نتيجة الفكر فى الجهر با الذكر – الإمام جلال الدين السيوطي
Netîcetü’l-Fikr fi’l-Cehri bi’z-Zikr – İmâm Celâleddîn es-Süyûtî
(Deliller Işığında Cehrî Zikrin Hükmü)
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla!
Hamd, Allah’a mahsustur ve O (bize) kâfidir. Selâm, O’nun seçkin kulları üzerine olsun.
Bana, Allah sana ikrâmda bulunsun, sûfî sâdâtının mescidlerde mutat hale getirdikleri zikir halkalarını, yüksek sesle (cehrî/sesli) zikir yapmalarını ve bunun mekruh olup olmadığını sordun.
Cevap: Şüphesiz bunda hiçbir kerâhet yoktur. Cehrî zikir yapmanın müstehap olduğuna dair hadisler vârit olduğu gibi, hafî (gizli/sessiz) zikir yapmanın müstehap olduğuna dair hadisler de vârit olmuştur. Bunun çözümü şudur:
Cehrî ve hafî zikir yapmak, içinde bulunulan hâl ve şahıslara göre değişir. Nitekim İmâm Nevevî, Kur’ân’ı sesli okumanın müstehap olduğuna dair hadislerle, Kur’ân’ı gizli okumanın müstehap olduğuna dair hadisler arasını cemetmiştir. İşte burada bunları fasıl fasıl açıklayacağım.
Cehrî Zikrin Müstehap Olduğuna Sarahaten veya İşareten Delâlet Eden Hadisler
1- Buhârî, Ebû Hüreyre’nin, Rasûlullah’tan (s.a.v.) naklen, Allah’ın (c.c.) şöyle dediğini söylemiştir:
يَقُولُ اللَّهُ؛ أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي، وَأَنَا مَعَهُ إِذَا ذَكَرَنِي، فَإِنْ ذَكَرَنِي فِي نَفْسِهِ ذَكَرْتُهُ فِي نَفْسِي، وَإِنْ ذَكَرَنِي فِي مَلَأٍ ذَكَرْتُهُ فِي مَلَأٍ خَيْرٍ مِنْهُ
Allah şöyle buyuruyor: “Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça (zikrettikçe) ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım…” (Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Zikr, 2)
Bu hadisi zikrettikten sonra Süyûtî (rh.a.) diyor ki:
وَالذِّكْرُ فِي الْمَلَأِ لَا يَكُونُ إِلَّا عَنْ جَهْرٍ
“Bir cemaat içinde zikretmek (anmak) ise ancak sesli olur.”
2- Bezzâr’ın naklettiği hadisi, Hâkim de «el-Müstedrek»te Câbir’den sahih olarak nakletmiş ve Câbir’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
خَرَجَ عَلَيْنَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : يَا أَيُّهَا النَّاسُ ، إِنَّ لِلَّهِ سَرَايَا مِنَ الْمَلَائِكَةِ تَحُلُّ وَتَقِفُ عَلَى مَجَالِسِ الذِّكْرِ فِي الْأَرْضِ ، فَارْتَعُوا فِي رِيَاضِ الْجَنَّةِ ، قَالُوا : وَأَيْنَ رِيَاضُ الْجَنَّةِ ؟ قَالَ : مَجَالِسُ الذِّكْرِ ، فَاغْدُوَا وَرُوحُوا فِي ذِكْرِ اللَّهِ
Câbir (r.a.) dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) yanımıza çıkıp geldi ve şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Şüphesiz yüce Allah’ın yeryüzünde dolaşan gezgin melekleri vardır. Bunlar zikir meclislerinin bulunduğu yerde durup konaklarlar. O halde sizler de cennet bahçelerine giriniz.” Ashâp, “Cennet bahçeleri nerededir?” diye sordu. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Zikir meclisleridir. Sabah-akşam zikredin…” (Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, 1/493)
3- Müslim ve Hâkim, Ebû Hüreyre’den rivâyet etmişlerdir.
إِنَّ لِلَّهِ مَلَائِكَةً سَيَّارَةً وَفُضَلَاءَ ، يَلْتَمِسُونَ مَجَالِسَ الذِّكْرِ فِي الْأَرْضِ ، فَإِذَا أَتَوْا عَلَى مَجْلِسِ ذِكْرٍ حَفَّ بَعْضُهُمْ بَعْضًا بِأَجْنِحَتِهِمْ إِلَى السَّمَاءِ ، فَيَقُولُ اللَّهُ : مِنْ أَيْنَ جِئْتُمْ ؟ فَيَقُولُونَ : جِئْنَا مِنْ عِنْدِ عِبَادِكَ يُسَبِّحُونَكَ وَيُكَبِّرُونَكَ وَيَحْمَدُونَكَ وَيُهَلِّلُونَكَ وَيَسْأَلُونَكَ وَيَسْتَجِيرُونَكَ ، فَيَقُولُ : مَا يَسْأَلُونَ ؟ وَهُوَ أَعْلَمُ ، فَيَقُولُونَ : يَسْأَلُونَكَ الْجَنَّةَ ، فَيَقُولُ : وَهَلْ رَأَوْهَا ؟ فَيَقُولُونَ : لَا يَا رَبِّ ، فَيَقُولُ : فَكَيْفَ لَوْ رَأَوْهَا ، ثُمَّ يَقُولُ : وَمِمَّ يَسْتَجِيرُونِي ؟ وَهُوَ أَعْلَمُ بِهِمْ ، فَيَقُولُونَ : مِنَ النَّارِ ، فَيَقُولُ : وَهَلْ رَأَوْهَا ؟ فَيَقُولُونَ : لَا ، فَيَقُولُ : فَكَيْفَ لَوْ رَأَوْهَا ؟ ثُمَّ يَقُولُ : اشْهَدُوا أَنِّي قَدْ غَفَرْتُ لَهُمْ وَأَعْطَيْتُهُمْ مَا سَأَلُونِي وَأَجَرْتُهُمْ مِمَّا اسْتَجَارُونِي ، فَيَقُولُونَ : رَبَّنَا ، إِنَّ فِيهِمْ عَبْدًا خَطَّاءً جَلَسَ إِلَيْهِمْ وَلَيْسَ مِنْهُمْ ، فَيَقُولُ : وَهُوَ أَيْضًا قَدْ غَفَرْتُ لَهُ ، هُمُ الْقَوْمُ لَا يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ
“Yüce Allah’ın yeryüzünde dolaşan pek faziletli melekleri vardır. Bunlar yeryüzünde zikir meclislerini araştırır. Bir zikir meclisine uğradıklarında kanatlarıyla birbirlerini örter ve nihayet kendileri ile dünya seması arasındaki mesafeyi doldururlar. Allah-ü Teâlâ onlara, ‘Nereden geliyorsunuz?’ diye sorar. Onlar, ‘Bizler yeryüzünde seni tesbih eden, tekbir eden, sana hamdeden, tehlil getiren ve senden himaye isteyen kullarının yanından geliyoruz’ der. Hak Teâlâ onlardan daha iyi bildiği halde: ‘Benden ne istiyorlar?’ diye sorar. Melekler, ‘Cenneti istiyorlar’ der. Yüce Allah, ‘Cenneti gördüler mi?’ diye sorar. Melekler, ‘Hayır Rabbimiz’ diye cevap verir. Allah-ü Teâlâ, ‘Ya cenneti görmüş olsalardı nasıl yaparlardı?’ diye buyurur. Hak Teâlâ onlardan daha iyi bildiği halde, ‘Neye karşı benim himayemi istiyorlar?’ diye sorar. Melekler, ‘Rabbimiz, cehennemin ateşinden’ derler. Yüce Allah, ‘Peki onlar ateşi gördüler mi?’ diye sorar. Melekler, ‘Hayır’ der. Allah-ü Teâlâ, ‘Peki ya ateşi görmüş olsalardı nasıl yaparlardı?’ diye buyurur.
Sonra yüce Allah, ‘Şahit olun ki ben onlara mağfiret ettim, benden istediklerini onlara verdim, himaye etmemi istedikleri şeye karşı onları himayeme aldım’ buyurdu. (Ebû Hüreyre devamla) dedi ki:
Yine melekler, ‘Rabbimiz, aralarında falan (adam) vardır. O onlardan olmadığı halde onlarla birlikte oturuverdi’ derler. Yüce Allah: ‘Ona da mağfiret ettim. Bunlar kendileri ile birlikte oturup kalkanın bedbaht olmayacağı bir topluluktur’ buyurdu.” (Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, 1/494)
4- Müslim ve Tirmizî bu hadisi Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudrî’den (r.a.) rivâyet etmişlerdir.
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : مَا مِنْ قَوْمٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا حَفَّتْهُمُ الْمَلَائِكَةُ وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ وَنَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ وَذَكَرَهُمُ اللَّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Allah’ı zikreden bir topluluğu (mutlaka) melekler kuşatır, (Allah’ın) rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekîne iner ve Allah onları yanındakilere zikreder (anlatır).” (Tirmizî, Daavât, 7)
5- Müslim ve Tirmizî bu hadisi Muâviye’den nakletmişlerdir.
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَرَجَ عَلَى حَلْقَةٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فَقَالَ : مَا يُجْلِسُكُمْ ؟ قَالُوا : جَلَسْنَا نَذْكُرُ اللَّهَ وَنَحْمَدُهُ ، فَقَالَ : إِنَّهُ أَتَانِي جِبْرِيلُ فَأَخْبَرَنِي أَنَّ اللَّهَ يُبَاهِي بِكُمُ الْمَلَائِكَةَ
Hz. Peygamber (s.a.v.), ashâbından bir halkanın (grubun) yanına çıkageldi ve onlara, “Sizi burada oturtan şey nedir?” diye sordu. Onlar, “Oturmuş Allah’ı zikrediyor ve ona hamdediyoruz” dediler. Rasûlullah (s.a.v.), “Bana Cebrâîl geldi ve Allah’ın sizinle meleklere iftihar ettiğini haber verdi” dedi.” (Tirmizî, Daavât, 7)
6- Hâkim sahih olarak, Beyhakî de «Şuâbü’l-Îmân»da Said el-Hudrî’den (r.a.) Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini nakletmiştir:
أَكْثِرُوا ذِكْرَ اللَّهِ حَتَّى يَقُولُوا : مَجْنُونٌ
“(Münâfıklar) size mecnun diyene kadar, Allah’ı çok zikredin!” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/64)
7- Beyhakî, «Şuâbü’l-Îmân»da Ebû Cevzâ’dan Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
أَكْثِرُوا ذِكْرَ اللَّهِ حَتَّى يَقُولَ الْمُنَافِقُونَ : إِنَّكُمْ مُرَاءُونَ
“Münâfıklar sizlere riyakâr diyene kadar Allah’ı çokça zikredin.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/64)
Bu hadisi zikrettikten sonra Süyûtî (rh.a.) diyor ki:
مُرْسَلٌ ، وَوَجْهُ الدَّلَالَةِ مِنْ هَذَا وَالَّذِي قَبْلَهُ أَنَّ ذَلِكَ إِنَّمَا يُقَالُ عِنْدَ الْجَهْرِ دُونَ الْإِسْرَارِ
“Bu mürsel bir hadistir. Bunun ve daha önce geçen hadisin konuya delâleti şudur: Bu (hadiste geçen ifade) sesli okuyuş için söylenir, gizli okuma için değil.”
8- Beyhakî, Enes’ten (r.a.) Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
إِذَا مَرَرْتُمْ بِرِيَاضِ الْجَنَّةِ فَارْتَعُوا ع قَالُوا : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، وَمَا رِيَاضُ الْجَنَّةِ ؟ قَالَ : حِلَقُ الذِّكْرِ
“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman oraya dalın.” Dediler ki: “Yâ Rasûlallah! Nedir o cennet bahçeleri?” Rasûlullah (s.a.v.): “Zikir halkalarıdır” dedi. (Hanbel, el-Müsned, 19/498; Tirmizî, Daavât, 83; Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/66)
9- Bakî’ b. Muhalled, Abdullah b. Amr’dan nakletmiştir:
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَرَّ بِمَجْلِسَيْنِ ، أَحَدُ الْمَجْلِسَيْنِ يَدْعُونَ اللَّهَ وَيَرْغَبُونَ إِلَيْهِ ، وَالْآخَرُ يُعَلِّمُونَ الْعِلْمَ ، فَقَالَ : كِلَا الْمَجْلِسَيْنِ خَيْرٌ ، وَأَحَدُهُمَا أَفْضَلُ مِنَ الْآخَرِ
Hz. Peygamber (s.a.v.), iki meclise uğradı. Meclislerden biri Allah’a dua ediyor ve ondan istekte bulunuyordu. Diğeri ise ilim öğreniyordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onlardan biri diğerinden daha faziletli olduğu halde, her iki meclis de hayırlıdır.” (Bezzâr, el-Müsned, 6/428)
10- Beyhakî, Abdullah b. Mugaffel’den (r.a.), Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
مَا مِنْ قَوْمٍ اجْتَمَعُوا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا نَادَاهُمْ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ : قُومُوا مَغْفُورًا لَكُمْ ، قَدْ بُدِّلَتْ سَيِّئَاتُكُمْ حَسَنَاتٍ
“Toplanıp Allah’ı zikreden hiçbir kavim yoktur ki gökten bir münâdi onlara, ‘Allah’ın affına nâil olarak kalkın, sizin günahlarınız, sevaplara tebdil olunmuştur’ demesin.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/71; Hanbel, el-Müsned, 19/437)
11- Beyhakî, Ebû Said el-Hudrî’den Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini nakletmiştir:
يَقُولُ الرَّبُّ تَعَالَى يَوْمَ الْقِيَامَةِ : سَيَعْلَمُ أَهْلُ الْجَمْعِ الْيَوْمَ مَنْ أَهْلُ الْكَرَمِ ، فَقِيلَ : وَمَنْ أَهْلُ الْكَرَمِ يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟ قَالَ : مَجَالِسُ الذِّكْرِ فِي الْمَسَاجِدِ
“Kıyâmet gününde yüce Allah; halkın arasından kerem ehlinin bilinmesini ister (bilinsin der).” Bunun üzerine, “Kerem ehli kimlerdir yâ Rasûlallah?” diye soruldu. Cevâben, “Onlar, câmilerde zikir için toplanan müminlerdir” dedi. (Hanbel, el-Müsned, 18/195; Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/71)
12- Beyhakî, İbn Mes’ûd’dan (r.a.) şöyle dediğini nakletmiştir:
عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ : إِنَّ الْجَبَلَ لَيُنَادِي الْجَبَلَ بِاسْمِهِ : يَا فُلَانُ ، هَلْ مَرَّ بِكَ الْيَوْمَ لِلَّهِ ذَاكِرٌ ؟ فَإِنْ قَالَ : نَعَمِ ، اسْتَبْشَرَ ، ثُمَّ قَرَأَعبد الله : ( لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ ) الْآيَةَ ، وَقَالَ : أَيَسْمَعُونَ الزُّورَ وَلَا يَسْمَعُونَ الْخَيْرَ
Dağ (başka bir) dağa ismiyle seslenerek, “Ey filan! Bugün sana herhangi bir zâkir (Allah’ı zikreden) uğradı mı?” diye sorar. Eğer o dağ “Evet” derse buna sevinir. Ardından Abdullah şu âyeti okudu: “Andolsun ki ortaya çok kötü bir şey attınız. Az daha ondan dolayı gökler çatlayacaktı…” Devamında şöyle dedi: “Yalana kulak veriyorlar, hayra değil.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/73)
13- İbn Cerîr et-Taberî, “Onlara ne gök ne de yer ağladı…” (Duhân, 44/29) âyetini tefsir ederken, İbn Abbâs’ın şöyle dediğini nakletmiştir:
قَالَ : إِنَّ الْمُؤْمِنَ إِذَا مَاتَ بَكَى عَلَيْهِ مِنَ الْأَرْضِ الْمَوْضِعُ الَّذِي كَانَ يُصَلِّي فِيهِ وَيَذْكُرُ اللَّهَ فِيهِ
“Bir mümin öldüğü zaman, namaz kıldığı ve Allah’ı zikrettiği yerler (o kulun ölümünden dolayı) ağlar.” (Taberî, Câmiu’l-Beyân, 22/35)
İbn Ebü’d-Dünyâ da Ebû Ubeyd’den şunu nakletmiştir:
إِنَّ الْمُؤْمِنَ إِذَا مَاتَ نَادَتْ بِقَاعُ الْأَرْضِ : عَبْدُ اللَّهِ الْمُؤْمِنُ مَاتَ ، فَتَبْكِي عَلَيْهِ الْأَرْضُ وَالسَّمَاءُ ، فَيَقُولُ الرَّحْمَنُ : مَا يُبْكِيكُمَا عَلَى عَبْدِي ؟ فَيَقُولُونَ : رَبَّنَا لَمْ يَمْشِ فِي نَاحِيَةٍ مِنَّا قَطُّ إِلَّا وَهُوَ يَذْكُرُكَ
Şüphesiz ki mümin bir kul öldüğü zaman yeryüzü, “Allah’ın mümin kulu öldü” diye seslenir. Bunun üzerine o kul için yer ve gök ağlamaya başlar. Rahmân (olan Allah) onlara, “Bu kulum ardından sizi ağlatan şey nedir?” diye sorar. (Gök ve yer), “Ey Rabbimiz! Bu kul, seni zikretmeden asla bir parçamız üzerinde dolaşmazdı” cevabını verirler. (İbn Mübârek, ez-Zühd, 1/41)
Bu hadisi zikrettikten sonra Süyûtî (rh.a.) diyor ki:
وَجْهُ الدَّلَالَةِ مِنْ ذَلِكَ أَنَّ سَمَاعَ الْجِبَالِ وَالْأَرْضِ لِلذِّكْرِ لَا يَكُونُ إِلَّا عَنِ الْجَهْرِ بِهِ
“Bu hadisin konuya delâletine gelince o da şudur: Yerin ve göğün (kulun yaptığı) zikri işitmeleri ancak cehrî (sesli) olursa gerçekleşir.”
14- Bezzâr ve Beyhakî sahih bir senetle İbn Abbâs’tan Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini nakletmişlerdir:
قَالَ اللَّهُ تَعَالَى : عَبْدِي ، إِذَا ذَكَرْتَنِي خَالِيًا ذَكَرْتُكَ خَالِيًا ، وَإِنْ ذَكَرْتَنِي فِي مَلَأٍ ذَكَرْتُكَ فِي مَلَأٍ خَيْرٍ مِنْهُمْ وَأَكْثَرَ
Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey kulum! Şayet beni yalnız başına zikredersen ben de seni yalnız başıma zikrederim. Eğer beni topluluk içinde zikredersen ben de seni daha hayırlı ve daha kalabalık toplulukta (meleklerle) zikrederim.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/81; Ali el-Müttekî, Kenzü’l-Ummâl, 1/420)
15- Beyhakî, Zeyd b. Eslem’den İbn Edra’nın şöyle dediğini nakletmiştir:
اِنْطَلَقْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةً ، فَمَرَّ بِرَجُلٍ فِي الْمَسْجِدِ يَرْفَعُ صَوْتَهُ ، قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ، عَسَى أَنْ يَكُونَ هَذَا مُرَائِيًا ، قَالَ : لَا ، وَلَكِنَّهُ أَوَّاهٌ
Bir gece Rasûlullah (s.a.v.) ile gidiyorduk, mescidde yüksek sesle zikreden bir adama rastladık. Ben, “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu adam riyakârdır herhalde” dedim. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), “Hayır o âh çeken bir insandır” dedi. (Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliyye, 12/372)
Beyhakî de Ukbe b. Âmir’den şunu nakletmiştir:
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لِرَجُلٍ يُقَالُ لَهُ : ذُو الْبِجَادَيْنِ : إِنَّهُ أَوَّاهٌ ، وَذَلِكَ أَنَّهُ كَانَ يُكْثِرُ ذِكْرَ اللَّهِ بِالْقرْآنِ وَالدُّعَاءِ
Rasûlullah (s.a.v.) kendisine «Zülbicâdeyn» denilen bir adam hakkında, “O, âh çeken bir insandır” demiştir. Bu durum, adamın Kur’ân ve dua ile Allah’ı çokça zikretmesi sebebiyle idi.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 22/99)
Yine Beyhakî, Câbir b. Abdullah’ın şöyle dediğini nakletmiştir:
أَنَّ رَجُلًا كَانَ يَرْفَعُ صَوْتَهُ بِالذِّكْرِ ، فَقَالَ رَجُلٌ : لَوْ أَنَّ هَذَا خَفَضَ مِنْ صَوْتِهِ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : دَعْهُ فَإِنَّهُ أَوَّاهٌ
Bir adam yüksek sesle zikir yapıyordu. Orada bulunanlardan biri, “Şu adam sesini alçaltsa ya” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), “Onu rahat bırak şüphesiz ki o çok âh çeken biridir” dedi. (İbn Receb, Fethu’l-Bârî, 5/238)
16- Hâkim, Şeddâd b. Evs’in şöyle dediğini nakletmiştir:
إِنَّا لَعِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ قَالَ : ارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ فَقُولُوا : لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ ، فَفَعَلْنَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : اللَّهُمَّ إِنَّكَ بَعَثْتَنِي بِهَذِهِ الْكَلِمَةِ وَأَمَرْتَنِي بِهَا وَوَعَدْتَنِي عَلَيْهَا الْجَنَّةَ ، إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ ، ثُمَّ قَالَ : أَبْشِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ غَفَرَ لَكُمْ
Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ellerinizi kaldırarak ‘Lâ ilâhe İllallâh’ deyin” buyurduğunda onun yanındaydık. Biz de öyle yaptık. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Hiç şüphesiz sen beni bu kelime ile gönderdin, bana bunu emrettin, ona karşılık bana cenneti vaat ettin. Şüphesiz ki sen vaadinden dönmezsin.” Sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), “Size müjdeler olsun (sevinin)! Şüphesiz ki Allah sizi bağışladı” dedi. (Ali el-Müttekî, Kenzü’l-Ummâl, 2/243)
17- Bezzâr, Enes’ten Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini nakletmiştir:
إِنَّ لِلَّهِ سَيَّارَةً مِنَ الْمَلَائِكَةِ يَطْلُبُونَ حِلَقَ الذِّكْرِ ، فَإِذَا أَتَوْا عَلَيْهِمْ حَفُّوا بِهِمْ ، فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى : غَشُّوهُمْ بِرَحْمَتِي فَهُمُ الْجُلَسَاءُ لَا يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ
“Allah’ın zikir halkalarını arayan gezici melekleri vardır. Onlara (zikir yapanlara) rastladıklarında onları kuşatırlar. Bunun üzerine Allah, ‘Onları rahmetimle kuşatın. Zira bunlar kendileri ile birlikte oturup kalkanın bedbaht olmayacağı bir topluluktur’ der.” (Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 10/77)
18- Taberânî ve İbn Cerîr et-Taberî, Abdurrahmân b. Sehl b. Hanîf’in şöyle dediğini nakletmişlerdir:
نَزَلَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي بَعْضِ أَبْيَاتِهِ : ( وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ ) الْآيَةَ ، فَخَرَجَ يَلْتَمِسُهُمْ فَوَجَدَ قَوْمًا يَذْكُرُونَ اللَّهَ تَعَالَى ، مِنْهُمْ ثَائِرُ الرَّأْسِ وَجَافُّ الْجِلْدِ وَذُو الثَّوْبِ الْوَاحِدِ ، فَلَمَّا رَآهُمْ جَلَسَ مَعَهُمْ وَقَالَ : الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي جَعَلَ فِي أُمَّتِي مَنْ أَمَرَنِي أَنْ أُصَبِّرَ نَفْسِي مَعَهُمْ
Allah’ın Rasûlü’ne, “Sabah-akşam Rab’lerine, O’nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret…” âyeti o, evlerinden birinde iken nâzil oldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), âyet-i kerimede zikredilenleri aramak üzere evden çıktı. Dolaşırken bir kavme rastladı ki başları açık, derileri güneşten kuruyup çatlamış, her birinin üzerinde sadece bir tek elbise var ve Allah’ı zikrediyorlar. Allah’ın Rasûlü onları görünce yanlarına oturdu ve, “Ümmetim içinde, kendileriyle birlikte sabretmemi emrettiği kulları yaratmış olan Allah’a hamdolsun” buyurdu. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, 18/6)
19- İmâm Ahmed, «Zühd» adlı kitabında Sâbit’in şöyle dediğini nakletmiştir:
كَانَ سلمان فِي عِصَابَةٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ فَمَرَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَكَفُّوا فَقَالَ : مَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ ؟ قُلْنَا : نَذْكُرُ اللَّهَ ، قَالَ : إِنِّي رَأَيْتُ الرَّحْمَةَ تَنْزِلُ عَلَيْكُمْ فَأَحْبَبْتُ أَنْ أُشَارِكَكُمْ فِيهَا ، ثُمَّ قَالَ : الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي جَعَلَ فِي أُمَّتِي مَنْ أُمِرْتُ أَنْ أُصَبِّرَ نَفْسِي مَعَهُمْ
Selmân, Allah’ı zikreden bir cemaatin içinde bulunuyordu. Oraya Hz. Peygamber (s.a.v.) uğrayınca zikri bıraktılar. Rasûlullah onlara, “Söylediğiniz neydi?” diye sordu. Biz, “Allah’ı zikrediyoruz” dedik. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), “Üzerinize rahmet yağdığını gördüm de size katılmak istedim” dedi. Sonra Allah Rasûlü, “Ümmetim içinde, kendileriyle birlikte sabretmemi emrettiği kulları yaratmış olan Allah’a hamdolsun” dedi. (Ali el-Müttekî, Kenzü’l-Ummâl, 1/447)
20- İsfahânî, «et-Tergîb» adlı eserinde Ebû Rezîn el-Ukaylî’den Rasûlullah’ın (s.a.v.) kendisine şöyle dediğini nakletmiştir:
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَهُ : أَلَا أَدُلُّكَ عَلَى مِلَاكِ الْأَمْرِ الَّذِي تُصِيبُ بِهِ خَيْرَيِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ؟ قَالَ : بَلَى ، قَالَ : عَلَيْكَ بِمَجَالِسِ الذِّكْرِ ، وَإِذَا خَلَوْتَ فَحَرِّكْ لِسَانَكَ بِذِكْرِ اللَّهِ
Rasûlullah (s.a.v.), Ebû Rezîn’e hitaben, “Ey Ebû Rezîn! Sana dünyanın da âhiretin de hayrına erdirecek püf noktasını, (işin özünü) bildireyim mi?” diye sordu. Ebû Rezîn, “Evet” deyince, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Ey Ebû Rezîn! Sana ehl-i zikr ile bir arada oturmayı tavsiye ederim. Tek başına kaldığın zaman da dilini Allah’ın zikrinde hareket ettir.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 11/329)
21- İbn Ebü’d-Dünyâ, Beyhakî ve İsfahânî, Enes’in (r.a.) şöyle dediğini nakletmiştir:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : لَأَنْ أَجْلِسَ مَعَ قَوْمٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ بَعْدَ صَلَاةِ الصُّبْحِ إِلَى أَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ ، وَلَأَنْ أَجْلِسَ مَعَ قَوْمٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ بَعْدَ الْعَصْرِ إِلَى أَنْ تَغِيبَ الشَّمْسُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا
Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’ı zikreden bir cemaatle birlikte sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar oturmam, bana güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevimli gelir, Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batışına kadar oturmam bana dünya ve içindekilerden daha sevimli gelir.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 2/87; Ebû Ya’lâ, el-Müsned, 7/154)
22- Şeyhayn (Buhârî ve Müslim), İbn Abbâs’tan nakletmiştir:
إِنَّ رَفْعَ الصَّوْتِ بِالذِّكْرِ حِينَ يَنْصَرِفُ النَّاسُ مِنَ الْمَكْتُوبَةِ كَانَ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ : كُنْتُ أَعْلَمُ إِذَا انْصَرَفُوا بِذَلِكَ إِذَا سَمِعْتُهُ
Cemaatin farz namazından selâm verip ayrıldıktan sonra yüksek sesle zikir yapmaları olayı, Allah Rasûlü’nün zamanında da mevcuttu. İbn Abbâs, “Bu sesten onların namazdan ayrıldıklarını anlardım” dedi. (Buhârî, Sıfatü’s-Salât, 71; Müslim, Mesâcid, 122)
23- Hâkim, Ömer b. Hattâb’dan (r.a.), Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
مَنْ دَخَلَ السُّوقَ فَقَالَ : لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ، كَتَبَ اللَّهُ لَهُ أَلْفَ أَلْفِ حَسَنَةٍ وَمَحَا عَنْهُ أَلْفَ أَلْفِ سَيِّئَةٍ ، وَرَفَعَ لَهُ أَلْفَ أَلْفِ دَرَجَةٍ ، وَبَنَى لَهُ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ
“Kim (çarşı veya) pazara girdiğinde; Allah’tan başka hak mâbud yoktur. Allah birdir, ortağı yoktur. Mülk ve hamd O’na aittir. Dirilten ve öldüren O’dur. O her şeye kadirdir, derse, Allah-ü Teâlâ ona bir milyon iyilik yazdığı gibi onun bir milyon kötülüğünü de (defterinden) siler, derecesini bir milyon kere yükseltir ve kendisi için cennette bir köşk bina eder.” (Tirmizî, Daavât, 36)
وَفِي بَعْضِ طُرُقِهِ : فَنَادَى
Bazı tariklerde “Nida ederek derse” şeklindedir.
24- Ahmed (b. Hanbel), Ebû Dâvûd, Tirmizî sahih olarak ve Nesâî, İbn Mâce, Sâib’den naklen Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
جَاءَنِي جِبْرِيلُ فَقَالَ : مَرَّ أَصْحَابُكَ يَرْفَعُوا أَصْوَاتَهُمْ بِالتَّكْبِيرِ
“Bana Cibrîl gelip, ‘Ashâbına tekbir getirdiklerinde seslerini yükseltmelerini emret’ dedi.” (Nesâî, Hac, 52; Hanbel, el-Müsned, 27/90)
25- Mervezî, «Kitâbü’l-Îdeyn»de Mücâhid’den şu rivâyette bulunmuştur:
أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ وَأَبَا هُرَيْرَةَ كَانَا يَأْتِيَانِ السُّوقَ أَيَّامَ الْعَشْرِ فَيُكَبِّرَانِ ، لَا يَأْتِيَانِ السُّوقَ إِلَّا لِذَلِكَ
“Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre zilhiccenin ilk on gününde çarşı pazara çıkıp tekbir getirirlerdi. Sırf tekbir getirmek için çarşı pazara çıkarlardı.” (İbn Receb, Fethu’l-Bârî, 6/114)
Ubeyd b. Umeyr’den şu da nakledilmiştir:
كَانَ عُمَرُ يُكَبِّرُ فِي قُبَّتِهِ بِمِنًى فَيَسْمَعُهُ أَهْلُ الْمَسْجِدِ، فَيُكَبِّرُونَ وَيُكَبِّرُ أَهْلُ الأَسْوَاقِ حَتَّى تَرْتَجَّ مِنًى تَكْبِيرًا
“Hz. Ömer de (r.a.) (Mina’da) bulunduğu çadırda yüksek sesle tekbir getirir ve mescid ehli onunla tekbir getirirlerdi. Aynı zamanda çarşı pazarda olanlar da bu tekbire katılarak seslerini yükseltirlerdi. O kadar ki yükselen tekbir sesleri Mina’yı çınlatırdı.” (Ahmed b. Ömer el-Kurtubî, Şerhu Sahîh-i Buhârî, 2/563)
Yine Mervezî, Meymûn b. Mihrân’dan şu rivâyette bulunmuştur:
أَدْرَكْتُ النَّاسَ وَإِنَّهُمْ لَيُكَبِّرُونَ فِي الْعَشْرِ حَتَّى كُنْتُ أُشَبِّهُهَا بِالْأَمْوَاجِ مِنْ كَثْرَتِهَا
“Bilinen on günde tekbir getiren insanlar gördüm. O kadar çoktular ki onları (deniz) dalgalarına benzetiyordum.” (İbn Receb, Fethu’l-Bârî, 6/112)
En Hayırlı Zikir Hafî Zikir Midir?
Delil olarak sunduğumuz hadislerin toplamı üzerinde durup düşündüğünde, cehrî zikrin elbette mekruh olmadığını hatta bizim de işaret ettiğimiz gibi, bu hadislerin cehrî zikrin müstehap olduğuna ya sarahaten ya da işareten delâlet ettiklerini anlarsın.
Cehrî zikrin hayırlı oluşunun, “ خَيْرُ الذِّكْرِ الْخَفِيُّ/Zikrin en hayırlı olanı, hafî (gizli) olanıdır” hadisiyle çatışmasına gelince; bu durum Kur’ân’ı sesli okuyanın (sadakayı açıktan veren gibi olduğu) hadisi ile Kur’ân’ı gizli okuyanın sadakayı gizli veren gibi olduğunu belirten hadisler arasındaki karşılaştırmadan kaynaklanmaktadır. Şüphesiz ki bu hadisler arasını İmâm Nevevî (rh.a.) şöyle cemetmiştir:
“(Buna göre) riyaya düşme, namaz kılan veya uyuyanı rahatsız etme korkusu olduğu zaman, hafî zikir daha faziletlidir. Bunun dışındaki yerlerde ise cehrî zikir faziletlidir. Zira cehrî zikirde daha fazla amel vardır. İşitenlere çok fayda sağlar. Zira cehrî zikir, okuyanın kalbini uyandırır, dikkatini (zikirdeki) fikir üzerine toplar, zikre kulak vermesini sağlar, uykuyu defeder, canlılığı artırır.
Bazıları da; bazı kıraatlerde (okuyuşlarda) cehrî; bazılarında ise hafî okumak müstehap olur, derler. Zira gizli okuyan kimse bazen bundan bıkar ve sesli okuyarak sevindiği gibi; sesli okuyan da bazen yorulur ve sessiz okuyarak dinlenir.” Nevevî’nin sözleri burada sona erdi.
Biz de (Süyûtî) zikir hakkında bu tafsilat üzere bulunmaktayız. Zaten konuyla ilgili hadisler de bu meyanda birleşmektedir.
Eğer bize yüce Allah, “Rabb’ini gönülden yalvararak, gizlice ve sessizce an…” (A’râf, 7/205) buyurmuştur (dolayısıyla hafî zikir emredilmiştir) dersen; bu âyete üç ayrı yönden cevap verilir, derim.
Birinci Vecih: Bu âyet İsrâ Sûresi’nde bulunan “Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma…” (İsrâ, 17/110) âyeti gibi Mekkî’dir (Mekke’de nâzil olmuş). Zira (Mekke’de iken) Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur’ân-ı Kerîm’i sesli okuyor, müşrikler bunu işitiyorlardı da Kur’ân’a ve onu indirene küfrediyorlardı. Bunun üzerine söz konusu âyet (A’râf, 205) nâzil oldu ve zararlı olan bir şeyi defetmek (sedd-i zerâî’) (Sedd-i Zerâî’: İslâm hukukunda zararlı olan bir şeye vasıta olan davranışı menetmek, harama giden yolu tıkamak, demektir) için (Rasûlullah’tan) yüksek sesle okumayı terketmesi istendi. Nitekim aynı amaçla putlara sövmek, şu âyetle nehyedilmiştir:
“Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah’a söverler.” (En’âm, 6/108)
Ancak bu durum (müşriklerin işitip küfretmeleri) artık ortadan kalkmıştır. İbn Kesîr (rh.a.) de tefsirinde buna işaret etmiştir.
İkinci Vecih: Müfessirlerden bir grup, ki Abdurrahmân b. Zeyd b. Eslem ve Şeyh Mâlik ve İbn Cerîr bunlardandır, söz konusu âyeti, Kur’ân okunurken zikreden zâkire hamletmişlerdir. Zira şayet yanında Kur’ân okunursa, Kur’ân’a tâzim için bu şekilde (gizli) zikretmesi kendisine emrolunmuştur. Nitekim “Kur’ân okunduğu zaman artık onu dinleyin! Ve susun” (A’râf, 7/204) âyetine bitişik (hemen sonra) olarak bu âyetin gelmiş olması da bu görüşü kuvvetlendirmektedir.
Ben derim ki sanki (Kur’ân okunduğunda) susmak emredilince, (kalben bile zikrin) tamamen terkedilmesinden endişe edildi de bunun üzerine her ne kadar dil ile susmakla emrolunmuş olsa da Allah’ı anmaktan gâfil kalmaması için kalben Allah’ı zikretme mükellefiyetinin bâki olduğu hususunda uyarıldı. Bundan dolayıdır ki söz konusu âyet, yüce Allah’ın “(Allah’tan) gâfil olanlardan olma” (A’râf, 205) sözüyle son bulmuştur.
Üçüncü Vecih: Sûfîlerin dediği gibi, âyetteki emir, tam kâmil şekliyle Hz. Peygamber’e (s.a.v.) hastır. Vesveseler ve reddedilmiş hatıralar sahibi olan kimselere gelince, cehrî (sesli) okumakla emrolunmuşlardır. Zira cehrî okumak, yasaklanmış hatıra ve vesveseleri defetmekte daha tesirlidir. Ben, Bezzâr’ın Muâz b. Cebel’den naklettiği şu hadis de bu görüşü teyit etmektedir diyorum. Muâz b. Cebel, Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
مَنْ صَلَّى مِنْكُمْ بِاللَّيْلِ فَلْيَجْهَرْ بِقِرَاءَتِهِ ؛ فَإِنَّ الْمَلَائِكَةَ تُصَلِّي بِصَلَاتِهِ وَتَسْمَعُ لِقِرَاءَتِهِ ، وَإِنَّ مُؤْمِنِي الْجِنِّ الَّذِينَ يَكُونُونَ فِي الْهَوَاءِ وَجِيرَانَهُ مَعَهُ فِي مَسْكَنِهِ يُصَلُّونَ بِصَلَاتِهِ وَيَسْتَمِعُونَ قِرَاءَتَهُ ، وَإِنَّهُ يَنْطَرِدُ بِجَهْرِهِ بِقِرَاءَتِهِ عَنْ دَارِهِ وَعَنِ الدُّورِ الَّتِي حَوْلَهُ فُسَّاقُ الْجِنِّ وَمَرَدَةُ الشَّيَاطِينِ
“Sizden kim gece namazı kılarsa Kur’ân’ı açıktan okusun, zira melekler onun namazı ile namaz kılar, okuyuşunu dinlerler. Havada bulunan mümin cinler ve komşuları evinde onun namazıyla namaz kılarlar ve Kur’ân okuyuşunu dinlerler. Ve o zat Kur’ân’ı sesli okuyuşu sebebiyle, evinden ve çevresindeki evlerden cinlerin fâsık olanları ile aşırı azgın şeytanları uzaklaştırır.” (Bezzâr, el-Müsned, 7/97)
Şayet yüce Allah, “Rabb’inize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki o, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55) buyurmuştur ve buradaki haddi aşmak, yüksek sesle dua etmek olarak tefsir edilmiştir, dersen buna iki vecihle cevap verilir, derim.
1- Bu âyette geçen haddi aşma hakkında genel kabul gören tefsir; duada emrolunanı aşmak veya şeriatta aslı olmayan bir duada bulunmak şeklinde olan tefsirdir. Nitekim İbn Mâce’nin naklettiği ve Hâkim’in de «el-Müstedrek»inde Ebû Neâme’den rivâyet edip sahih dediği şu hadis de bu görüşü teyit etmektedir:
أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مُغَفَّلٍ سَمِعَ ابْنَهُ يَقُولُ : اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْقَصْرَ الْأَبْيَضَ عَنْ يَمِينِ الْجَنَّةِ ، فَقَالَ : إِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : سَيَكُونُ فِي هَذِهِ الْأُمَّةِ قَوْمٌ يَعْتَدُونَ فِي الدُّعَاءِ
Abdullah b. Mugaffel oğlunun şöyle dua ettiğini işitti: “Allah’ım! Cennetin sağ tarafında beyaz bir köşk istiyorum.” Bunun üzerine İbn Mugaffel, “Ben Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: Bu ümmetin içerisinde duada haddi aşanlar olacaktır, dedi.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 45)
İşte sahabenin tefsiri budur ve kastedileni daha iyi bilir.
2- Teslimiyet takdiri üzeredir. Zira âyet, dua hakkında olup zikir hakkında değildir. Dua ise hususiyeti icabı gizli olması daha faziletlidir. Çünkü dua, kabul olmaya daha yakındır. Bundan dolayıdır ki yüce Allah, “Hani o, Rabb’ine gizlice yalvarmıştı” (Meryem, 19/3) buyurmuştur. Yine mezheplerin ittifakıyla namazda istiâzenin (eûzünün) gizli okunması bu sebepledir. Zira o (eûzü) bir duadır.
Şayet bana; İbn Mes’ûd mescidde yüksek sesle zikir yapan bir kavim görmüş ve, “Ben sizleri ehl-i bid’at olarak görüyorum” diyerek onları mescidden çıkarmıştı, diyecek olursan; sana cevaben, İbn Mes’ûd’un böyle yaptığına dair gelen rivâyetlerin senedlerinin ve hangi hafız imâmın (muhaddis) bunu kitabında naklettiği konusu açıklanmaya muhtaçtır, derim. Bu rivâyetlerin sabit olması durumunda daha önce geçen ve sabit olan birçok hadisle çelişmiş olur. Kaldı ki ben İbn Mes’ûd’dan, böyle bir şeyin vuku bulmasını imkânsız kılacak şu rivâyeti gördüm: Ahmed b. Hanbel, «Kitâbü’z-Zühd»de Hüseyin b. Muhammed’den, o da Mesudî’den, o da Âmir b. Şakîk’ten Ebû Vâil’in şöyle dediğini nakletmiştir:
هَؤُلَاءِ الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّ عبد الله كَانَ يَنْهَى عَنِ الذِّكْرِ ، مَا جَالَسْتُ عبد الله مَجْلِسًا قَطُّ إِلَّا ذَكَرَ اللَّهَ فِيهِ
“Şunlar, Abdullah zikir yapılmasını menederdi, derler. Oysa ben Abdullah’la hiçbir mecliste bulunmadım ki orada Allah zikrediliyor olmasın.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/585)
Yine Ahmed b. Hanbel, «Kitâbü’z-Zühd»de Sâbit b. Benânî’den şöyle nakletmiştir:
إِنَّ أَهْلَ ذِكْرِ اللَّهِ لَيَجْلِسُونَ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ، وَإِنَّ عَلَيْهِمْ مِنَ الْآثَامِ أَمْثَالَ الْجِبَالِ ، وَإِنَّهُمْ لَيَقُومُونَ مِنْ ذِكْرِ اللَّهِ تَعَالَى مَا عَلَيْهِمْ مِنْهَا شَيْءٌ
“Üzerlerinde dağlar kadar günah yükü ile zikir meclisine gelen öyle kimseler vardır ki zikirden sonra üzerlerinde günahtan bir iz bile kalmadan kalkarlar.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/585)