Ölünün Arkasından Kur’ân Okumak Câiz Midir? – [1]


Ölen bir kimsenin arkasından Kur’ân okumanın hükmü hakkında açıklama yapmadan önce ölülerin işitip işitmemesi konusunu ele almamız lazım. Çünkü ölünün işitip işitmeme meselesi, daha sonraki yazılarda bir başlıkta toplayacağımız «Ölüye Kur’ân Okuma», «Tevessül/Vesîle Kılma», «İstiğâse», «Râbıta», «Şefâat» konularını doğrudan ilgilendirmektedir. Selefîlik iddiasındakiler âyetleri düz mantıkla mânâlandırıp yanlış ve/veya kasıtlı bir yorumlamaya tabii tutarak, nasların ölülerin işitmeyeceğini bildirdiğini söylüyorlar. İddialarını “Ölüler işitmediğine ve bizim de ölülere sesimizi duyuramayacağımıza göre, istiğâse/tevessül yapan Müslümanlar aynı müşriklerin putlarına seslenmelerinde olduğu gibi bir konuma düşüyor ve müşrik/kâfir oluyor” şeklindeki delillendiriyorlar. Bunun için “Ölü işitmez” ve İşitir” diyenlerin görüşlerini açıklamak gerekmektedir.

ÖLÜLER İŞİTMEZ” DİYENLERİN DELİLERİ

Bazı insanlar, ölülerin işitip gördüğünü düşünerek, mezarda yatan ölünün yanında namaz kılmak, orayı tavaf etmek, öpmek, toprağından almak, ölüye yakararak ondan yardım, rızık, afiyet ve çocuk istemek ve sıkıntılarının giderilmesini talep etmek veya diğer ihtiyaçlar için putperestlerin putlarından istemesi gibi yapılan bir kabir ziyaretinin, imâmların da ittifakıyla, meşrû olan bir yanı yoktur. Bunu ne Rasûlullah (S.a.v.) , ne sahâbe, ne tâbiîn, ne de imâmlardan biri yapmıştır. [1]


Enes b. Mâlik (v. 93/711) (R.a.) Hz. Peygamber’in (S.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتَوَلَّى عَنْهُ أَصْحَابُهُ إِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ
“Kul kabrine konulduktan sonra, dostları başucundan ayrılırken onların ayak seslerini duyar.” [2]

Ebû Hüreyre (R.a.) ’den de nakledilen bu hadisin isnadının sahih olduğu hususunda ittifak vardır. [3]

Bu hadislerde de aynı şey geçerlidir. Kısa bir an için duyarlar.

İşte bu nasslar ve benzerleri, kesinlikle ölmüş olan bir kimseden his ve harekâtın kesildiğini, bunlardan ölüde bir eser kalmadığını gösterir. Artık onların ruhları tutulmuş, amelleri kesilmiş ve artma yönünden sona ermiş­tir. Bu da gösteriyor ki ölmüş olan bir kimse, kendi zatı hakkında bile tasar­ruf yetkisine sahip değildir. Ölmüş kimse, kendi adına bile hareketten aciz olduktan sonra, başkası adına nasıl hareket edebilir?!


فَإِنَّكَ لا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
(Ey Muhammed!) Çünkü sen ölülere işittiremezsin. O daveti, ar­kalarına dönüp giden sağırlara da duyuramazsın.” (er-Rûm, 30/52)

إِنْ تَدْعُوهُمْ لا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ
“Eğer Onları (putları) çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitemezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin on­ları Allah (Celle Celalühü)’a ortak koşmanızı reddedecekler. (Fâtır, 36/14)

وَمَا يَسْتَوِي الأحْيَاءُ وَلا الأمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ.
“Diriler ile ölüler bir olamaz. Şüphesiz Allah (Celle Celalühü), dilediğine işittirir. Elbette sen kabirdekilere işittiremezsin. (Fâtır, 36/22)

إِنَّكَ لا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
(Ey Muhammed!) Bil ki sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönüp giden sağırlara da duyuramazsın. (en-Neml, 27/80)

“ÖLÜLER İŞİTİR” DİYENLERİN DELİLERİ

Ölülerin işitmediğini söyleyen Vehhâbî ve benzer düşünceleri olup, kendilerine Selefî diyenlerin, görüşlerinin kaynaklarından biri olan İbn Teymiyye’nin bu konu hakkındaki görüşleri:

İbn Teymiyye, sorulan bir soruya: “Ölünün, (kendisi için arkasından okunan) Kur’ân, zikir ve duâ seslerini işitebildiği doğrudur
[4] demektedir.

– Fetvalarında; ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi, tanı­dıklarından biri geldiğinde anlar mı? gibi sorulara cevabında: “Evet bilirler ve anlarlar” diyor. Daha sonra ölülerin buluştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.
[5]

– Ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiklerini, söylüyor. [6]

“Şunu hemen belirtelim ki bazı kimselerin Pey­gam­berimizin me­zarına veya bazı Salih sahşiyetlerin mezarınlarına vermiş ol­duğu selamlara cevap aldıkları ve Sahâbilerden Said b. Museyyeb’in sıcak gecelerde Peygamberinizin mezarından ezan sesi duyduğu yolundaki riva­yetlerin hepsi tartışma konumuzun dışında kalan doğrulardır.” [7]


İbn Teymiyye’nin talebesi İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, ölülerin işittiğini ve dirilere faydalarını ispatlamak için «Kitâbü’r-Rûh» adlı tafsilatlı bir kitap yazmış. Bunlar ileride kaynakları ile birlikte anlatılacak.


“Ölü işitmez” diyenler, âyetin zâhirî mânâsına itibar ediyoruz diyerek
فَإِنَّكَ لا تُسْمِعُ الْمَوْتَى / “Sen ölülere işittiremezsin.” (er-Rûm, 30/52) âyetini delil getirir­lerse biz de şöyle deriz:

Bir sonraki âyette Allah (C.c.) meâlen:
وَمَآ أَنتَ بِهَادِ الْعُمْىِ عَنْ ضَلاَلَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلاَّ مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ / “Sen ancak imân edenlere işittirebilirsin.” (er-Rûm, 30/53) buyurmaktadır.

O zaman -sizin anlayışınıza göre- ikinci âyetin zâhir manasında, ölmüş mü’minlerin işittiğini bildirmiş olur. Diğer yönden bakacak olursak, buradaki ‘işitme’nin ‘kabul etmek’ demek olduğu da anlaşılmaktadır.


فَإِنَّكَ لا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ / “Artık şüphesiz ki sen, o (dinlediklerinden faydalanmayan) ölüler (durumundaki kâfirler)e (hak ve hakikati) işittiremezsin, o (kalp kulakları) sağır (olan)lara da, (hele bir de) arka dönenler halinde kaçtıkları zaman daveti(ni) duyuramazsın! (er-Rûm 30/52)

وَمَآ أَنتَ بِهَادِ الْعُمْىِ عَنْ ضَلاَلَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلاَّ مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ / (Kötü tercih yaptıkları için basiretlerini bağladığımız) o körleri, (yol­dan) sapmalarından çevirip doğru yola ulaştırıcı biri de asla değilsin! Sen ancak bizim âyetlerimize inanmakta olan kimselere (gerçekleri) duyura­bilirsin (işittirebilirsin). Çünkü (sadece) onlar (sürekli hakka boyun eğen ihlaslı) Müslümanlardır.” (er-Rûm 30/53)

Rûm Sûresi’nin 52. âyetinin zâhir mânâsına göre delil getirenlere şunu söyleriz:

Sizin anlayışınıza göre sanki Hz. Peygamber (S.a.v.) kabirlere gitmiş ve oradaki ölülere tebliğ edince Allah (C.c.) onu uyararak “Ne yapıyorsun, sen ölülere işittirici değilsin” buyurmuş gibi bir durum ortaya çıkmış olur ki böyle bir şey olmayacağına göre Sen ölülere işittiremezsin demek, (Sen kâfirleri imâna kavuşturamazsın) demektir. Dirilerden de, imân edenler kastedilmiştir. Bunun gibi kinâye, mecaz ifâde eden birçok âyet vardır.

Bazıları şöyledir:

لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ / Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesi diri olanı uyandırmak, nankörlere de azap sözünün gerekmesi içindir. (Yâsîn 36/70) âyetinde (imân/hayat), (mü’min/diri) manalarını içerir.

سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَأَنزلْنَا بِهِ الْمَاءَ / “Biz onu (su bulutunu, kuraklıktan dolayı) ölü bir memlekete gönde-rir ve oraya su indiririz.” (el-A’raf 7/57) âyetinde (ölüm / kıtlık, kuraklık) manasını içerir.

وَحَسِبُوا أَلا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَثِيرٌ مِنْهُمْ وَاللهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ / “Bir belâ gelmez zannettiler de, kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Fakat çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.” (el-Mâide 5/71) ayetinde (kör ve sağırlık / kâfirlerin küfrü) manasını içermektedir.

أَفَأَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ / “Bu sağırlara (gerçekleri) sen mi işittireceksin? Ya da (görüp gör-mezden gelen) bu körlere ve pek açık bir sapıklık içerisinde bulunmuş olanları sen mi hidâyet edeceksin?” (ez-Zuhrûf 43/40) âyetindeki kâfirler, bildiğimiz kör ve sağır değiller aslında.

Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den (R.a.) rivâyet edildiğine göre, Peygamberimiz
(S.a.v.) şöyle buyurdu: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin durumu, diri ile ölünün durumu gi­bidir.” [8]


Buraya kadar zikredilen âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerden anla­şılacağı üzere Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittiremessin. فَإِنَّكَ لا تُسْمِعُ الْمَوْتَى / Sen ölülere işittiremezsin (er-Rûm: 30/52) âyetinden maksat ölüler değil, imânı kabul etmemeleri yüzünden kalpleri ölü olan kâfirlerin ta kendisidir.


‘Ölüler işitmez’ diyenlerin itibar ettikleri âlimlerden biri olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbnu’l-Kayyim (v. 751/1350), şöyle demektedir:

Çünkü bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir. Bu durumda ölülere hitaptan maksat -bedenlere bağlı olan- söz ko­nusu ruhlara hitaptır.

وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ / Kabirde olanlara sözlerini duyuramazsın.” (er-Rûm: 30/52)

Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin itibar ettikleri âlimler­den İbnu’l-Cevzî,
(Fatır Sûresi, 22. âyetin tefsiri) âyetin tefsirinde şöyle der: “Yüce Allah, ‘Kabirdekiler ile kâfirleri kastetti ve onları ölülere ben­zetti’ yani, kabirlerde olanlar Allah’ın kitabını işitemeyecekleri ve O’nun öğütlerinden yararlanamayacakları gibi, kalbi ölü olan kimse de işittiğin­den faydalanamaz.” [9]


Yüce Allah (C.c.) ölülerin hiçbir şey duyamayacaklarını ifâde etmemiştir. Bu âyetin benzeri de şudur:
إِنَّكَ لا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَ لا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
Sen ölülere duyuramazsın, Arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da davetini işittiremezsin.” (en-Neml 27/80) Ölülerle birlikte sağırların da daveti duyma­ması, her ikisinin de davete ehil kimseler olmadığına delildir.

Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, “Bunlara bir şey duyurmak ve an­latabilmek mümtenî(olanaksız)dir” demektir. Bu görüş doğrudur. Ama ölümden sonra bir ölçüde bedenle alakasını kesmemiş ruhlara, kötü du­rumların alçaklıklarını duyurmanın imkânsızlığını ifâde etmemektedir.

Enes b. Mâlik (v. 93/711) (R.a.) Hz. Peygamber’in (
S.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتَوَلَّى عَنْهُ أَصْحَابُهُ إِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ
“Kul kabrine konulduktan sonra dostları başucundan ayrılırken onların ayak seslerini duyar…” [10]


Ebû Hüreyre’den de (R.a.) nakledilen bu hadisin isnadının sahih olduğu hususunda ittifak vardır. [11]

Ölünün işitmediğini savunanlar, “Ölü ayakkabı seslerini işitir” hadisine, “Bu ilk kabre konulma anında suâl’e mukaddime olması hâline aittir” diyerek, ölülerin kısa bir an duyduğunu iddia etmişlerdir.

Fakat bu iddia, hadisin açık manasına ters düşmektedir, “Kısa bir an duyarlar” diye bir haber de yok. Tam tersine, açık olan, ölünün devamlı işiteceğine dair ileri sürdüğümüz deliller sebebiyle, işitme hali kabirde devamlıdır.

Peygamberimiz’den (S.a.v.) “Kısa bir an duyarlar” diye bir haber de yok iken, neye dayanarak böyle bir hüküm veriyorlar?!

Girdikleri bu tekellüf hem manasız hem de dil kurallarına aykırıdır. Manasız olması; çünkü “Kısa bir an duyar” demek te sonuç itibari ile ölünün işittiğini bildirir. Nitekim duyma fiilinin gerçekleşmesinin, kısa veya uzun olması ile bir alakası yoktur. Dil kurallarına aykırılığı ise, te’vil ve ya takdir gerektiren herhangi bir sebebin olmamasıdır. Sebepsiz te’vil ve ya takdir yapmak apaçık tahriftir. Hadisin zahirinde, bu yoruma açık bir söz var mı? Yok!


İmâm Buhârî’nin, Ebû Saîd el-Hudrî’den (R.a.) rivayeti şöyledir: Rasûlullâh
(S.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:

“Cenaze (tabuta) konulup ta adamlar onu omuzlarına aldıkları za­man, eğer cenaze sâlih biri ise şöyle der: ‘Beni acele acele götürün, yerime ulaştırın!’ Şâyet sâlih biri değilse, şöyle der: ‘Yazıklar olsun size! Onu (cesedimi) nereye götürüyorsunuz?’ Onun (bu) sesini insanların dışındaki her şey işitir. Eğer insan işitecek ol­saydı, bayılır (düşer)di.”
[12]

Bu hadis, ölünün evvelâ kendisini taşıyanları, ikinci olarak ta ken­di­sini götürmelerini hissettiğini ve işinin ne ile, hayırla mı şerle mi neti­cele­neceğini tam bir bilgiyle bilmesinin var olduğunu ifade eden deliller­den­dir.

“…Hz. Peygamber (S.a.v.) Bedir Günü, savaştan sonra, Kureyş’in ileri gelenlerinden savaşta ölen yirmi dört kişinin ce­setlerinin bir araya gömülmesini emretti. Bunun üzerine o cesetler, Be­dir’deki kör bir kuyuya atıldılar.

Ömer b. el-Hattâb, İbn Ömer ve Ebû Talhâ (R.anhum) gibi ondan fazla Sahâbe’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (S.a.v.), Bedir Savaşı’ndan sonra müşrik ölülerine hitaben şöyle seslenmiştir:


… فجعل ينادى باسمائهم واسماء آبائهم وقد جيفوا: يا ابا جهل بن هشام ويا عتبة بن ربيعة ويا شيبة بن ربيعة ويا وليد بن عتبة! أيسركم انكم اطعتم الله ورسوله؟ فانا قد وجدنا ما وعدنا ربنا حقا، فهل وجدتم ما وعدكم ربكم حقا؟ قال: فسمع عمر قول النبى صلى الله عليه وسلم فقال: يا رسول الله! ما تكلم من اجساد لا ارواح لها؟ وهل يسمعون يقول الله عز وجل (انك لا تسمع الموتى)؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: والذى نفس محمد بيده ما انتم باسمع لما اقول منهم، والله انهم الان ليعلمون ان الذى كنت اقول لهم الحق ، وفى رواية: انهم ليسمعون، غير انهم لا يستطيعون ان يردوا على شيئا

Zaferin üçüncü günü, Hz Peygamber o kuyunun başında durdu ve: — “Ey Hişam’ın oğlu Ebû Cehil, Ey Rabîâ’nın oğlu Utbe, Ey Rabîa oğlu Şeybe, ve Ey Utbe oğlu Velîd! Allah’a ve Rasûlü’ne boyun eğmiş olsaydınız, bu inanç sizi sevindirir miydi? Biz, Rabbimizin bize vadettiğinin aynısına kavuştuk, siz de Allah’ın vadettiğinin gerçek olduğunu gördünüz mü?”

Sahâbe-i Kirâm, Hz. Peygamber’in (S.a.v.) bu konuşmasını duymuş ve Ömer (R.a.): — “Ey Allah’ın Elçisi! Kendilerinde hiçbir hayat eseri olmayan şu ce­setlere ne söylüyorsun, onlar duyabilirler mi? Allah, ‘
Sen ölülere duyuramazsın(en-Neml, 27/80; er-Rûm, 30/52.) buyurmuyor mu?” deyince Peygmaber (S.a.v.):

“Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Onlar şu anda benim söylediklerimin gerçek olduğunu anladılar. Onlar şu anda beni duyuyorlar, ama bana cevap vermeye güçleri yetmiyor.”
[13]

İTİRAZ
Bu delilimize, ölülerin işitmediğini savunanlar şöyle demişti:
Âişe (R.anhâ)’ya anlatıldığında, Nebî (S.a.v.) ancak şunu kasdetti: “Onlar şu an muhakkak ki, kendilerine anlatmakta olduğum sözümün hak olduğunu biliyorlar” dedi ve “sen ölülere işittiremezsin” (en-Neml 27/80) âyetini okudu. Hadisi nakleden râvîlerden Katâde (R.a.) şöyle dedi: “Allah (C.c.) onları, azarlamak, aşağılamak, ayıplamak, hasret çektirmek ve pişman ettirmek için Rasûlullâh’ın sözünü duyacak ka­dar canlandırdı.”

CEVAP
Peygamberimizin “Siz onlardan daha iyi duyamazsınız” sözü ortada iken, o olayın meydana geldiği Bedir’de olmayan, Rasûlullâh’ın (S.a.v.) kâfirlerin ölülerine seslenişini duymayan ve görmeyen Hz. Âişe’nin (R.anhâ) yorumuna sarılmanız ne derece doğru olur?

Nebî (S.a.v.)’in “Onlar şu anda işitiyorlar” hadisi, Allah Teâlâ’nın “Sen ölülere işittiremezsin” âyetine zıt değildir. Zîrâ işittirmek, işittirenden sesi kulağa ulaştırmaktır. O zaman Nebî (S.a.v.)’in sesini onlara ulaştırmakla onlara işittiren, Allah’dır (C.c.), Nebî (S.a.v.) değildir. Böylece âyet ile hadis arasını te’lif etmek (uzlaştırmak) hâsıl olmuştur.

Âişe (R.anhâ)’nın, “Nebî (S.a.v.) sa­dece ‘onlar elbette biliyorlar’ dedi” şeklindeki cevabına gelince, şayet onu Nebî (S.a.v.)’den veya -O, kıssaya şahit olmadığı için- başkasından işittiyse, bu (“onlar elbette biliyorlar” sözü), “işitiyorlar” ri­vayetine zıt değildir. Çünkü bilmek (daha önce de söylediğimiz gibi), işit­meye mani değildir. Tam aksine onu kuvvetlendirir. Zîrâ konuşulan kimse­nin (kendine söyleneni) bilmesi, âdette/insanlar arasında olagelene göre, ancak işitmesiyle olur. [14]


İki âyette geçen ‘ölüler’ ve ‘kabirde olan kimseler’den anlatılmak istenen, onların vaazları işitmekten tesirlenmemeleri cihetiyle kalbleri ölmüş kimseler olmaları itibarıyla mecazen kâfirler olmasıdır. Onların ev­leri şu ölü kalblerinin bulunduğu cesedleridir. Cesetleri sanki onların ka­birleridir. Bu (te’vîl), sözün hakîkî manasına bakmaksızın olur. Kâfirlerin işitmemesinden murad edilen, -iki âyetin de kâfirlerin imana davet edil­meleri ve buna icabet etmemeleri hakkında inmiş olduğu deliliyle- hakkı kabûl etmemeleridir.

Âişe (R.anhâ) bu fikrinden dönmüştür. Bunun da delîli, İmâm Kastallânî’nin şu sözleridir: “Garîp bir şeydir ki, Ebû Talhâ’nın (R.a.) hadisinin benzeri, İbn İshâk’ın «el-Meğâzî»sinde, hasen bir isnad ile Âişe (R.anhâ)’dan yapılan Yûnus b. Bükeyr’in
[15] rivayeti mevcûddur. O hadîsde, “siz, onlara dediğimi (onlardan) daha iyi işiten değilsiniz” ifâdesi vardır. Bu hadisi, İmâm Ahmed hasen bir isnad ile rivayet etti. [16] [17]

Belki de Âişe (R.anhâ), yanında birçok Sahabînin rivayetin­den bir haberin sabit olması sebebiyle görüşünden vaz geçti ve onlara mu­vafık rivayette bulundu. Onun inkârının özü de Bedir savaş’ında hazır ol­maması­dır.

Yine onun, görüşünden vazgeçtiğini kuvvetlendiren şeylerden biri de
İmâm Tirmizî’nin şu rivayetidir:

Âişe (R.anhâ), kardeşi Abdurrahmân b. Ebî Bekr’in (R.a.) kab­rini ziyaret edince, ona hitap etti ve şöyle dedi: “Vallahi (ölümün esna­sında) yanında olsaydım, mutlaka seni öldüğün yere defnederdim. Eğer sana (ölümüne) şahit olsaydım, seni ziyaret etmezdim.”
[18]

Yine (onun, görüşünden döndüğünü pekiştiren rivayetlerden biri de), Ahmed’in Hz. Âişe’den şöyle dediğine dâir yaptığı rivayettir:

“Rasûlullâh (S.a.v.) ve Ebû Bekir (R.a.) kabirlerine konulduktan sonra, ben orada elbisemi çıkarırdım. Çünkü biri kocam, diğeri de babamdı. Ne zaman ki oraya Ömer (R.a.) de defnedilince, ondan hayâ ettiğimden, artık kendimi örterdim.” [19]


Bu rivayette de, Âişe (R.anhâ)’nın, ölünün, konuşulanı işit­mesi şöyle dursun, dirinin şeklini (bile) idrak ettiğinin ispâtı vardır.

Ölülerin işittiğini kabul etmeyenlerin büyük imamları olan İbn Teymiyye, «Kitabü’l-İntisar-fi’l-İmâm-ı Ahmed» kitabında “Bedir’de, çukura doldurulan kâfirlerin işitmelerine Hz. Âişe’nin inanmaması, onun için suç olmaz. Çünkü o hadis-i şerifi Rasûlullâh’dan işitmemiştir. Fakat başka­larının inanmaması suç olur” diyor.
[20]

İnsanın, ruhunu teslim ettikten sonra dünya ile ilişkisinin tamamen kesilmediğini, aksine dirilerin yaptıkları birtakım hareketlerden haberdâr olduğunu, Hz. Peygamber (S.a.v.) haber vermekte­dir.

Allah Rasûlü (S.a.v.), kabirleri ziyaret ettiği za­man, şu duayı okurdu: “Esselâmu aleyküm ehle’d-diyâri mine’l-mü’minine vel müslimin. Ve innâ inşâAllah  le lâhikûn. Es’elullâhe lenâ ve lekümü’l-âfiyeh.” Anlamı: “Ey mü’minlerin ve Müslümanların diyarı! Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Allah dilerse, muhakkak biz de sizin yanınıza geleceğiz. Allah’dan bizlere ve sizlere âfiyet dilerim.” [21]


Allah Rasûlü (S.a.v.) kime sesleniyor? Duymayan sağırlara mı! Bunu mu demek istiyorsunuz? Kalplerinizi mühürlemediyseniz artık gerçeği inkar etmeyin.  “Şüphesiz ki ölü, dirilerin ağlamasından dolayı azap çeker.” [22]

Buhârî (v. 256/870) ve Müslim’in (v. 261/875), bildirdikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (S.a.v.) şöyle buyurdu: “Meyyit yakınlarının kendisine bağırarak ağlamalarından azap duyar.” [23]

Ölenlerin konuştuklarını bir çoklarının işitildiği sâbit olmuştur. Onlar­dan biri de Rib’î b. Hirâş‘dır. [24] Birçok kişinin [25] açıkça ifâde ettiğine göre bu zat öldükten sonra konuşmuştur. [26]


İbn Teymiyye; ölülerin görebilmesi ile alakalı Âişe (R.anhâ) ve diğer Sahâbelerden birçok rivâyet gelmektedir. Allah’ın dilediği zamanlarda da ruh beden ile biraraya geldiğinde, tıpkı bir meleğin yeryüzüne inmesi, birden bir ışığın parlaması ya da uyuyan bir kimsenin bir anda uyanması gibi, bir anlık bir olaydır. Bu mana birçok rivâyette nakledilmek­tedir.

Mücahid şöyle demektedir: “Bazen ruhlar defnedildikten itibaren yedi gün kabir içinde odalarda tutulurlar.”

Mâlik b. Enes şöyle demektedir: “Bana ruhların istediği her yere gidebileceği rivâyeti ulaşmıştır.” [27]



Hz. Âişe (R.anhâ) validemizden rivâyete göre Rasûlullâh (S.a.v.): “Ruhlar toplu ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar itilâf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder (dünyada zıtlaşırlar.)” buyurdu. [28]

Abdullah b. Amr b. el-Âs’dan (v. 43/663) (R.anhumâ) rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:
عن عبد الله بن عمرو بن العاص رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: إن أرواح المؤمنين لتلتقيان على مسيرة يوم وليلة وما رأى واحد منهما صاحبه
“Muhakkak ki mü’minlerin ruhları, daha sahipleri birbirini görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” [29]


Ebû Hüreyre rivayet ediyor ki: Peygamber‘den (S.a.v.) böyle duydum: “Ebû’l-Kasım’ın canı elinde olana and olsun, Îsâ b. Meryem adaletli ve bilgili halife olarak zuhûr edecek. O, haçı mahvedecek, domuzları öldü­recek, fikir ayrılıklarını (mezhepleri) ve tepkileri aradan kaldıracak. Ona para teklif edilecek, ama o kabul etmeyecek. Sonra Îsâ (A.s.) benim meza­rımın yanında dayanacak ve diyecek: ‘YA MUHAMMED!’ ben de ona cevap vereceğim.” [30]


İbn Hacer el-Heysemi diyor ki:
قلت: هو في الصحيح باختصار رواه أبو يعلى ورجاله رجال الصحيح
“(Bu hadisi) Ebû Ya’lâ rivâyet etmiştir, ricâlleri Sahihin ricâlleridir.” [31]
Bu kitaptaki rivayetlerin senedlerini aynı zamanda, bu hadisi İbn Hacer el-Askalânî kendisinin «Metalibul-Aliye» kitabında rivayet etmiş ve sıhhati hakkında sükut etmiştir. [32]


Elbânî hadisi kaydettikten sonra itiraf ederek yazıyor:
سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم : فذكره . قلت : و هذا إسناد جيد رجاله كلهم ثقات رجال الشيخين غير أبي صخر – و هو حميد ابن زياد الخراط – فمن رجال مسلم وحده
“Hadisin senedi ceyyiddir (güçlüdür), bütün ravileri sağlamdır, (aynı za­manda) sahiheynin (Buhari ve Müslim’in) ravileridir. Ebu Sahr – o, Humeyd b. Ziyad el-Harraşidir, yalnız Müslim’in ravisidir.” [33]

Aynı zamanda hadisin sahih olduğunu bildirmiştir. [34]

MEZHEP İMÂMLARININ GÖRÜŞLERİ

Hanefîler: Hanefî imâmlarının bazılarından ölünün işitmeyeceğine dair gelen bazı ifâdeler, meseleyi kavrayamayan birtakım insanların anla­dıkları gibi değildir.

İbnü’l-Hümâm (Rh.a.) «Feth’inin Cenazeler Kitabı»nda şöyle demektedir: “(Hanefî) âlimlerimizin çoğu, «Kitabu’l-Eymân»ın ‘vurmakla yemin etmek’ bâbında, açıkça, ‘bir kişiyle konuşmayacağına’ dâir yemin eden kimse, onunla öldüğünde konuşsa, yemini bozulmaz; çünkü bu yemin, adamın anlaması hâlindeki konuşmasıyla gerçekleşir; ölü ise böyle değildir”

Bu görüş, söylenen sözü kabirdeki ölünün işittiğine dair yapılan yeminin geçerli olmayacağı münasebetiyle söylenmiştir. Mesela buna dair nikâh üzerine yemin edilse, kadın boş olur. Meselenin aslı şöyledir; Fıkıhta yeminler örf esasına dayalıdır. Örfte ise “işitmek” gereğinin yapılabileceği ve karşılığı verilebilecek duymalara denir. Hâlbuki kabirdeki işiten ölüler cevap veremez ve işittiklerinin gereğini muhataplarına yapa­mazlar. Yoksa bu sözden “onlar hiç bir şekilde işitemezler” manası çık­maz. Nitekim bu hususu Hanefî müctehid ve imâmlarından muhakkık Kemaleddin b. Hümâm, «Fethu’l-Kadîr» isimli eserinde açıklamıştır.
[35]

İbnü’l-Hümâm‘ın bahsettiği yemin meselesine şöyle (de) cevab verilir: Yeminler örf üzerine kurulmuştur. Ondan (yeminin bozulmadığından), ölünün işitmediği lâzım gelmez. Nitekim (âlimlerimiz), ‘Biri et yemeye­ceğine yemin etse ve sonra da balık yese, yemini bozulmaz. Çünkü mutat anlamda (adet olan) et ile balık eti ayrı ifade edilir Allah (C.c.) balığı “Taze et” (Nahl, 14) diye isimlendirmesine rağmen yemini bozulmaz..’ demişlerdir.
(Ayrıca bkz: Fahreddîn-i Razı, Nahl:14 Tefsiri)


İbnü’l-Hümâm «Fethu’l-Kadîr»de Nebî (S.a.v.)‘i ziyaret faslında fıkıhçıların şöyle dediğini anlattı:
“Kabir ziyaretinde evlâ olan baş tarafından değil de ayak ucu tarafın­dan gelmektir. Çünkü ölünün gözü yandan ileriye baktığından birincisinde ölü için eziyet vardır.” [36]



İbnü’l-Hümâm (Rh.a.) burada, ölünün görme hissi’nin var ol­duğunu söylemiştir. Halbuki görmek, işitme hissinden daha zayıftır; çünkü görmek için ışığa ihtiyaç varken işitmek için yoktur. O, ölünün görmesi ile ziyaret eden arasında toprak tabakalarının engel olmayacağını da ifade etmiştir. (Bu sabit olunca), işitme hissinin, alıştığı şey­den/ duy­maktan imkânsızlık içinde olmaması daha evlâdır.

Hanefî ulemâsından Abdulhak ed-Dihlevî (v. 1176/1762), ve Kâdî Mu­hammed Senâullah el-Mazharî’nin de ölülerin işittiği görüşünde oldukları bildirilmektedir. [37]



Şâfiîler: İmâm Subkî (v. 771/1370), ölülerin işittiği hususunda mez­heplerde icmâ olduğunu söylemiştir. [38]

Hanbelîler: Hanbelî ulemâsından İbn Receb el-Hanbelî, ölülerin işittiğini söylemiştir. [39]

Mâlikîler: Mâlikîlerden İmâm Kurtubî (v. 671/1272), ölülerin işittiğini ve bu konuda mezheb âlimleri arasında icmâ olduğunu söylemiştir. [40]

İbn Teymiyye ve talebesi İbnü’l-Kayyim’in bu konuda söyledikleri sözlerinden sonra, ölülerin işitmediğini savunanlar, düştükleri zor durumdan kurtulmak için “Onlar da bir insandı, hata etmişlerdir. Bizim için önemli olan âyetin zâhirî mânâsıdır” derlerse? Biz de deriz ki:

Böyle söylemiş olmakla savunduğunuz görüşlerin kaynağı olan İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim’in, anlaşılması bu kadar basit olan âyetin zâhir manasını anlayamayıp hata ettiklerini kabul etmiş olursunuz. Böylece âlimlerinizin daha karışık ve zor meselelerde de hata edebileceği ortaya çıkar. Siz de onların takipçisi olduğunuzdan dolayı, birçok konuda hata edebileceğinizi itiraf etmiş olursunuz ki vakıâ da budur zaten.


Hazreti Âişe’den (R.anhâ) rivâyet edilen bir hadiste, Pey­gamberimiz (S.a.v.) şöyle buyuruyor:

عن عائشة رضى الله عنها قالت: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: ما من رجل يزور قبر اخيه ويجلس عنده الا استأنس به ورد عليه حتى يقوم
“Bir adam kardeşinin kabrini ziyâret edip yanına oturduğunda, o kendisini tanıyarak sevinir, verdiği selâma karşılık verir. Bu hal kalkıncaya kadar devam eder.” [41]

İbn Abdi’l-Berr (v. 463/1071), «et-Temhid» ve «el-İstizkâr» (isimli iki ki­ta­bında), İbn Abbâs’ın (R.anhumâ) şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Kim, dünyada tanıdığı bir kardeşinin kabrine uğrar da ona selâm ve­rirse, mutlaka onu tanır ve ona ‘Aleykümü’s Selâm’ der.”

Abdülhak İşbîlî (v. 852/1185) (Rh.a.) bu rivâyetin isnadının sahih olduğunu söyledi. [42] Hafız İbn Receb el-Hanbelî (v. 795/1393), “Bu rivâyetin isnadı­nın sahihliği demek, râvîlerinin tamamının güvenilir olduğu demektir, öyle­dir de. Ancak hadis garib, hatta münkerdir” dedi. [43]
İbn Receb’e göre İmâm Beyhakî ve Hâkim’in rivâyet ettiği ve sahihtir dediği sınırlandırma getirme­yen rivâyet daha sahihtir. (Yani “tanıdığı” ilavesi bulunmayan hadis.)


İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye diyor ki:

“Kabir azabı ve nimetiyle ilgili geçen hadisler ve kabir ehline selâm vermek, onlarla konuşmak ve ölülerin ziyaretçilerini bilmesi ile ilgili geçen bütün hadisler, İbn Abdi’l-Berr’in mütevatir kabul ettiği hadislerdir” [44]
demiştir.

İbnü’l-Kayyim «Kitâbü’r-Rûh» (60-70 arası)unda, bu meseleyi uzun uzun anlattı. Sıhhatine dair çok deliller, sözler ileri sürdü ve nihayet şöyle dedi: Bu meselede, ölülere selam vereni ziyaretçi diye isimlendirmek sahih olmazdı. Çünkü ziyaret olunan, kendini ziyaret edeni bilmezse ”Onu ziyaret etti” denmesi doğru olmazdı. Bütün insanlarda ziyaretten anlaşılan mana budur. Yine onlara “Ölülere” selam vermek de böyledir, (delil olarak yeter). Çünkü anlamayan bi­rine selam vermek ve o kişinin de selam vereni bilmemesi muhaldir.


Âişe (R.anhâ) şöyle demiştir: Rasûlullâh (S.a.v.) benimle olduğu gecenin sonunda Baki’ kabristanına çıkar ve:
السلام عليكم دار قوم مؤمنين وأتاكم ما توعدون غدا مؤجلون وإنا إن شاء الله بكم لاحقون اللهم اغفر لأهل بقيع الغرغد
“Mü’minler topluluğunun yurdu! Esselâmü aleyküm! Vadedilen şey size geldi, yarına ertelendiniz. Bizler de inşâallah sizlere kavuşacağız. Allah’ım! Bâki’ Gargad ehline mağfiret et!” derdi. [45]



Muhammed b. Hımyer anlatıyor: Ömer b. el-Hattâb (R.a.) Garkad Kabristanı’na uğradı ve: “Ey kabir sakinleri! Bizdeki haberler şunlar­dır: Karılarınız kocaya vardı, evlerinize başkaları yerleşti, servetiniz bölü­şüldü!” diye seslendi.

Gaipten gelen bir ses kendisine şu karşılığı verdi: “Bizdeki havadisler de şu: Dünyadan gönderdiğimiz hayırları burada bulduk, Allah (C.c.) yolunda harcadıklarımızın kârlarını aldık, harcamadıklarımızdan ötürü de zarara uğradık.” [46]



«İbn Kesir’in Tefsirini Tahrif Ediyorlar»

İbn Kesir yazıyor: İbn Asakir, Amr b. Cemûh’un (R.a.) biografisinde nakletti ki: Her gün camiye ibadetleri için gelen genç bir adam vardı. Birgün kötü niyetli bir kadın onu kendi evinde davet etti. O, evdeyken Kur’ân’dan yüksek sesle “Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatır­layıp hemen gerçeği gö­rürler. (Şeytanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler­ler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.” âyetlerini yüksek sesle okudu, çöke­rek Allah korkusundan öldü. Halk adamın cenaze namazını kıldı ve onu defnetti.

Hazreti Ömer (R.a.): ”Her gün ibadet için camiye gelen genç nerede?” diye sordu. Onlar onun vefat ettiğini ve onu defnettiklerini söylediler. Ömer (R.a.) gencin mezarına gitti ve gence seslenerek Kur’ân’dan “Rab­binin huzurunda durmaktan korkan kimseler için iki cennet vardır” âyetini okudu. Mezardaki genç adam ”Allah bana senin dediğinin iki katını lüt­fetti” diye cevap verdi.
[47]


Halbuki bu güzel sözleri bazıları İbn Kesir’in tefsirinden çıkarmışlardır.

Hz. Ömer’in (R.a.) mezarı ziyaret etmesini, ölü bir gence seslen­me­sini kabul etmek istemeyenler, çıkış yolunu kitabı tahrif etmekte görmek­tedirler. Ölülerin işitmediğini iddia edenlerin itibar ettikleri âlimlerinden olan İbn Teymiyye’nin talebesi İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye (v. 751/1350), bakın neler diyor:

Rasûlullâh (S.a.v.), ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler topluluğu! Allah’ın (C.c.) selâmı üzerinize olsun! Esselâmü aleyküm dâra kavmin mü’minin!” şeklin­de, selâmlarını alıyormuş gibi selâm vermelerini önermiştir.

Haddi zatında bu şekilde selâm, duyan ve düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selâmı duymamış olsalardı (ki var olmayana ve cansıza hitap olacağından) abes olurdu.

Ölünün ziyaretçileri tanıması tevatüren sabit olduğu gibi, Selef âlimleri de bu konuda müttefiktirler.”
[48]



İbn Teymiyye ve talebesi İbnü’l-Kayyim’ın fikirlerini alıp savunanlara ve onların yolundan gittiklerini iddia edenlere sorarız, İbn Teymiyye; ölü­nün işitmediğini savunanların suç işlediğini söylüyor. Talebesi İbnü’l-Kayyim ise, ölülerin işittiğini ispatlamak için tafsilatlı bir kitap yazmış, ayrıca dört mezheb âlimleri ölülerin işittiği hususunda icmâ olduğunu söylemişlerdir. Sizin ilminiz, İbn Teymiyye, İbnü’l-Kayyim ve dört mezheb âlimlerinden daha mı fazla? Bu âlimlerin hepsi hata mı yaptı? Yoksa siz mi hata ya­pıyorsunuz?!

DİRİNİN ÖLÜDEN FAYDALANMASI

Bekr b. Abdillâh (R.A.) rivayeti

Bunun da sâbit olduğunu birçok hadîs-i şerîften anlamaktayız. Bunun en açık delili, Rasûlullâh’ın (S.a.v.) şu hadisidir: Bekr b. Abdullah’dan (R.a.) rivâyet edilen bir hadis-i şe­rifte, Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurmuştur:

عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: حياتي خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فإذا أنا مت كانت وفاتي خيرا لكم، تعرض على أعمالكم فإذا رأيت خيرا حمدت الله وإن رأيت شرا استغفرت الله لكم
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır, (sağlığımda birtakım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise, vefâtım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allâh’a hamdederim, şer görürsem Allâh’dan sizin için af dilerim.” [49]


Bu hadîs-i şerîfi, Bezzâr gibi bir hadîs hâfızı, «Müsned»inde zikretmiştir. Hâfız Irâkî’nin oğlu “Bu hadîsin isnâdı çok iyidir” demiştir.
Heysemî, “Bu hadîsi Bezzâr rivâyet etti, ricâl-i sahihte geçen ze­vâttır” demiştir.
İmâm Süyûtî, “Bu hadîs sahihtir” demiştir.
Kastalânî, «Buhârî Şerhi»nde sahih, Alî el-Kârî «Şifâ Şerhi»nde sahih, Zerkânî de, «Mevâhib Şerhi»nde bu hadîs-i şerîfin sahih olduğunu söylemişlerdir.

Abdullâh b. Sıddîk el-Gumarî (Rh.a.), «Nihâyetü’l-âmâl fî şerhi ve tashîh-i hadîs-i arzi’l-e’mâl» isimli müstakil bir risâleyi, sadece bu hadîsin sıhhatini beyân etmeye tahsis etmiştir.

Bu hadîsin sahîh olduğuna, dört mezhep imâmı dâhil birçok imâma göre hüccet kabul edilen sahîh ve mürsel yollarla rivâyet edildiğine dâir müstakil kitaplar yazılacak kadar ilim mevcutken, inançlarını hadislere göre ayarlamak yerine hadisleri inançlarına göre tahlîle tâbi tutma yolunu seçen Elbânî gibilerin bu hadîsi zayıf kabul etmeleri hatadır.

Ama elden ne gelir? Hadîs-i şerîfte vârid olduğu üzere:

“Dini iyi anlamak yalnızca Allah’ın kendileri hakkında hayır dilediği kimselere nasiptir.” Artık “Ben vefatından sonra Rasûlullâh’ın (S.a.v.) istiğfârından bir şey ummuyorum” diyene, “İnkârcının nasibi ancak mahrûmiyettir” demekten başka ne denebilir? Oysa görül­düğü üzere; biz vefâtından sonra da, sağlığındaki gibi Rasûlullâh’ın (S.a.v.) duâ ve istiğfarından faydalanmaya devam etmekteyiz.

Mâlik ed-Dâr’ın rivâyet ettiği hadiste de görüleceği üzere Sahabe Rasûlullâh’ın kabrine gelip, yağmur yağması için Allah’a dua etmesini ondan istemiş ve  sonra da yağmur yağmıştır. Kerâmet sâhibi bir kişi, tıpkı mucize sâhibi bir Nebî  (hattâ sıradan insanların sıradan işlerinde olduğu) gibi, Allah’ın (C.c.) izni, yaratması ve var etmesi ile sebep olma yoluyla yardım isteyene yar­dımda bulunabilir. Yani böyle bir durumda, yaratıcı Allah Teâlâ’dır, kerâmet sahibi kişi ise vesiledir. Allah (C.c.) onun aracılığı ile onun elinden dilediğini halk etmiştir.

Bunun birazcık akla, insafa, cüz’î ilme ve irfâna, asgari Ehl-i Sünnet akîdesi ve anlayışına sâhip olana göre, Kur’ân ve Sünnet’ten delîlleri çok­tur.


Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin «Müsned»in’de Câbir’den rivâyet ettiğine göre, Peygamber (S.a.v.) şöyle buyurdu:

“Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalp­lerine ilham eyle, derler.” [50]


Kişinin dünyada yaptığı iyi veya kötü amellerinin kabirdeki akra­balarına bildirildiği, ve onlarında amelinin iyi veya kötü olmasına göre sevinip üzüldükleri bir çok merfu ve mevkuf  hadis-i şerifte varid olmuştur.

Evella şunu söylemek gerekir ki, bir hadis kendi senedi itibarıyla zayıf olsa bile, aynı mânâda olan başka hadisler farklı senetlerle rivayet edilirse, velev ki bu senetlerde -şiddetli olmaması şartı ile- zayıflık bulunsa bile bu, muhaddislerin ittifakıyla hadisi kuvvetlendirir ve mecmu itibarıyla hadis makbul olur.  Şimdi bu hadisleri tek tek ele alacak olursak:

1- Enes b. Mâlik’in (R.a.) hadisi
Enes b. Mâlik’ten (R.a.) rivâyet edildiğine göre Efendimiz (S.a.v.) şöyle buyurmuştur:

قال الإمام أحمد: حدثنا عبد الرزاق، أخبرنا سفيان، عمن سمع أنس بن مالك يقول: قال النبي صلى الله عليه وسلم: ” إن أعمالكم تعرض على أقاربكم وعشائركم من الأموات، فإن كان خيرا استبشروا به، وإن كان غير ذلك، قالوا: اللهم لا تمتهم، حتى تهديهم كما هديتنا
“Şüphesiz amelleriniz vefat etmiş olan akrabalarınıza ve aşiretlerinize gösterilir, eğer hayır görürlerse sevinirler, eğer şer görürlerse ‘Allahım, onlara hidayet etmeden canlarını alma’ diye Allaha dua ederler.”
Bu hadisi Ahmed b. Hanbel (Rahimehullâh) «Müsned»inde (12683) rivayet etmiştir, fakat senedinde meçhul birisi vardır.


2) Cabir (R.a.)’ın hadisi
 Bu hadisi Ebû Davud et-Tayâlisi «Müsned»inde(1903) rivayet etmiştir. Senedinde ise es-Salt b. Dinar vardır ki zayıf bir râvîdir. [51]



3).Ebu Eyyûb el-Ensârî (R.a.) hadisi
Bu hadisi Taberânî (Rh.a.) «el-Mu’cemu-l-Evsât» isimli eserinde rivayet etmiş, Irakî (Rh.a.) da “Senedinde Mesleme b. Abdillah vardır ki o da zayıf bir ravidir” demiştir.
[52]


4). Ebû Hüreyre’den (R.a.)  mevkuf hadis
Bu hadisi İbn Cerir Taberî (Rh.a.) «Tehzibu’l-Âsâr» isimli ese­rinde rivayet etmiştir.


Buraya kadar zikretmiş olduğumuz rivâyetler amellerin akrabalara arz edilmesi ile alakalıdır. Bunun dışında, amellerin umumi mânâda âhiretteki ve kabirdeki mü’minlere arz edildiği ile alakalı bir çok rivayet vardır.

Ahmed el-Benna (Rh.a.), İbn Hanbel’in (Rh.a.) «Müs­ned»ine yaptığı «el-Fethu’r Rabâni» isimli şerhte bu rivâyetlerin birbirini kuvvetlendirdiğini söylemiştir. [53]



Selefi tâifesinin de sözünü hüccet kabul ettiği hadis hocaları olan Elbânî de, geride zikrettiğimiz birinci ve üçüncü hadisin sahih olduğunu söylemiştir. [54]

Allah, “Şehitler için ölü demeyiniz, onlar diridirler” buyuruyor. Pey­gamberlerin kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Allah’ın irade ve müsaadesiyle bizi görebilen, duyabilen, bizim için dua eden Rasûlullâh (S.a.v.) ve kendileri için kabirleri ba­şında dua ettiğimiz insanlar hakkında “Bizi işitemezler!” demek akıl sahiplerinin işi değildir. Müfessir Âlûsî, «Rûhu’l-Meânî»sinde “İşleri düzenleyip yönetenler hakkı için” (Nâziât: 5) âyetinin tefsirinde, ona göre bazı yanlış anlamalara cevap verdik­ten sonra şöyle diyor:

“Evet, Allah (C.c.) bazen dostlarından dilediklerine, ölme­den evvel olduğu gibi öldükten sonra da dilediği kerâmeti verir ve Hakk Sübhanehû ve Teâlâ, hastayı iyileştirir, boğulmakta olanı kurtarır, düşmana karşı yardım eder, yağmur yağdırır ve bunu kerâmet olarak verebilir. Bazen de o kişiye benzeyen bir sûret ortaya çıkarır ve o kişinin hürmetine, Allah (C.c.) o sûret ile günah olmayan şeylerden istenileni, isteyenin istediğini yerine getirmek için yapar.” [55]



Allâme Seyyid Şerîf Cürcânî, «el-Metâli’» [56] üzerine yazdığı haşiyesi­nin baş­larında, İbnü’l-Kayyim de, «er-Rûh» isimli kitâbında [57] ölülerin birta­kım tasarruflarda bulunabileceklerini ve dirilere faydalı olabileceklerini söyle­mektedirler. Hâs ve dar mânâda velî olduğuna inanılan bir kimseden kerâmet bek­lenilmesi ne Kitâp ne sünnet ve ne de icmâa ters düşen bir şey değildir. Hattâ bu kıyasa bile uyar. Şöyle ki, Allah bu âlemde yaptığı rızık ve benzeri yardımlardan birçoğunu kulları vasıtasıyla yapar.

O vasıtalardan gördüğümüz rızık ve nimetleri bizzat kendilerinden sa­yarsak, bu, tek Rezzâk’ın Allah olduğuna dair inen âyete (Zâriyât:58) ters düşmekle bir çeşit şirk sebebi olur. O bakımdan doğrusu kulları sebep ve vasıta, Allah’ı da yaratan ve îcâd eden olarak görmektir.

İmâm-ı Müfessirîn Fahruddîn er-Râzî, «Tefsîr»inde şöyle diyor: “Cismânî alâkalardan (bedenlerle ilgili olan bağlantılardan) kurtulan ve ulvî (yüksek) âleme kavuşmağa şiddetli arzulu olan beşerî rûhlar, cesedlerin karanlıklarından çıkmalarından (öldükten) sonra, melekler âlemine ve mukaddes yerlere giderler ve onlardan (rûhlardan) bu âlemin hâllerinde eserler ortaya çıkar. O yüzden, işte onlardır ‘İş(ler)i tedbîr edenler’dir (Nâzirat, 5). İnsân bazen üstâdını rüyâda görür de ona içinden çıkılması zor bir mesele sorar ve üstâdı kendisine o meseleden çıkışın yolunu gösterir; değil mi?”
[58]

Fahruddîn er-Râzî yine aynı yerde şöyle der: “İnsan, bazen babasını ve anasını rüyâda görür ve onlara bir takım şeyleri sorar, onlar da doğru cevâblar verirler. Bazen de onu hiç kimsenin bilmediği bir yerdeki defîneye yönlen­dirirler.”


İbn Teymiyye: “Bazı kimselerin, Peygamber Efendimiz­ (S.a.v.) veya ümmetine mensup sâlih bir şahsiyet aracılığı ile Allah’dan bir şey dilemeleri ve bu dilekleri­nin Allah tarafından, Peygam­ber’inin veya o kulunun elinden yerine getirilmesidir. Bu da çok görülen bir olaydır.” [59]


“Böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı ba­şında duâ edi­len mezarda yatan ölünün kerâ­meti ola­rak sayılabilir.” [60]
İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bul­mamakla beraber, böyle dileklerin, Allah’ın (C.c.) izni ile kabul olunabildiğini itiraf etmiştir.


İbnu’l Kayyim el-Cevziyye «Kitâbu’r-Ruh», Sf: 25’de şu kıssayı anla­tır:

Ölülerin dirilere yardımının dokunabileceğinin delillerinden biri de İmâm Buhârî’nin [61] kısa, İmâm Taberânî’nin [62]
de uzun olarak [63] Enes (R.a.)’den rivayet ettiği hadistir:

Yemâme (Muhârebesi) gününde (harp bitince ve) insanlar aralanınca Sâbit b. Kays’a: “Baksana ey amca!” dedim. Onu karışık sözler söyler halde buldum. “Biz Rasûlullâh ile beraber böyle harp etmezdik. Akranları­nızı ne kötü alıştırdınız! Ey Allah’ım! Şunların getirdiklerinden ve yaptıkla­rından sana sığınıyorum” de(miş)di. Sonra harp etti ve nihayet şehit edildi. Üze­rinde kıymetli bir zırh vardı. Ona bir Müslüman uğrayıp o zırhı aldı.

Müslümanlardan bir adam uyurken, Sâbit (R.a.) rüyasında O’na geldi ve (şöyle) dedi:

“Sana bir vasiyette bulunacağım. Sakın ha! ‘bu karışık bir rüyadır’ deyip de onu zayi etme!.. Ben şehit edildiğim zaman zırhımı falanca kişi aldı. Onun evi insanların (oturdukları mıntıkanın) en uzağındandır. Çadı­rının yanında oynaşan bir at vardır. Bu at o zırha bir eski ip fazlasıyla bağlanmıştır. Üzerinde de atın üzerine bağlanan bir şey/çul vardır. Halid (R.a.)’a git, ona emret, o zırhı alsın ve Ebû Bekir’e (R.a.): üzerimde falancanın şu kadar alacağı bulunduğunu ve falanca köle­nin de azad edilmiş bir köle olduğunu söylesin!” Adam uyandı, Halid’e geldi ve ona (rüyâyı) haber verdi. Bunun üze­rine Hz. Hâlid zırha bir adam gönderdi ve (adam) onu anlattığı gibi getirdi. Daha sonra adam rüyasını Hz. Ebû Bekir’e haber verdi. O da ölünün vasiyyetini yerine getirdi.” [64]

Bunu, Beğavî de [65] başka bir senedle Atâ el-Horasânî yoluyla Sabit b. Kays’dan uzun olarak rivayet etti. [66]
Selefi görüşü üzere olduğunu idda edenlerin imamımız dedikleri İbnü’l Kayyim el-Cevziyye, İbn Teymiyye’nin talebesi olduktan sonra yazdığı «Kitâbu’r-Ruh»da aynen böyle anlatmaktadır.


Bu kıssa, ölünün, diri tarafından ona yapılanı hissettiğini, hattâ dirinin onun malından gizlediği şeyi ve yerini tam olarak bildiğini ifâde etmekte­dir. Apaçık deliller ortadayken bunu Allah Teâlâ’nın kudretinin bir tezâhürü olarak görmek yerine kuru inkara kalkışmak neden!?


Eğer “Bu hâdise ‘O günde vasiyet etmeye güç yetiremezler’ (Yasin:50) âyetinin açık mânâsına tersdir” dersen, Biz de şöyle deriz:

Bu âyet (insanların) üzerlerine ansızın kıyâmet ko­pup da vaktin darlığından dolayı vasiyet edemeyecekleri hakkındadır. Nite­kim İmâm Müfessir el-Mukrî’ Alauddîn Ali b. Muhammed b. İbrahim eş-Şafiî el-Bağdâdî -ki «Hâzin» diye tanınır- (Rh.a.) dahi «Tefsîr»inde buna işâret etmiştir.

 İbnü’l-Kayyim, şöyle diyor: “Bedenin esîrliğinden, bağlarından ve engellerinden kurtulan rûhun, zelîl bedenin bağlarında ve engellerinde hapsolunan rûhta olmayan, tasarruf, güç, nüfuz, himmet, hızla Mevlâ’ya yükselmek ve Allah’la alâkası vardır. Bedeninde mahbûs iken (rü’yâdayken) bu olursa, ya ondan sıyrılıp ayrılınca, güçleri kendinde bir araya toplanınca ve de (bedene girmeden evvel rûhlar âlemindeki) ilk vaziyetinde de yüce, pak, büyük ve yüksek himmet sâhibi olunca nasıl olur? İşte bu rûhların bedenden ayrılınca başka bir hâli, başka bir işi vardır. Rûhların, bedenlerindeyken benzerlerine güç yetiremeyecekleri şeyleri ölümlerinden sonra yaptıklarına dâir insanoğlunun çeşitli sınıflarında görülen rü’yâlar tevatür edegelmiştir. Bir, iki, az bir sayı ve benzeri ile çok sayıda askerleri bozguna uğratmak gibi… Nebî (S.a.v.), Ebûbekir ve Ömer (R.anhumâ), nice kez rü’yâda görülmüştür ki, rûhları küfür ve zulüm ordularını hezîmete uğratmışlardır. Bir de bakılmıştır ki küfür orduları -sayılarının çokluğuna ve mü’minlerin zayıflığına ve azlığına rağmen- mağlub olmuşlar ve kırılmışlardır.” [67]

RÜYASINDA TAVSİYE EDİLEN İLAÇLARI KULLANARAK ŞİFA BULANLAR

İbnü’l Kayyim el-Cevziyye «Kitâbü’r-Rûh» sayfa 251’de (Kutub-ul İlmiyye baskısında sayfa 191’de) “Senedi sahihtir. Ravileri de sikadır” denilerek: İmâm Malik’in Ebuü’r-Rical’den, o da Amra yoluyla Âişe’den rivâyet ettiğine göre:

Hz. Âişe’nin câriyesi Âişe’ye sihir yapar. Bu arada Sindî (Pakistanlı) hasta biri yanına gelir ve “Sana sihir ya­pıldı” der. Hazreti Âişe de “Kim yaptı?” diye sorar. Sindî der ki:

“Odasında bulunan çocuğun, üzerine bevlettiği cariye.” Bunun üzerine Hz. Âişe cari­yeyi çağırır. Elbisesinde bulunan ıslaklığı yıkayınca geleceğini söyler. Câriye gelince ona: “Bana sihir yaptın mı?” diye sorar. Câriye ise: “Bir an önce hür­riyetime kavuşmak için” karşılığını verir. Bunun üzerine Hz. Âişe, “Kısa zamanda bu câriyeyi bir arabiye sat” diye erkek kardeşine emreder. Câriye böylece satılır. Sonra Hz. Âişe rüyâsında, suları birbirine akan üç kuyuda kendisine yıkanması emredildiğini ve sulara dalarak sihrin etki­sinden kurtuldu­ğunu görmüştür.

Yine «Kitâbu’r-Ruh» sayfa: 252’de: Semmak b. Harb’in gözleri görmez olunca rüyâ­sında Hz. İbrâhîm el-Halil’i görür. Hz İbrâhîm, gözlerini sıvazlar: “Fırat nehrine git. Üç defa suya dal” der. Semmak ta Fırat neh­rine gider. Suya dalınca gözleri açılır.

Hanbelî ulemâsından İbn Ebi’d-Dünyâ anlatıyor: Hayır ve salâh ehlinden bir kadın mide ağrı­sına tutulur. Rüyâsında birinin ona şöyle dediğini du­yar: “La ilâhe illallâh. Kaynatılmış gül suyu.’’ Bu kadın rüyâsında gör­düğü gibi kaynatılmış gül suyunu içince mide ağrısından tamamen kur­tulur.


Meseleyi ilgilendiren olaylar bitmeyecek kadar çoktur. Hatta alimlerden biri: “Tıp ilminin temeli rüyâlardır’’ demiştir. Daha geniş malumat sahibi olmak isteyenler, «Tarihü’l-Etıbba» ve el-Kayrevânî‘ye bakabilir.

İbnü’l Kayyim el-Cevziyye yine kitabında diyor ki: “Bunları anlamak­taki maksadımız, ölülerin ruhlarıyla dirilerin ruhları nasıl birbirleriyle mü­nasebet kurabiliyorlarsa kişilerin ruhlarının da aynı şekilde birbirleriyle alaka kurabileceklerini anlatmaktır. Selef ulemasından nakledildiğine göre ruhlar havada karşılaşırlar, birbirbirleriyle tanışıp aralarında muzakere eder­ler.” [68]


İbnü’l Kayyim el-Cevziyye şöyle devam ediyor: “Selef’e göre Yüce Allah sadık rüyalarda insana her şeyin biaynihi ismini dininde ve dünyasındaki değişmeleri, tabiatını ve hata, şüphe ihtimali olmaksızın bü­tün bilgileri öğretmesi, insanın kalbine ilham etmesi için bir meleği vekil tayin eder. İnsana dünyasında ve dininde başına gelecek hayır ve şerri içe­ren Kur’an’la ilgili Allah’ın gayb bilgisini ihtiva eden bir nüsha getirir. Adeti üzere misaller, şekiller ortaya koyar. Bazen yaptığı ve yapacağı iyi bir amelle müjdeler, bazen de yaptığı veya yapmayı düşündüğü bir işten alıkoyar. Sebepleri beliren bir kötülükten başka sebepler göstererek meneder. Bunca hikmet ve faydaları bir tarafa, yüce Allah rüyayı bir nimet, rahmet, hatırlama ve öğretme vesilesi yapmıştır. Söz konusu yollardan bi­riyle ruhlar birbirine kavuşabilmişler, birbirleriyle tanışıp müzakere ede­bilmişlerdir. Nice insanlar vardır ki tevbesi, salahı ve ahirete meyli gör­düğü bir rüya ile olmuştur. Ve niceleri de saklı hazinelere rüyalarında ula­şabilmiştir.”

Aynı kitap sayfa: 248’de yüzüncü delil: “Yeryüzünde yaşayan bütün insan­lar; ölülerin ruhlarına kavuşabileceğine, onlara soru sorabileceğine, ölüle­rin kendilerinin bilmediği bir şeyi haber verebileceklerine ve onları göre­bile­ceklerine dair bilginin doğru olduğunda birleşmişlerdir. Bununla ilgili mi­saller o kadar çoktur ki inkarla bitirilemez.”

Yine İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye: “Rüyâsında tavsiye edilen ilaçları kullana­rak şifa bulanların sayısı da gerçekten çoktur. Birçok insanın bana anlattığına göre, İbn Teymiyye karşıtı birçok kişi, ölümünden sonra onu rüyasında görüp feraiz ve başka konularda sorular sormuşlar. İbn Teymiyye onlara doğru cevaplar vermiştir. Velhasıl, bu ger­çeği sadece ruhları hü­kümlerini ve durumlarını bilmeyen insanlar kabul etmezler. Başarı Allah’dandır.” [69]


Buradan ve 172. Sayfada ‘Hocam İbn Teymiyye’ demesinden de  anlaşılacağı üzere, İbnü’l Kayyim el-Cevziyye, «Kitâbü’r-Rûh»u İbn Tey­miyye’nin talebesi olduktan  ve İbn Teymiyye’nin vefatından sonra yazmış.

İbnü’l Kayyim el-Cevziyye’nin bu sözü, râbıta ve âlimlerin geçmiş âlimler­den mânevî ilim almaları ile ilgili konulara çok güzel bir delil teşkil etmek­tedir. İbnü’l-Kayyim’e “İmâmız” diyen ve bir çok sözlerini delil gösteren selefî görüşü üzere olma iddiasındakiler, bunu duyduklarında ya imâm­larına tâbi olurlar ya da her zaman yaptıkları gibi “O da insan, hata edebilir, bu da hatalarından biri” deyip düştükleri zor durumdan kendi­lerince sıyrılıp çıkar­lar.

Yukarıdaki kıssa, ölünün hayattaki tarafından ona yapılanı hissetti­ğini, hatta dirinin onun malından gizlediği şeyi ve yerini tam olarak bildi­ğini ifâde etmektedir. Ayrıca o ölünün vasiyeti sayesinde, bir kölenin azad edilmesi sağlanmıştır.

İTİRAZ
Bu (hâdise), Allah ‘ın (Celle Celâluhû):

فَلا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلا إلى أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ
“O günde vasiyet etmeye güç yetiremezler(Yâsîn: 36/50) âyetinin açık mânâ­sına terstir.

CEVAP
Bu âyet, (insanların) üzerlerine ansızın kıyamet kopup da vaktin dar­lı­ğından dolayı vasiyet edemeyecekleri hakkındadır. Nitekim Hâzin (Rh.a.) dahi «Tefsîr»inde
[70] buna işâret etmiştir.




KAYNAKÇA/DİPNOTLAR

[1] Guraba Yayınları, Bid’at ve Müstehâb Kabir Ziyâretleri Bölümü, 2 Baskı 2008, Sf: 49-51.

[2] Müslim, el-Cenne ve’s-Sıfatu Naîmihâ, 70; Buhârî, Cenâiz, 67; Ebû Dâvûd, Sünne, 27.

[3] el-Begavî, Şerhu’s-Sünne, 3/279, Hadis No: 1515.

[4] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l-Müstekîm, Dâru’l-Mârife, Beyrut, Sf: 378-379. Türkçe Baskısı: İbn Teymiyye, Sırâtu’l-Müstakim, Kabir Ziyaretleri Bölümü, Trc, Pınar Yayınları, Sf: 499, Baskı: 2004.

[5] İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-Kübrâ, Hakikat Yayınları, Kıyâmet-Ahiret, Sf: 207.

[6] İbn Teymiyye, Külliyât, Tevhid Yayınları 1998, 4/240 (ve 1/8)

[7] İbn Teymiyye, Sırâtü’l-Müstakim, Kabir Ziyaretleri Bölümü, Trc, Pınar Yayınları, Sf: 493, Baskı: 2004.

[8] Buhârî, Deâvât, 66, 7/168.

[9] İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, 6/484. Ayrıca bkz: Sâbûnî, Savfetü’t-Tefâsir/Fatır Suresi. 22. âyetin tefsiri.

[10] Müslim, el-Cenne ve Sıfatu Naîmihâ, 70; Buhârî, Cenâiz, 67; Ebû Dâvûd, Sünne, 27.

[11] el-Begavî, Şerhu’s-Sünne, 3/279, Hadis No: 1515.

[12] Buhârî, Cenâiz, 90; Nesâî, Cenâiz, 108; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/5804.

[13] Müslim, el-Cenne ve Sıfatü Naîmihâ, 76, 77, 78; Buhârî, Megâzî, 8; Nesâî, Cenâiz, 117; Hanbel, el-Müsned, 1/26-27.

[14] Zürkânî, Şerhü’z-Zürkânî ale’l-Mevâhib, (2/309).

[15] O, Hafız Allâme Yunus b. Bekir b. Vâsıl eş-Şeybânî el-Kûfî Ebû Bekir’dir (v. 199). (Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, 8/411; İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, 9/456)

[16] Hanbel, el-Müsned, Hadis No: 25372; Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, Hadis No: 10023. Heysemî, “Bunu İmâm Ahmed rivayet etti, ricâli de sağlam kimselerdir” dedi.

[17] Kastalânî, el-Mevâhîbü’l-Ledûnniyye, 1/189: O, imâm, allâme, fakih, muhaddis, Ahmed b. Hanbel b. Muhammed b. Ebî Bekr Ebû’l-Abbâs Şihâbuddîn eş-Şâfiî’dir (v. 923). (Sehâvî, ed-Dav’ü’l-Lâmî, 2/103)

[18] Tirmizî, Cenâiz, 60.

[19] Heysemî, Mecma’üz-Zevâid, 8/615, Hadis No: 14274. Heysemî bunu naklettikten sonra “Ricâli sahihin ricâlidir. Benzerini İbn Sa’d, (3/364) ve Hâkim de (3/61) rivayet ettiler” dedi. Benzerini İmam Ahmed de rivâyet etti (Hadis No: 25560).

[20] Dâvûd-i Bağdâdî, Minhâtü’l-Vehbiyye fi’r-Reddi ale’l-Vehhâbiyye, Sf: 15.

[21] Müslim, Cenâiz, 35.

[22] Müslim, Cenâiz, 18,19; Buhârî, Cenâiz, 33; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 29; Tirmizî, Cenâiz, 24.

[23] Buhârî, Cenâiz, 32; Müslim, Cenâiz, 9.

[24] O, imam, önder, huccet, büyük tabii Rib’î b. Hiraş b. Cahş et-Ğatafânî; (Ö:101). (İbn Sa‘d, Tabakât, 6/127; Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, 3/427)

[25] Beyhakî, Delâil’ün-Nübüvve, 6/455; Ebu Nuaym, el-Hilye, 4/408; İbn Abdil-Berr, el-İstiab, 2/548; İbn Sa‘d, Tabakât, 6/127; Hatib-i Bağdâdî, et-Tarih, 8/433.

[26] Bu bahisde insanların alışık olduğu hikayeler çoktur ve meşhurdur. Daha fazla fayda için İbn Ebi’d-Dünyâ’nın «Öldükten Sonra Yaşayanlar» isimli risâlesine bakılsın.

[27] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, 24/362.

[28] Buhârî, Enbiya, 3, Hadis No: 3158, 3/1213; Müslim, Birr, 49, Hadis No: 2638, 4/2031.

[29] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Hadis No: 7068; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, Sf: 89, Hadis No: 263.

[30] Ebû Ya’lâ, el-Müsned, Cilt: 11, Sf: 462, No: 6584.

[31] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, Cilt: 8, Sf: 144, (387), No: 13813.

[32] el-Askalâni, Metâlibu’l-Aliye, Cilt: 13, Sf: 13, No: 4628.

[33] Elbânî, Silsilet el-Ehadis es-Sahiha, Cilt: 6, Sf: 236.

[34] Elbânî, Silsilet el-Ehadis es-Sahiha, Cilt: 6, Sf: 524.

[35] Hamdullah ed-Dacvî, el-Basâir, Sf: 25, İhlâs Yayınları Vakfı, 1999. Kemaleddin b. Hümâm, Fethu’l-Kadîr’den naklen.

[36] Feth’ul-Kadîr, Nebi (S.a.v.)’i Ziyaret Faslı (2/169).

[37] Senâullah el-Mazharî, et-Tefsîrü’l-Mazharî, 2/489.

[38] Sübkî, Şifâu’s-Sikâm, Sf: 162-172, İhlas Yayınları Vakfı, 1995.

[39] İbn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr, Sf: 132, Daru’l-Kitabi’l Arabî, 2001.

[40] Kurtubî, et-Tezkire, Sf: 144-145, Darü’l-Fikir Yayınevi.

[41] Zebidî, İthâfu’s-Saâde, 14/275.

[42] Kurtubî, et-Tezkire, Sf: 145.

[43] İbn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr

[44] İbnü’l-Kayyim, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 137.

[45] Müslim, Cenâiz, 35 (Bâb: Kabre girerken ne denir ve ehline nasıl duâ edilir); Nesâî, Cenâiz, 103 (Bâb: Müminler için istiğfar edilmesi).

[46] Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, 4/290.

[47] İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, Cilt 6, Sf: 496, 7/202 (yani A’râf Sûresi 202. âyetin tefsiri bölmesinde).

[48] İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’r-Rûh, İz Yayıncılık, Sf: 11. Not: İbnü’l-Kayyim bu kitabı İbn Teymiyye’nin talebesi olduktan sonra yazmıştır. «er-Rûh» kitabının 32 (dipnot-7) – 46. sayfalarında böyle olduğu açıklanmıştır.

[49] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 2/194; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Aliye, 4/22, Hadis No: 3853; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/594, Hadis No: 14250.

[50] Ebû Dâvûd, el-Müsned, 3/340, Hadis No: 1903 Daru Hicr baskısı, Mısır Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn “Hadis sahihtir” diyor, aynı yer.

[51] Zehebi, Mizânü’l-İ’tidal, 2/318.

[52] Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 2/327.

[53] el-Benna, el-Fethu’r Rabbani, 7/89.

[54] Elbânî, Silsiletü-l Ehadis es-Sahiha, 6/605.

[55] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 30/25.

[56] Allâme Seyyid Şerîf Cürcânî, Hâşiye ʿalâ Levâmiʿi’l-Esrâr şerhi Metâliʿi’l-Envâr, Bir baskısında Sf: 5; Başka bir baskısında Sf: 6-7; Yine aynı kitabın bir baskısında Sf: 17; Başka bir baskısında da Sf :19.

[57] İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 237.

[58] Fahruddîn el-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Nâziât Sûresi, 5. âyetin tefsîri, 11/31.

[59] İbn Teymiyye, Sırat-ı Müstakim, Kabir Ziyaretleri Bölümü, Tercüme Pınar Yay. s. 493 baskı 2004.

[60] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, Dârul Marife, Beyrut, Sf: 373-374. tsz. İbn Teymiyye, Sırat-ı Müstakim, Kabir Ziyaretleri Bölümü Tercüme Pınar Yay. Baskı 2004, Sf: 494.

[61] Buhârî, Cihâd, 39.

[62] O İmam, Hâfız Allâme Ebû’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî’dir. (v. 360). bnü’l-Cevzî, el-Muntazam, 8/368; Zehebî, Tezkiratü’l-Huffâz, 3/912)

[63] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, No: 1320.

[64] Bu hâdiseyi İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye’de (6/320) zikredip Tirmizî’ye nisbet etti.

[65] O, İmam Hafız Ebû Muhammed el-Hüseynî b. Mesûd el-Ferrâ el-Beğavî’dir. H. 433’de doğdu, 516’da vefat etti. (Zehebî, Tezkiratü’l-Huffâz, 4/1257)

[66] el-Beğavî, Meʿâlimü’t-Tenzîl, 4/254; İbn Hacer bunu Beğavî’ye isnâd ederek «el-İsâbe»sinde yazdı.

[67] İbnü’l-Kayyim, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 237.

[68] İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 44.

[69] İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’r-Rûh, Sf: 46.

[70] Hâzin, Lübâbü’t-Teʾvîl fî Meʿâni’t-Tenzîl, 4/9.