“ÖLÜLERE KUR’ÂN OKUNMAZ” DİYENLERİN DELİLERİ
Allah Rasûlü (S.a.v.), kabirleri ziyaret ettiği zaman şu duayı okurdu:
“Es-selâmu aleyküm ehle’d-diyâri mine’l-mü’minine vel müslimin. Ve innâ inşâAllah le lâhikûn. Es’elullâhe lenâ ve lekümü’l-âfiyeh.” Anlamı: “Ey mü’minlerin ve Müslümanların diyarının ehli! Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Allah dilerse, muhakkak biz de sizin yanınıza geleceğiz. Allah’dan bizlere ve sizlere âfiyet dilerim.” [1]
Hatta Âişe vâlidemiz anlatıyor:
Rasûlullâh (S.a.v.): Cibrîl bana: “Muhakkak ki Rabbin sana Baki’ (Mezarlığı) ehline gidip onlar için istiğfar etmeni” emrediyor, dedi. Ben (Âişe) de dedim ki:
“Yâ Rasûlallâh! Onlar için nasıl duâ edeyim?” Rasûlullâh (S.a.v.) dedi ki Şöyle de: “Es-selâmu aleyküm ehle’d-diyâri mine’l-mü’minine vel müslimin. Ve yerhamullahu’l-mustakdimîne minnâ vel muste’hirîn. Ve innâ inşâAllah biküm le lâhikûn.” Anlamı: “Ey mü’minlerin ve Müslümanların diyarı! Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Allah, bizden önce ölenlere ve bizden sonra öleceklere rahmet eylesin. Allah dilerse biz de sizlere kavuşacağız.” [2]
Dolayısıyla, eğer kabirlerde Kur’an okumak câiz olmuş olsaydı veya Kur’an okuyup da onun sevabını ölülere gönderme gibi bir şey dinimizde câiz olmuş olsaydı, bunu Rasûlullâh (S.a.v.) mutlaka muhterem hanımına söylerdi. Çünkü İslâm’ın bu hususta şöyle bir kuralı vardır: “İhtiyaç anında beyanın geciktirilmesi câiz değildir.” Yani, eğer ölüler için Kur’an okumanın onlara faydası olacak olsaydı, bunu Allah Rasûlü (S.a.v.) mutlaka söylerdi. Çünkü kendisine kabirleri ziyaret etmek isteyen bir kimsenin orada ne yapacağı sorulmuştu.
Eğer Kur’an’a ve Sünnete az da olsa vâkıf olunmuş olsaydı, insana faydası olmayacak bu gibi bid‘atlerle uğraşılmayacaktı. Ölüler için Kur’an okumanın câiz olduğuna dair hiçbir delil olmadığı gibi bunun tam zıddına birçok delilin olduğunu biliyoruz. Ölmüşlerin arkasından Yâsîn Sûresini okumak Kur’ân’a ve Kur’ân merkezli Sünnet’e kesinlikle zıt olan çirkin bid‘atlerden bir tanesidir. Bu bid‘at, Asr-ı Saadet ve Hulefa-ı Râşidîn döneminde yoktu. Sonraki dönemlerde ortaya çıkmıştır.
Yâsîn Sûresinde ölülere hitap yoktur. Ölüye Yâsîn okunması konusunda, bir tane bile sahih hadis yoktur. İlgili hadisteki “Ölüleriniz” kelimesini Hanefîler’in dışında Şâfiîler “Ölmek üzere olanlar” diye açıklamışlardır. Hanefîler dışında üç mezhebin görüşlerine bakıldığında ölülere Kur’ân okunmayacağı açıkça görülecektir. Selef âlimleri hayra çok düşkün olmalarına rağmen kimse Kur’ân okumakla ilgili bir şey nakletmemiştir. Rasûlullâh Efendimiz de onlara bunu anlatmamıştır. Onları duâya, istiğfara, sadakaya, hac ve oruca teşvik etmiştir. Kur’ân okumanın sevabı da ölülere ulaşacak olsaydı, Efendimiz bunu onlara anlatır ve onlar da böyle yaparlardı. Kur’ân diriler için kanundur, ölüler için değildir. Peygamberimiz kaç ölüye Kur’ân okumuştur, hangi âyette “Okuyun!” denilmektedir?
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ / “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (en-Necm, 53/39)
“Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Zira şeytan içinde Bakara Sûresi’nin okunduğu evden kaçar” [3]
“ÖLÜLERE KUR’ÂN OKUNUR” DİYENLERİN DELİLERİ
Okunacağına dair mezheb imamlarının ve âlimlerin görüşlerini açıklayacağız. Sonra açık ve net bir şekilde “Kabirde ölüye Kur’an okuyun!” buyrulan âyet ile sahih ve zayıf hadisleri göstereceğiz ve akabinde de o hadislere yapılan tahriçleri yazacağız. “Kabirde ölüye Kur’an okunmaz” diyenlerin elinde açık ve yoruma ihtiyaç duymayan bir âyet, sahih veya zayıf bir hadis yoktur. Ölüye Kur’an okunmaz, diyenlerin elinde, dilinde, sadece yoruma muhtaç olan (Te’vil) hadisler var. Biz onları zikredip, onların konu hakkında birer delil olmayıp tamamen yorum olduğunu ispatlayacağız.
ÖLÜLERE KUR’ÂN OKUMA İLE İLGİLİ ÂLİMLERİN GÖRÜŞLERİ
Başta mezhep imâmları olmak üzere, fakihler de konu hakkında değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin bilinmesi ile konunun daha iyi anlaşılacağını ve aydınlanacağını umuyoruz.
Hanefî Mezhebi
Hanefîler (Mutekaddimîn ve Muteahhirîn), gerek kabirde gerekse başka mekânlarda olsun, ölülere Kur’ân okumanın câiz olduğunu ve okunan Kur’ân’ın sevâbının bağışlanması durumunda bunun ölüye ulaşacağını söylemişlerdir. [4]
Hanefî fıkıh kitaplarının hemen hemen tamamında, konuya ilişkin şu metin yer almaktadır. “Kişi, namaz, oruç, zekât, hac ve Kur’ân okumak gibi bir ameli yapar da sevâbını başkasına bağışlarsa -bunu hangi niyetle yaparsa yapsın- bu yapılan bağış yerine ulaşır ve kendisine bağış yapılan kimse bundan yararlanır. Ölü veya diri olması fark etmez.” [5]
Buna delil olarak, Hazreti Peygamber’in (S.a.v.) ümmeti adına kurban kesmesini, ölülere Yâsîn okunabileceğini gösteren, ölü adına hac ve sadakanın faydalı olacağını bildiren ve kabirlerde Yâsîn ile İhlâs Sûresi’nin okunabileceğini gösteren hadisleri almışlardır. [6] Muhaddis ve fakîh İmâm Aynî’den (v. 855/1451), İbn Âbidîn’e (v. 1252/1836) kadar, hemen hemen bütün Hanefî fakihleri buna dâhildir.
Hanefî mezhebine göre, bir insan akrabasının veya yakın dostunun kabri başında Kur’ân okusa güzel olur. [7]
Şu ifadeler de Hanefî âlimlerine aittir: “Ehl-i Sünnet ve’l Cemâat Mezhebi’ne göre bir insan, namaz, oruç, hac, Kur’ân okumak, zikir, gibi işlediği güzel amellerinin sevabını başkasına hediye edebilir.” [8]
Hanefî âlimleri, Ehl-i Sünnet’in de Hanefî görüşünde olduğunu ileri sürmüşlerdir. [9]
Mâlikî Mezhebi
Mâlikîlerden bazıları, duânın dışındaki bedeni ibadetlerin ölüye ulaşmayacağını söylemişlerdir. Onlara göre muhtazarın (ölüm halinde olan) yanında Kur’ân okunabilir. Ama defin sırasında ve definden sonra Kur’an okunmaz. Fakat Abdulhak el-İşbîlî (v.581/1185), ve İmâm Kurtubî (v.681/1282) gibi müteahhir Mâlikî âlimleri -özellikle de Endülüs fukahâsı- ölülere Kur’ân okunabileceğini ve ölülerin bundan yararlanacağını söylemişlerdir. [10]
İmâm Kurtubî (Rh.a.), ölülerin durumu ve âhirete müteallik işlerle ilgili yazdığı kitabında bu konuya geniş yer vermiş ve sonuç olarak: “Ölülere Kur’ân okunduktan sonra bağışlanan sevap ulaşır. Çünkü Kur’ân bir duâ, istiğfar, yakarma ve istirhâmdır.” [11]
Mâlikî Mezhebi’nde kişinin şartsız olarak kendi kabri üzerinde Kur’ân okunmasını tavsiye etmesi câizdir. [12]
Mâlikîlerden Kâdî İyâz, ölüye Kur’ân okumanın müstehab olduğunu söylemiştir. [13]
Şâfiî Mezhebi
İmâm Gazâlî (v. 505/1111) bu bölümde verilen hadislerden başka birtakım rüyâlara ve İslâm bilginlerinin sözlerine de yer vererek, kabirdeki ölülere Kur’ân okumakta hiçbir sakıncanın olmadığını ve kırâatın sevabının ölülere ulaşacağını ifâde etmiştir. [14]
İmâm Gazâlî, İbnü’s-Salâh, Nevevî, Muhibbu’t-Taberî, İbn Rif’at, İbn Hacer, Süyûtî ve Şirbînî’nin de içlerinde bulunduğu müteahhir Şâfiî ulemasının tamamına yakını, ölülere Kur’ân okunabileceğini kabul etmişlerdir. [15]
İmâm Nevevî (Rh.a.) «el-Ezkâr»ında ise, İmâm Şâfiî ve arkadaşlarının, “Ziyaretçilerin, kabirde Kur’ân’dan bir bölüm okumaları müstehaptır. Şâyet Kur’ân’ın tamamını okurlarsa/hatim yaparlarsa, daha güzel olur” [16]
Sahabeden Amr b. Âs (R.a.) şöyle demiştir: “Beni kabrime defnettiğiniz zaman, bir deve kesip etini parçalayacak kadar mezarımın başında bekleyin ki sizin varlığınızla yeni hayatıma alışma imkânı bulayım ve Rabbimin elçilerine vereceğim cevapları hazırlayayım.” [17]
İmâm Nevevî (Rh.a.)‘nin «Riyazu’s-Salihin» adlı eserinin şerhi «Nuzhetül Müttekin»’de, «Kuran okumak, istiğfarda bulunmak, dua etmek» babında yukarıdaki Amr b. Âs’dan gelen 947. hadisin devamında İmâm Şâfii’nin şu sözlerini nakleder:
“İmâm Şâfiî dedi ki: Kabrin yanında Kur’ân’dan bir bölüm okumak müstehaptır. Şâyet Kur’ân’ın tamamını okurlarsa/hatim yaparlarsa, daha güzel olur.” [18]
İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, «Kitâbü’r-Rûh» adlı kitabında şöyle aktarır: Hasan b. Sabbah Zaferanî der ki: İmâm Şâfiî’ye kabirde Kur’ân okuma hakkında sorduğum zaman, O da: “Kabirde Kur’ân okumanın hiçbir sakıncası yoktur” sözünü naklediyor. [19]
Şafiilerin İmâm Şâfiî’den sonra ikinci büyük imam olarak gördükleri İmâm Nevevî, «Riyâzü’s-Sâlihîn» ve diğer eserlerinde İmâm Şâfiî’nin “Ölülere Kur’an okumanın müstehaptır” sözünü aktarmasına ve İbnü’l-Kayyim’in «Ruh» kitabın’da Hasan b. Sabbah Zaferanî’den aktardığı açık ifadelere rağmen, İbn Teymiyye İmâm Şâfiî’den böyle bir görüşün bilinmediğini söyleyebiliyor. İbn Teymiyye bilmeyebilir, görmemiş olabilir; bizim için görenlerin ifadesi ve Şafii ulemâsının görüşü geçerlidir.
Bunlara rağmen nefislerine uyup hakka teslim olmayanlardan bazıları şöyle diyebilir: “Zaferani’nîn İmâm Şâfiî’ye sorması İmâm Şâfiî’nin eski görüşü olabilir.” Biz de deriz ki: Şafiilerin İmâm Şâfiî’den sonra ikinci büyük imam olarak gördükleri İmâm Nevevî, «Riyâzü’s-Sâlihîn» ve diğer eserlerinde İmâm Şâfiî’nin “Ölülere Kur’an okumak müstehaptır” sözünü aktarması, diğer Şâfiî ulemâsının bunu böyle kabul etmeleri yanında sizin hakkı gizlemek için delilsizce “İmâm Şâfiî’nin eski görüşü olabilir” demenizin ilmi hiçbir değeri yoktur.
Ayrıca İbn Teymiyye “Mezar başlarında Kur’ân okumanın hiç bir sakıncası yoktur” görüşüne “İmâm Ahmed‘den gelen son rivayet budur” demesine rağmen “Selef bunu yapmamıştır” diyebiliyor. Kendinden önceki âlimlerin konuyla ilgili görüşlerini değerlendirdikten sonra, kendi kanaatini ortaya koyan Şirbînî de, insanların uygulamasının bu yönde olduğunu ve Müslümanların güzel gördüğü her şeyin Allah katında da güzel olacağı söyleyerek, ölülere Kur’ân okumanın müstehap olduğu şeklindeki kanaatini beyan etmiştir. [20]
Şâfiîlerin sonraki âlimlerinin yazdıklarına göre, kırâatın ölüye ulaşması ölünün huzurunda olması; gıyabında ise kırâatın arkasından duâ edilmesi durumundadır. Çünkü kırâat mahalline rahmet ve bereket iner. Kırâatın arkasından duâ edilmesi durumunda duânın kabul edilmesi daha çok umulur. Bunun gerektirdiği mana şudur: Kastedilen ölünün kırâattan faydalanmasıdır, ölünün o sevabı kazanması değildir.
Hicrî altıncı asırdan itibaren İbn Abdi’s-Selâm (v. 660/1261) dışında Şâfiî fukahâsının geneli Hanefîlerin görüşünü benimsemiş ve ölülere Kur’ân okunabileceğini söylemişlerdir. Şâfiî ve Hanbelî mezhebine göre, kişinin kendi kabri üzerinde Kur’ân okumayı vasiyet etmesi câizdir. Çünkü şu üç durumda Kur’ân okumanın sevabı ölüye ulaşır: Kabrin yanında okumak, okuduktan sonra dua etmek, sevabını ölünün ruhuna niyet ederek okumak. [21]
Bazı Şâfiî âlimlerine göre, kabrin sahibi -arkasından dua okunsun, okunmasın- kabri üzerinde okunan Kur’ân sevabından faydalanır. [22]
Bir mezarlıkta okunan ve oradaki bütün ölülerin ruhuna hediye edilen Kur’ân’ın sevabı, bölünerek mi yoksa bölünmeden mi onların ruhuna gider? Şeklindeki bir soruya karşılık, Şâfiî alimlerinden bazıları şöyle cevap vermiştir:
İbn Hacer (Rh.a.): “Her ölüye okunan Kur’ân’ın sevabı, bölünmeden tam olarak kendisine ulaşır, bu Allah’ın geniş rahmetine en uygunudur.” [23]
İmâm Nevevî’nin (Rh.a.), «el-Mecmû Şerhu’l-Mühezzeb» [24] adlı kitabında da şöyle der:
Şâfiî mezhebinde, daha çok şöhret bulmuş görüşe göre Kur’an’ın sevabı ölüye ulaşmaz. (Şâfiîlere göre Kur’ân okunur, “Sevabı ulaşmaz” ifadesi onunla karıştırılmasın!).
Bundan dolayı Şâfiîler: “Allah’ım! Okumuş olduğum Kur’ân’ın sevabının bir mislini falanca kişiye ulaştır” diye dua ederler.
Dolayısıyla Şâfiîlere göre bu şekilde olursa, yani okunan Kur’ân’ın sevabının bir mislini falanca kişiye ulaştır! Şeklinde dua edilip hediye edilirse, okunan Kur’ân’ın sevabının ölüye ulaşacağını söylemişlerdir.
Bize (Hanefîlere) gelince, ölüye ulaşan sevabın bizzat kendisidir. [25]
“İnsanın, özel olarak kabrin yanında veya uzağında Kur’an okuyarak, vefat eden ana-babası, yakınları ve dostlarının, genel olarak Müslümanların geçmişlerinin ruhlarına hediye etmesi câiz ve mümkün müdür?” suâline; İbnü’s-Salâh (v. 643/1245) şu cevabı verir:
“Bu mevzuda fakihler arasında farklı görüşler vardır. Halkın ekseriyetinin amel ve tatbikâtı bunun cevaz ve imkânını gösterir. Bunu istediğinde insan, “Allah’ım! (Kur’an’dan) okuduklarımı falancaya ulaştır!” demeli ve böylelikle onu duâ kılmalıdır. Bu hususta yakın ile uzak değişmez.” [26]
İbn Hacer el-Askalânî (Rh.a.)de, kendisine sorulan kırâatın sevabı ölüye ulaşır mı? suâline şu cevabı verir: “Bu, meşhur bir meseledir. Bu mevzuda ben bir risale yazdım. Hâsıl-ı kelam, mütekaddim ulemânın ekseriyeti okunan Kur’an’ın sevabının ölüye ulaşacağı görüşündedir. Tercih edilen görüş ise, bu amelin müstehap olması ve çok yapılması kabul edilmekle beraber mesele hakkında kesin bir şey söylemekten geri durmaktır…” [27]
Şevkânî (v. 1250/1834) de, diğer müteahhir ulemâ gibi ölülere Kur’ân okunabileceğini ve bunun sevabının ölüye ulaşacağını söylemiştir. [28]
Daha önce ifâde ettiğimiz gibi, Şevkânî, “Ölülerinize Yâsîn Sûresini okuyunuz!” hadisinin, ölüler hakkında nass (hakikat), muhtazarlar için ise mecaz olduğunu, mecaza gitmek için de bir karineye ihtiyaç olduğunu belirtmiş ve hadisten anlaşılması gereken anlamın hakikat olduğuna hükmetmiş ve Yâsîn Sûresi ölüye okunduğunda sevabının ölüye ulaşacağını söylemiştir. [29]
Sonuç olarak cumhûr-u fukahâ, Kur’ân-ı Kerîm’in ölülere okunabileceği, kırâatın sevabının bağışlanması durumunda bu sevabın ölülere ulaşacağı ve ölülerin bu sevaptan yararlanacağı kanaatindedir. Sadece İmâm Mâlik bu görüşe katılmamaktadır.
Kurtubî, Abdülhak gibi Mâlikî fıkıhçıları da dahil, hicrî beşinci asırdan itibaren müteahhir fukahâ arasında ise ölülere Kur’ân okunabileceği, sevabının bağışlanabileceği ve ölülerin bundan faydalanacağı konusunda icmâa varan bir ittifak oluşmuştur. Hatta bâzı fakihler bu konuda icmâ olduğunu bile ileri sürmüşlerdir. [30]
Ezher şeyhlerinden Hattâb es-Sübkî (v.1352/1933), ölülerin kendilerine bağışlanan her türlü ibadetten yararlanacaklarını, cumhurun görüşünün bu yönde olduğunu söylerken, [31] çağdaşı Reşid Rızâ (v.1354/1935) da Mekke Kadısı ile Mekke’de yaptığı mülakatta kadıya, ölülere Kur’ân okunup okunamayacağını sormuş, okunur cevabını alınca kendisi de bu görüşe katılmıştır. [32]
Seyyid Sâbık, [33] Mısır Müftüsü Hasan Mahlûf, [34] Ezher şeyhlerinden Şerabâsî, [35] Abdülkerîm Zeydân, [36] Abdulfettah Ebû Gudde ve Zuhaylî [37] gibi son devir âlimlerinin çoğu, cumhûrun görüşünü benimsemişlerdir.
Kurtubî ve Suyûtî gibi âlimler, İbn Abdi’s-Selâm ile ilgili şöyle bir hâtıra naklederler:
İbn Abdi’s-Selâm ölünce, sürekli beraber olduğu dostlarından birisi onu rüyasında görmüş, ona:
— “Sen hayatta iken okunan Kur’ân’ın sevabının ve hediye edilen ecrin ölülere ulaşmadığını söylüyordun, hâlâ aynı görüşte misin?” diye sorunca şu cevabı almıştır:
— “Evet ben dünyada iken öyle diyordum, Allah’ın lütfunu ve ikramını görünce artık o görüşümden döndüm. Ölülere okunan Kur’ân’ın sevabı onlara ulaşır.” [38]
Hanbelî Mezhebi
İbn Teymiyye «Sırât-ı Müstakîm»de bu konuda şöyle demektedir: “Mezarlıkta Kur’ân okumak mekruh mudur, yoksa değil midir?” meselesinde İmâm Ahmed‘den nakledilen iki ayrı rivayet vardır. Birincisine göre mezar başlarında Kur’ân okumak mekruhtur. İkincisine göre mezar başlarında Kur’ân okumanın hiç bir sakıncası yoktur.
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “İmâm Ahmed son rivayette gelen görüşünde mezar başlarında Kur’ân okumaya ruhsat vermiştir.” [39]
İbnü’l Kayyim de «er-Rûh»da şöyle der: “İmâm Ahmed, ilk başta bunun hakkında kendisine bir eser ulaşmadığı için inkâr ederdi. Daha sonra bu görüşünden döndü.”
Şârih şöyle demiştir: “Bu ikinci görüş İmâm Ahmed’den gelen meşhur görüştür.” [40]
Ebü’l-Hasen el-Merdâvî el-Hanbelî (Rh.a.) şöyle demiştir: “İki rivayetten en sahih olanı câiz görmesidir. Mezhepte esas olan caiz görmesidir. Bunu «el-Furû»da ve diğer yerlerde söylemiş ve bunu kesin olarak ifade etmiştir… Mezhep mensupları da bu görüştedir.” [41]
Yine el-Merdâvî şöyle demiştir: “Ebûbekir el-Hallâl ve talebesi şöyle demişlerdir: Mezhepte esas olan görüş tek rivayettir. O da bunun mekruh olmadığı yönündedir.” [42]
Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini derleyen Hanbelî fakihi Ebûbekir el-Hallâl (Rh.a.) şöyle demiştir: “Sika ve güvenilir hocamız Ebu Ali el-Hasan b. Heysem el-Bezzâz bana şöyle dedi: Ben Ahmed b. Hanbel’i gördüm, kabirlerin başında Kur’ân okuyan âmâ/kör bir adamın arkasında namaz kılıyordu.” [43]
İbn Kudâme el-Makdisî (v. 682/1283) ve İbn Teymiyye (v. 728/1327), Ahmed b. Hanbel’in bu görüşünün son görüşü olduğunu ve bunun daha meşhûr olduğunu söyleyerek tercihte bulunmuşlardır. [44]
İmâm Kurtubî (Rh.a.) diyor ki: “İmâm Ahmed, önceleri hayattakilerin (bağışladıkları) sevabların ölülere ulaşmasını kabul etmezdi. Nihayet bazı güvenilir kişiler, Abdullah b. Ömer (R.a.) defnedildiği zaman başucunda Fâtiha, Bakara Sûresinin ilk ve son âyetlerinin okunmasını vasiyet ettiğini kendisine haber verince İmâm Ahmed bu ictihadından dönmüştür.” [45]
Müteahhir âlimlere göre mezhepte esas olan görüş câiz gördüğü ikinci rivâyettir. [46]
Ahmed b. Hanbel’in mezar başlarında Kur’ân okumayı câiz gördüğü görüşü, içlerinde Osman b. Ahmed el-Mevsılî, Muhammed b. Kudâme el-Cevherî, Muhammed b. Ahmed el-Merverrûzî’nin de bulunduğu kalabalık bir grup nakletmiştir.
Bu rivayet Ebu Bekir Hilâl ile Hanbelî‘nin yakın dönemli taraftarları tarafından tercih edilmiştir. Bunlar, bu rivayetin İmâm Ahmed’den gelen son rivayet olduğunu söylemişlerdir.
Hanbelîler de Hanefîler gibi düşünerek, ölülere Kur’ân okunmasını câiz görmüşlerdir. Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Kudâme el-Cevherî ile birlikte bir cenazeye katılmış ve tam mezarlıktan ayrılacakları esnada kör bir adam kabrin başında Kur’ân okumaya başlayınca, İbn Hanbel: “Ey falanca! Kabirde Kur’ân okumak bid‘attır.” diyerek kırâata engel olmuştur. Bunun üzerine Muhammed b. Kudâme, Ahmed b. Hanbel’den, Mübeşşir b. İsmâîl el-Halebî hakkındaki düşüncesini ve ondan hadis alıp almadığını sormuş, o da söz konusu şahsın sikâ (rivayet hususunda güvenilir, mûteber) olduğunu ve kendisinden rivâyette bulunduğunu ifâde etmiştir.
Bunun üzerine Muhammed, Leclâc (R.a.) hadisini, Mübeşşir b. İsmail’in kendisine rivâyet ettiğini söylemiştir ki bu hadisin tahrici ileride gelecektir. Bunu duyan Ahmed b. Hanbel, kabirde Kur’ân okumanın bid‘at olduğunu söylediği adamın çağrılmasını ve kırâatına devam etmesini istemiştir. [47]
Yine Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediği nakledilmektedir: “Kabristana girdiğinizde Âyete’l-Kürsî ve üç defa İhlâs Sûresini okuyarak şöyle duâ ediniz: Allah’ım! Onun ecrini şu kabir halkına ulaştır.” [48]
Başka bir rivâyette ise, “Fâtiha Sûresini, Muâvizeteyn ve İhlâs Sûrelerini okuyunuz. Sonra da bunu kabir halkına bağışlayınız! Çünkü o ölülere ulaşır” buyurmuştur. [49]
Hanbelî mezhebine göre, kişinin kendi kabri üzerinde Kur’an okumayı vasiyet etmesi câizdir. Çünkü şu üç durumda Kur’ân okumanın sevabı ölüye ulaşır: Kabrin yanında okumak, okumadan sonra dua etmek, sevabını ölünün ruhuna niyet ederek okumak. [50]
Bu konuda Hanbelîler de Hanefîler gibi çerçeveyi geniş tutarak -ne tür ibâdet olursa olsun- kişi yaptığı ibâdetin sevâbını ölülere bağışlarsa, Allah’ın izniyle ölü bundan yararlanır, demişlerdir.
Ebû’l-Ferec İbnu’l-Cevzî (Rh.a.) şöyle diyor: Hasan el-Basrî, Ahmed b. Hanbel, Süfyan es-Sevrî gibi ihlâslı âlimler ile Ma‘ruf el-Kerhî gibi gerçek zahidlerin yakalayabildikleri mutluluk ve gerçek lezzetli hayatı başka birilerinin yakalayabilmiş olduğuna ihtimal vermiyorum.
İşte Ma‘ruf el-Kerhî inzivayla, güzel ve en mutlu hayatı yaşamıştır. Sonra vefatının üzerinden dört yüz sene geçmesine rağmen, her gün mezarında Kur’ân okunur, hatimler indirilir, mezarını ziyaret edenler en azından bir İhlâs-ı Şerif okur ve ruhuna hediye eder. Burada İbnü’l-Cevzî’nin sözlerini noktalıyoruz. [51]
İbn Teymiyye 70.000 defa “Lâ ilâhe illallâh” zikrinin sevabının ölüye bağışlanması hakkında şöyle diyor: “İnsan tehlil yaparsa -bu zikir ister 70.000 den az ister fazla olsun- ölüye hediye edilirse, ölüye fayda verir.” [52]
İbn Teymiyye, Mâlî ibadetlerin sevabının ölülere ulaşması noktasında Ehl-i Sünnet ve’l Cemâat arasında hiçbir aykırı görüşün olmadığını; namaz kılarak, oruç tutarak ve Kur’ân okuyarak sevaplarının bağışlanması durumunda, bunların ölülere ulaşıp ulaşmadığı hakkında ise tartışmaların olduğunu söylüyor. Daha sonra “Namaz kılarak, Kur’ân okuyarak bedenle yapılan ibadetlerin sevaplarının da ölülere ulaşması bir çok delille desteklendiği için doğru olan görüştür”, diyor. [53]
İbn Teymiyye: “Sadaka ve duânın ölülere ulaştığı gibi -akraba olsun olmasın- kişinin yaptığı her türlü amelin sevâbı da ölüye ulaşır ve ölü de bundan faydalanır. Hatta üzerine kılınan cenaze namazından bile.” [54]
Fakat «Sırâtü’l-Müstakîm»de İbn Teymiyye “Bu görüş doğru olsa bile ölünün mezarı başında Kur’an okumanın müstehab (özendirecek bir hareket) sayılmasını gerektirmez. Eğer olsaydı Peygamber bunu ümmetine bildirirdi” [55] diyerek insanlara eksik ve yanlış bir bilgi veriyor. Selef alimlerinden olan Ahmed b. Hanbel, Selef’in yaptığına dair bir delili görüp “Ölüye Kur’an okunmaz” görüşünden vazgeçip “Okunur” diyor. Şimdi biz bu konuda Selef alimlerinden Ahmed b. Hanbel ve diğer mezheplere mi uyacağız yoksa kendisiyle çelişen İbn Teymiyye’ye mi uyacağız? Elbetteki Selef ulemasının yoluna uyacağız.
İTİRAZ
“Hayat sahibi olan kimseyi korkutması ve kâfirler üzerine de azabın tahakkuk etmesi için (O Kur’ân’ı) indirdik.” (Yâsîn, 36/70)
Bu ayetten açıkça anlaşıldığına üzere Kur’ân ölüler için değil, diriler için inmiştir! Kur’ân yaşayan bedenlerdeki ölü kalpleri yeniden diriltmek için gönderilmiştir. O halde ölülere Kur’ân okumak dinde aslı olmayan bir bid‘attır.
CEVAP
Bu açıkça yanlış ve eksik bilgilendirmedir. Çünkü Rasûlullâh’dan (S.a.v.) kabirlerde Kur’an okumamızı tavsiye eden sahih ve zayıf hadisler vardır. Okunmaz diyenlerin elinde ise, yoruma muhtaç olmadan açık bir şekilde “Kur’an okumayın!” diyen ne bir âyet ne bir -sahih veya zayıf- hadis ne de bir Sahabe sözü de yok
Evet, ölü kendisine okunan Kur’ân’ı dinlemek neticesinde, yaşarken Kur’ân dinleyerek aldığı sevap gibi bir sevap elde edemez ve hidayete eremez. Ölmüş olanları hidayete ermeleri için uyarmak ve inkarcı olarak ölmüş olanları da cehennem azabıyla korkutmak için Kur’an okunmaz. Hayatta olanları uyarıp hidayete ermeleri ve inkarcıları da cehennem azabıyla korkutmak için Kur’ân okunur. Bu açıdan Kur’an ölüler için değil, diriler için inmiştir!. Ölüler zaten öldüklerinde cennet-cehennem gerçeğini idrak etmiş olduklarından onları uyarmak ve azapla korkutmaya gerek kalmıyor.
Ayette de bu kastediliyor. Doğru! Fakat bizden önceki Müslüman kardeşlerimiz için hayır dualar etmemizi bizzat Allah Teâlâ bizlere tavsiye etmiş, Peygamber Efendimiz (S.a.v.) de bu yöndeki uygulamaları ile bizlere örnek olmuştur.
Allah Teâlâ (C.c.) şöyle buyurur (meâlen): “Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde mü’minlere karşı kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz sen şefkatlisin merhametlisin. derler.” (Haşr 59/10)
Kıldığımız her namazın sonunda şu duayı okumamız tavsiye edilmiştir:“Rabbimiz; hesabın görüldüğü günde beni, anamı, babamı ve tüm mü’minleri bağışla!” (İbrâhîm, 14/41)
Bu duâlar Kur’ân ayetleridir.
Ebû Üseyd Mâlik b. Rebîa es-Sâidî (R.a.) şöyle dedi: Bir gün biz Rasûlullâh’ın (S.a.v.) huzurunda otururken Selemeoğulları kabilesinden bir adam çıkageldi ve:
“Yâ Rasûlallâh! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Evet! Onlara dua eder ve günahlarının bağışlanmasını dilersin, vasiyetlerini yerine getirirsin, akrabasını koruyup gözetirsin, dostlarına da ikramda bulunursun.” [56]
Kur’ân okuyarak dua edersek, Allah (C.c.) dilerse merhamet eder, dilerse etmez. Ölülerimize duâ edip Kur’ân okuduğumuzda, hâsıl olan sevabı ölüye hediye edip bağışlayabiliriz. Kur’ân’ın sevabı, onu anlayarak okuyan ve yaşamaya çalışan kişiye aittir. Ancak, ölen kimse hayatta iken başka bir kimseye Kur’ân okumayı öğretmişse veya öğrenmesine vesile olmuşsa, öğrettiği o kimse Kur’ân’ı her okuduğunda kendisine de sevap yazılır. Bu da zaten o güzel amele vesile olmanın sevabıdır.
Cenaze namazında Fâtiha Sûresinin okunacağına dair Talha (R.a.)’dan şöyle bir hadis nakledilmektedir:
عن طلحة قال: صليت خلف ابن عباس على جنازة فقرأ بفاتحة الكتاب، قال : لتعلموا انها سنة.
Talhâ (R.a.)’dan: Abdullah b. Abbâs’ın (R.a.) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve o, Fâtiha Sûresi’ni okudu. Sonra da “Onun sünnet olduğunu öğrenin diye böyle okudum” dedi. [57]
Cenaze namazı Allah’ı övmek, Hazreti Peygamber’e salavât getirmek ve ölü için de duâ etmek olarak telâkki edilmektedir. Zaten rükûsuz ve secdesiz olması onun diğer namazlardan farklı olduğunu gösterir. Cenaze namazı ölmüş olan kişiye kılınır. Bu namazın ön şartı cenazenin vukuudur. Sırf ölü için kılınan bir namazda Kur’ân okunması anlamlıdır. İster duâ anlamında olsun isterse Kur’ân’dan bereketlenme anlamında olsun, bu uygulama ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccettir. Biz Hanefîler cenaze namazını dua olarak gördüğümüz, kıraat mahalli görmediğimiz için onda Fatiha’yı kıraat olarak okumasak da sena veya dua olarak okuyabiliriz. Nitekim, Hanefî alimlerinin ileri gelenlerinden Şurunbilâlî (Rh.a.) bir risalesinde, «Merakı’l-Felâh»ında ve «İmdâdü’l-Fettâh»ında bunu açıkça ifade eder: “Fatiha okumak da sena kasdıyla câizdir; bizde böyle denilmiştir. Buhârî‘de İbn Abbâs’ın (R.a.) cenaze namazı kıldığı ve Fatiha okuduğu ve bunun sünnet olduğunu bilmeniz için böyle yaptım dediği rivâyet edilmiştir. Tirmizî de (bunu rivayet etti ve) sahih olduğunu söyledi.” [58]
Sözün kısası, hadisler biz Hanefîlerce sabittir ve cenazede Fatiha okumak “Câiz“dir. Biz Efendimiz‘in onu câizliğini öğretmek maksadıyla okuduğu şeklinde, İbn Abbâs’ın “Sünnet“ olduğunu söylemesini de onun ictihadı olarak anlıyoruz. Bunun delili de Mesela İbn Ebî Şeybe‘nin İbn Ömer ve Tâbiûn imâmlarının nicelerinden Fatiha okumayı inkâra dair gelen rivayetlerdir… Yani Selef’den bunu okuyanlar da vardı okumayanlar da. Yine Selef’den olan İmâm Ebû Hanîfe, bu hususu bizim dediğimiz gibi anladı. İmâm Mâlik de –İmâm Tahâvî‘nin de aktardığı gibi “Memleketimiz (Medîne) de Fatiha okunmazdı” demekle bunun yerleşik bir sünnet olmadığını anlatmıştır. Biz delillerin hepsiyle amel ederken, siz kimisiyle -onları anlamadan veya eksik anlayarak- kısmen amel ediyor, büyük bir kısmını da ilimsizce çiziyorsunuz.
Bu Fatiha’nın cemâatin önündeki namazı kılınmakta olan ölüye okunduğunu, bunun câiz olacağını ama kabirdekine Kur’ân okumanın câiz olmayacağını iddiâ edenler de var. Onlara yine İmâm Buhârî’nin (1336,1337) ve Müslim’in (954,955) numaralı hadîslerinde geçen, kabirde gömülü olan kimseye Nebî (S.a.v.)’in gömülmenin ertesi günü cenâze namazı kıldırdığını hatırlatmak isteriz.
Öyleyse biz deriz ki; henüz toprağa gömülmemiş meyyit ile gömülmüş meyyit arasında bir fark mı vardır da sadece gömülmek üzere olan meyyite okunacağı söylenip, mezardakine okunmayacağı iddia edilmektedir? Rasûlullâh’ın (S.a.v.) cenazede Fâtiha Sûresini okuması hususunda “Çürümeden, hemen yaptı, vakit geçtikten sonra yapmadı” gibi bir şey söylemek doğru olmaz. Nitekim aşağıdaki hadiste bu aşikârca olarak belirtilmiştir.
Bununla da yetinmeyip “Yakın zamanda gömülü olduğunda kılınır” diyenlere de Ahmed b. Hanbel (4/149,153,154), Buharî (1344,4042), Müslim (2296), Ebû Dâvûd (3223,3224), Nesâî (1954) ve başkalarının rivâyet ettiği Nebî (S.a.v.)’in Uhud şehidlerine şehid olmalarından altı sene sonra cenâze namazı kıldırdığına dâir olan haber üzerinde düşünmesini tavsiye ederiz.
İmâm Tahâvî’nin (Rh.a.) «Şerhu Meâni’l-Âsar» eserinde rivâyet ettiğine göre (I, 503-504 beş hadis), Nebî (S.a.v.), Uhud şehitlerine yedi sene sonra cenaze namazı kılmıştır. Rasûlullâh (S.a.v.) altı yıl (diğer bir rivâyete göre yedi yıl) sonra, şehitler için okuduğu Fatiha Kur’ân değil midir?
Uhud şehitlerine kılındığı söylenen cenazede Fatiha okunup okunmadığını nerden anlıyoruz? Geride geçen hadiste Abdullah b. Abbas’ın (R.a.) uygulamasından!
Rasûlullâh (S.a.v.) Kur’ân’ın dirilere indiğini bilmiyor muydu yoksa siz mi o ayeti tam anlayamadınız da yanlış yorum yapıyorsunuz?! Kısacası, ölüye Nebî (S.a.v.) Kur’ân okunmasını emir veya tavsiye etmiş, Sahâbe (Radıyallâhu Anhum) ve imâmlar da okumuşlardır. Günümüzdeki kendisine Selefî ismini takan ama Selef’ten uzak olanlar, bütün bunlara rağmen bu amele bid‘at yaftası vurabilmektedirler. Selef’e rağmen Selef taraftarı olduğunu iddiâ eden bu bid‘atçıları şimdilik sadece Allah’a (C.c.) havale etmekten başka bir çaremiz yoktur. Hasılı siz cumhurun yaptığı gibi ölüye gömülmeden ve gömüldükten sonra cenaze namazında Fatiha okumayı bir sünnet olarak kabul ediyorsanız akıllı, ne dediğini bilen ve kendinde olan birisi iseniz, ölüye Kur’ân okunabileceğini kabul etmeye mecbursunuz.
Bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı, Rasûlullâh (S.a.v.) bunu ne kendi yapar ne de başkalarına emrederdi.
Halbûki kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken:“Allah’ım! Falan oğlu falan, senin güvencende, senin koruman altındadır. Onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru! Sen vefa ve övgü sahibisin. Allah’ım! Onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok acıyansın” [59] diye dua etmiştir.
Kaldı ki, cenaze namazının kendisi de ölü için bir duadır. Allah için namaza, meyyit/meyyite için duaya… diye niyet edilir. Eğer ölünün ruhuna yararı yoksa bunun bir anlamı kalmaz. Rasûlullâh Efendimiz: “Onu kabir fitnesinden koru!” diye dua ediyor. Kabirdeki insana faydası olmasa, Rasûlullâh Efendimiz (S.a.v.) bu şekilde dua eder mi? Kendisi de zaman zaman Baki’ Kabristanı’nı ziyaret eder, kabirdekilere selam vererek dua ederdi. Eğer selamı onlara ulaşmasa ve duası fayda etmeseydi, bunu yapması abesle iştigâl olurdu. O ise, bundan münezzehtir.
İbn Abbâs (R.a.) şöyle dedi: Rasûlullâh (S.a.v.), iki kabre uğradı ve: “Şüphesiz bunlar azap olunuyorlar. Bununla beraber büyük bir günahtan dolayı azap olunmuyorlar. Onlardan biri koğuculuk yapar, diğeri ise idrarından sakınmazdı” buyurdu. Sonra yaş bir hurma fidanı istedi. Müteakiben çubuğu ikiye bölerek bir parçasını birinin, diğer parçasını diğerinin üzerine dikti ve “Bunlar kurumadığı sürece, azapları hafifletilir” buyurdu. [60]
Demek ki bir hurma dalı bile, Allah’ın izniyle ölüye faydalı olabiliyor. Peki, o hurmayı yaratan âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm nasıl ölüye faydalı olmasın?! Böyle bir şey söylenebilir mi?!
Bir sonraki yazımızda, Rasûlullah’ın (S.a.v.) kabirlerde ölüler için Kur’ân okumamızı emir buyurduğu hadisleri ve o hadislerin tahriçleri yazılacaktır.
KAYNAKÇA/DİPNOTLAR
[1] Müslim, Cenâiz, 35.
[2] Müslim, Cenâiz, 35.
[3] Müslim, Müsâfirîn, 212; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 2.
[4] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1/844; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 3/63; Meydânî, el-Lübâb, 1/138.
[5] Aynî, el-Binâye, 3/844-845.
[6] Aynî, el-Binâye, 3/844-845.
[7] ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 8/49.
[8] İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 6/132; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 7/379; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtar, 2/263. (Şamile)
[9] İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 3/63-64; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtar, 1/844.
[10] Abdülhâk el-İşbîlî, el-Âkıbe, Sf: 254-255; Kurtubî, et-Tezkira, 1/96-97.
[11] Kurtubî, et-Tezkira, 1/103.
[12] ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 8/51.
[13] Kâdî Iyâz, İkmâlü’l-Muʿlim bi-fevâʾid fî şerh-i Sahîh-i Müslim, 11/125.
[14] Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 5/178.
[15] Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, 5/445; Nevevî, el-Ezkâr, Sf: 137.
[16] Nevevî, el-Ezkâr, Sf: 137. (Definden sonra ne diyeceği bab)
[17] Müslim, Îmân, 192.
[18] Mustafa Saîd el-Hın (İlmî Heyet), Nüzhetü’l-Müttakîn Şerh-u Riyâzi’s-Sâlihîn, Hadis No: 947 Şerhi.
[19] İbnü’l-Kayyim, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 19.
[20] Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 9/110-111.
[21] ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 8/51.
[22] Yusuf el-Erdebilî, el-Envâr, 1/399.
[23] Bâ ‘Alevî, Buğyetu’l-Müsterşidin fî Talhîsi Fetâvâ Badi’l-Eimmeti Mine’l-Muteahirrîn, Sf: 97.
[24] Nevevî, el-Mecmû Şerhu’l-Mühezzeb, Sf: 15/521-522.
[25] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 2/243.
[26] İbnü’s-Salâh, Fetâva, Sf: 59.
[27] Askalânî, Fetâva’l-Hâfız İbn Hacer el-Askalânî, fî Ahvâli’l-Kubûr ve Ehvâli’n-Nüşûr, Sf: 20.
[28] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/52.
[29] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 4/106.
[30] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/429.
[31] Hattâb, el-Menhel, 8/259.
[32] Reşid Rıza, el-Makâlât, 4/1884.
[33] Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, 1/480.
[34] Mahlûf, el-Fetâva’ş-Şer’iyye, Sf: 50-51.
[35] Şerabâsî, Yes’elûnek, 1/442.
[36] Zeydan, el-Mufassal, 11/186.
[37] ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 2/550-551.
[38] Kurtubî, et-Tezkira, 1/105; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, Sf: 403.
[39] İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 24/317; 24/366; 19/298.
[40] İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, 6/255.
[41] Ebü’l-Hasen el-Merdâvî, el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcih mine’l-Hilâf alâ Mezhebi’l-İmâmi’l-Mübeccel Ahmed b. Hanbel, 2/557.
[42] Ebü’l-Hasen el-Merdâvî, el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcih mine’l-Hilâf alâ Mezhebi’l-İmâmi’l-Mübeccel Ahmed b. Hanbel, 6/255.
[43] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/422-423.
[44] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/424; İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 24/366-367.
[45] Kurtubî, et-Tezkire, Sf: 274-275.
[46] Buhûtî, Şerhu’l-Müntehâ, 1/361.
[47] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/424.
[48] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/424; Kurtubî, et-Tezkira, 1/96.
[49] Kurtubî, et-Tezkira, 1/96.
[50] ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 8/51.
[51] İbnü’l-Cevzî, Saydu’l-Hâtır, Sf: 353.
[52] İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 24/323.
[53] İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 24/366-367. (Tercüme: İbn Teymiyye, Sırâtü’l-Müstakîm, Kabir Ziyaretleri Bölümü, Pınar Yayınları, Baskı: 2004, Sf: 499)
[54] İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 24/367.
[55] İbn Teymiyye, Sırâtü’l-Müstakîm, Sf: 500.
[56] Ebû Dâvûd, Edeb, 120; İbn Mâce, Edeb, 2.
[57] Buhârî, Cenâiz, 65; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77.
[58] Şürünbülâlî, İmdâdü’l-Fettâh, Sf: 619; Tirmizî, Cenâiz, 39.
[59] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 56.
[60] Buhârî, Vudû, 55; Müslim, Tahâret, 34; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tahâret, 53; Nesâî, Tahâret, 27.