 (H.no.491); İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, 1/292 (trc. no. 5848); el-Beyhakî, es-Sünen, 4/56.

[26] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 3/47.

[27] İbn Hacer, Takribü’t-Tehzîb, Sf: 348 (trc.no.2975).

[28] İbn Ebî Hatim, el-Cerhu ve’t-Ta’dîl, 5/272 (trc. no. 1287); Zehebî, el-Kâşif, 1/639.

[29] el-Beyhakî, es-Sünen, 4/56.

[30] İbn Asâkir, Târihu Dımeşk, 1/292 (trc. no. 5848).

[31] Nevevî, el-Ezkâr, Sf: 137; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 3/47.

[32] İsnâdı zayıftır. Bunu Taberânî, «el-Kebîr»de (12/340,H:13613), Beyhakî, «Şuâbu’l-Îmân»da (9294) rivâyet etmiştir. Heysemî, «Mecmâu’z-Zevâid»de (3/44) ‘Bu hadîsin isnâdında Yahyâ b. Abdillah el-Bâbulitî vardır ki, o zayıf bir râvîdir’ demiştir.

[33] Buhârî, Cenâiz, 65; (h: 1335); Ebû Dâvud, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 11/492, 493 (h.no: 11393, 11403).

[34] Abdurrezzâk, el-Musannef, 3/489.

[35] el-Begavî, Şerhu’s-Sünne, 3/247. Hanefî, Şâfiî, İshâk, Nehâî ve Sevrî gibi âlimlerin kanaati bu yöndedir.

[36] Allâme Muhaddisin Muhammed b. Alî en-Nimevî, Âsaru Sunen ve Haşiyesi et-Taliku’l-Hasen, Sf: 338.

[37] Süyûtî, el-Câmi, Sf: 406.

[38] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 2/445.

[39] Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, 7/56 (trc.no. 1415).

[40] İbn Adiy, el-Kâmil, 8/168 (trc. no. 1901); Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, 27/219 (trc. no. 5780).

[41] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 12/340, Hadis No: 13613; Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 7/16, Hadis No: 9294.

[42] Bezzâr ve Hâkim, Ebü’d-Derdâ’dan merfu olarak. Hâkim’in isnadı sahihtir. Bezzar da is­nadı sahihtir, dediler. Benzerlerini, Ebû Dâvûd (3800) Tirmizî (1726) İbn Mâce (3367) Ta­berânî es-Sağır: 1111 el-Kebir: 6124, 6159, Darekutnî (IV, 298), el-Beyhakî 10/12 ve di­ğerleri merfu ve mevkûf bir çok yolla rivâyet etmişlerdir.) Geniş bilgi için İbn Receb el-Hanbelî’nin «Câmiu’l-Ulum ve’l-Hikem»ine bakılabilir. 2/150-173, Müessesetü’r-Risâle, 1412.

[43] A. Naim, Tecrid Tercemesi (Mukaddime), Sf: 343.

[44] İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 189-190.

[45] Buhârî, Cenâiz, 95; Vasâyâ, 19; Müslim, Zekât, 51; Ebû Dâvûd, Vasâyâ, 15; Nesâî, Vasâyâ, 7; İbn Mâce, Vasâyâ, 8.

[46] Müslim, Sıyam, 27.

[47] Buhârî, Hac, 1; Cezâu’s-Sayd, 23, 24; İsti’zân, 2; Müslim, Hac, 407, 408, (1334, 1335); Mâlik, Muvatta, Hac: 97, (1, 359); Tirmizî, Hac, 85, (928); Ebû Dâvûd, Menâsik, 26, (1809); Nesâî, Hac, 9, 11,12, (5, 117, 118).

[48] Müslim, Sahih, 3/1017; İbn Mace, Mukaddime, No: 203.

[49] Müslim, Vasâyâ, 14; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 1/113 (19. bâb); Ebû Dâvûd, Vasâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36.

[50] İbn Huzeyme, Zekât, 450 (h.no. 2495); İbn Hibbân, Mukaddime, 93; İbn Mâce, Mukaddime, 20.

[51] İbn Mace, Mukaddime, 20.

[52] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 59.

[53] Müslim, Cenâiz, 85-86. Cenaze namazında okunabilecek pek çok me’sûr duâ vardır. Bunlardan, Nevevî’nin “Bu konuda en sahih duâ budur” dediği rivâyeti tercih ettik.

[54] Müslim, Cenâiz, 5-6; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 19; Tirmizî, Cenâiz, 7; Nesâî, Cenâiz, 3; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/291.

[55] Müslim, Cenâiz, 102; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 83; Tirmizî, Cenâiz, 59; Nesâî, Cenâiz, 103.

[56] Tirmizî, Cenâiz, 59.

[57] Müslim, Müsâfirîn, 212; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 2.