Sözlükte “doğum yeri ve zamanı” anlamına gelen mevlid kelimesi, İslâm kültüründe özellikle Hz. Peygamber (S.a.v.)‘in doğumunu, bu vesileyle yapılan törenleri ve yazılan eserleri ifade etmek için kullanılır. [1]
Rasûlullah Efendimiz (S.a.v.), İslâm tarihçilerinin çoğuna göre hicretten 53 sene evvel Rebî’ul-Evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke’nin Hâşimoğulları mahallesinde, Safa tepesi yakınında bir evde doğdu. Bugün, mîlâdî 571 yılına ve Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. Bu gece, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir.
Bir diğer tarife göre, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye saldırdığı ve «Fil Vak’ası» denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur.
RASÛLULLAH (s.a.v.)’in RABÎÜ’L-EVVEL/PAZARTESİ GÜNÜNDE DOĞUŞUNUN HİKMETİ
Mâlikî fakihlerinden İmâm İbnü’l-Hâc (Rh.a.) Rasûlullah (S.a.v.)’in doğumunun rabîu’l-evvel ayında ve pazartesi gününde olup da, ramazan ayında, kadir gecesinde yahut haram aylarda veya beraat gecesinde yahut Cuma gününde olmayışının hikmeti hakkında dört yönlü izah yapmıştır.
1- Hadîs-i şerifte vârid olduğu üzere: “Allah-ü Teâlâ ağacı pazartesi günü yaratmıştır.” [2]
İşte Rasûlullah (S.a.v.)’in, rızıkların, azıkların, meyvelerin ve insanların istifâde ettiği her türlü hayırların yaratıldığı bir gün olan pazartesi gününde yaratılmış olmasında, Rasûlullah (S.a.v.)’in insanların ruhânî hayatının en büyük vesîlesi olduğuna dâir çok büyük bir îmâ bulunmaktadır.
2- İlkbahar mânâsına gelen “Rabî” lafzında iştikak maddesi olan lafza nisbetle güzel bir tefâül mevcud olup, Rasûlullah (S.a.v.)’in âlemlerin baharı olduğuna dâir büyük bir işaret vardır. Nitekim Ebû Abdurrahmân es-Sakallî (Rh.a.): “Her insanın isminden nasibi vardır” sözüyle bu hakikate işaret etmiştir.
3- İlkbahar mevsimi mevsimlerin en mutedili ve en güzeli olduğu gibi Rasûlullah (S.a.v.)’in şeriatı da şeriatların en mutedili ve müsâmahalısıdır.
4- Hakîm (her işi yerinde) olan Allah-ü Teâlâ, Rasûlullah (S.a.v.)’in doğduğu zamanı Rasûlullah (S.a.v.) ile şereflendirmek istemiştir.
Eğer mübârek zaman dilimlerinin birinde doğacak olsaydı, kimileri Rasûlullah (S.a.v.)’in doğduğu zamandan şeref aldığı vehmine kapılabilirdi. [3]
MEVLİD KUTLAMALARININ TÂRİHÎ SÜRECİ
Edebî bir terim olarak “Mevlîd”, Hz. Peygamber (S.a.v.)‘in doğumunu, hayatından kısa pasajları, mucizelerini anlatan mesnevi tarzındaki metinlerin tümüne verilen isimdir.
Her peygamberin ümmeti, kendi peygamberinin doğum zamanını bayram yapmışlardır. Dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlar da «Rahmeten li’l-Âlemîn» olan Muhammed Mustafâ (S.a.v.)‘in doğum zamanını bayram/kandil gecesi olarak kutlamaktadırlar.
Mevlid kutlamalarını genel mânâda (resmî tören anlamında) ilk başlatan zat büyük ve ulu hükümdarlardan biri olan Erbil hükümdarı (Salâhuddîn-i Eyyûbî‘nin kayınbiraderi) Melîk-i Muzaffer Ebû Sa’îd Kökbörî (Rh.a.)‘tır. Bu zatın ardında bıraktığı çok güzel eserler mevcuttur. Şâm-ı Şerîf’teki Kasiyûn dağının eteğinde bulunan Câmi-i Muzafferî’yi yaptıran da bu zattır.
İbn Kesîr (Rh.a.)‘ın «el-Bidâye ve’n-Nihâye» adlı tarih kitabındaki beyanı vechile:
“Çok büyük kahraman, cesur, zeki ve âlim olan bu hükümdar her sene rabîulevvel ayında çok görkemli mevlîd-i şerîf kutlamaları yapardı.
Şeyh Ömer ibn Hattab ibn Dihye (Rh.a.), Mevlîd-i Nebî hakkında «et-Tenvîr fî Mevlîdi’l-Beşîri’n-Nezîr» adında bir cilt eser yazarak kendisine sunmuş, o da ona bin dînar câize bahşetmiştir. İbn Hallikân, bu kitabın sene 625’de altı celsede sultana okunduğunu ve kendisinin de bu meclislerde hazır bulunduğunu zikretmiştir.
Bu zatın saltanat müddeti pek uzun sürmüş olup, kendisi Akka şehrinde Frenk gavurunu muhâsara etmiş iken sene 630’da ardında pek güzel övgüler bırakarak vefat etmiştir.
Sibt ibnü’l-Cevzî (Rh.a.)’ın «Mir’âtü’z-Zemân» isimli eserindeki nakline göre:
Melîk-i Muzaffer‘in bir mevlid kutlamasındaki ziyafet sofralarına şâhit olan bir zat o ziyafette beş bin baş pişmiş koyun, on bin tavuk, yüz at, yüz bin tabak yemek ve otuz bin sahan helva bulunduğunu nakletmiştir.
Erbil Atabeyi Begteginli Melîk-i Muzaffer ulemâ ve tasavvuf ehlinin ileri gelenlerinin hazır bulunduğu bu törenlere bizzat iştirak eder, ulemâya ve evliyâya hil’atler (değerli kaftanlar) giydirir ve onlara hediyeler verirdi. Sûfîler öğle vaktinden imsağa kadar devam eden zikir ve semâ meclisleri tertip eder, yüce hükümdar da onlarla birlikte cezbeye gelip raks ederdi.
Böylece o her sene mevlid kutlamalarına üç yüz bin dînar harcama yapardı. İslâm âleminin her bir cihetinden gelen misafirler için büyük bir kervansaray yaptırmıştı, buranın bakımı için de her sene yüz bin dînar harcardı.
O Yüce Sultan her sene Frenk gavurlarının esirlerini salma karşılığında aldığı yüz bin dînarı bu uğurda harcardı.
Yine kendisi Haremeyn-i Şerîfeyn’in masrafları ve Hicaz’da bulunan su şebekelerinin bakımı için her sene otuz bin dînar harcama yapardı. Tabi gizlice verdiği sadakaların haddi hesabı yoktu.
Melîk-i Nâsır Salâhuddîn-i Eyyûbî‘nin kız kardeşi olan hanımı Rabî’â Hâtun‘un anlattığına göre; kendi giydiği özel elbisesi ise beş dirhem bile etmeyen kalın bir kumaştandı.
Hanımı bu hususta kendisini eleştirince: ‘Beş dirhemlik bir fistan giyip kalan parayı tasadduk etmem, pahalı elbise giyip de fakiri miskini mahrum bırakmamdan daha hayırlıdır’ diye cevap verdi.” [4]
MEVLİD KUTLAMALARININ HÜKMÜ ve MEŞRÛİYETİNİN DELİLLERİ
Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlid-i şerifini kutlamanın caiz hatta sevap kazandıran bir müstehap olduğuna dâir âyet-i kerîmelerden, hadis-i şeriflerden ve icma ile kıyas cihetinden birçok delil zikretmek mümkündür. Ehl-i Sünnet imâmları mevlid kutlamalarının hükmü hakkında sarih beyânlarda bulunmuşlardır. Şimdi bir kısmını nakledeceğiz:
1- Allah-û Teâlâ (C.c.), Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki:
لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ
“Aranıza sizden olan bir rasûl geldi.” (Tevbe Sûresi, 128)
Hanefî fakihi, muhaddis, müfessir ve kıraat âlimi Molla Aliyyü’l-Kârî (Rh.a.), bu âyet-i kerîme hakkında şöyle buyurdu:
“Burada Peygamberimizin (S.a.v.) aramıza geldiği günü kutlamaya bir işaret var, bunun için bu günde Allah’a şükür etmek için zikretmek gerek. Mübah olan semâ ve çalgı muhabbetten dolayı Mevlid’in bir parçası olabilir, bunun hiçbir sakıncası yoktur.” [5]
2- Şeyhu’l-İslam ve İmâmu’ş-Şurrâh Hâfız ibni Hacer el-Askalânî (Rh.a.)’a mevlid kutlamanın hükmü sorulduğunda buna şöyle cevap vermiştir:
“Mevlid kutlamasının sünnette sâbit olan bir asla dayandığı benim nezdimde anlaşılmış oldu. Şöyle ki «Sahîhayn»de geçen bir hadîs-i şerîfe göre Rasûlullah (S.a.v.) Mûsâ (A.s.)‘ın ve ümmetinin kurtuluş günü olan Âşûra gününe şükür mâhiyetinde o günü oruçlu geçirmiştir.
Bundan anlaşıldığına göre Allah-ü Teâlâ’nın muayyen bir günde lütfettiği bir nimete veya bir belayı kaldırmasına şükür olsun diye bâzı şükür fiilleri yapılabilir ve her senenin aynı günü geldiğinde bu şükür ameliyesi (tatbîkatı) tekrar edilebilir.
Allah-u Teâlâ’ya yapılacak şükür; secde, oruç, sadaka ve Kur’ân tilâveti gibi türlü türlü ibâdetlerle îfâ edilebilir.
Rahmet Peygamberi Rasûlullah (S.a.v.)‘in mevlid gününde dünyayı teşriflerinden daha büyük nîmet ne olabilir. O halde o günün özellikle tespit edilip, ibâdetlerle ihyâsı, yapılması gereken bir vazîfedir.” [6]
3- Mâlikî fakihlerinden İmâm Ebû Abdullah ibni’l-Hâc «el-Medhal» isimli eserinde şunları söylemiştir:
“Mevlid ayı Allah-u Teâlâ’nın üstün kıldığı, bizi de Yüce Peygamberiyle fazîletli kıldığı büyük bir aydır. Gönderilenlerin Efendisinin bize lütfedildiği bu mübarek ayda Rabbimizin bu yüce lütfuna şükür için ibâdetlerin ve hayırların artırılması gerekir.
Gerçi Rasûlullah (S.a.v.) bu ayda diğer aylara nazaran fazla bir ibâdet yapmamıştır ama o bize acıdığı için ümmetine farz olmasın diye böyle yapmıştır. Lâkin pazartesi orucunun hikmetini beyan sadedinde:
«ذَاكَ يَوْمٌ وُلِدْتُ فِيهِ.»
“O benim doğduğum gündür” [7] buyurarak, mevlid ayının fazîletine işaret etmiştir.
Zîra doğduğu günün şerefi, doğduğu ayın şerefini evleviyetle mutazammin bulunmakta (içinde barındırmakta)dır.
Artık bizim bu aya hakkıyla hürmet etmemiz ve diğer kıymetli aylara gösterdiğimiz tazimi bu aya da göstermemiz gerekmektedir. Zîra Rasûlullâh (S.a.v.) kendi beyânıyla Âdemoğullarının Efendisidir.
Nitekim Ebû Sa’îd el-Hudrî (R.a.)‘dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullâh (S.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«عَنْ أَبِي سَعِيدِ الْخُدْرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: وَأَنَا سَيِّدُ وَلَدِ أٰدَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا فَخْرَ، وَأَنَا أَوَّلُ مَنْ تَنْشَقُّ عَنْهُ الْأَرْضُ وَلَا فَخْرَ، وَبِيَدِي لِوَاءُ الْحَمْدِ وَلَا فَخْرَ، أٰدَمُ فَمَنْ دُونَهُ تَحْتَ لِوَائِي وَلَا فَخْرَ.»
“Ben kıyamet günü Âdemoğullarının Efendisiyim, bunu iftihar için söylemiyorum, Âdem de diğerleri de benim sancağımın altındadır” [8] buyurmuştur.
Mekânların ve zamanların haddi zâtında şerefleri olmayıp onların teşrifi, seçkin kılındıkları mânâlar haysiyetiyle hâsıl olmaktadır.
Dolayısıyla Rasûlullah (S.a.v.)‘in doğumuyla seçkin kılınan bir ayın ve günün fazîleti inkâr edilemez. Rasûlullah (S.a.v.)‘in fazîletli zaman dilimlerini fazlaca iyiliklerle seçkin kıldığı bilinmektedir. O halde kendisine ittibâan onun doğduğu ay girdiğinde kendisine gereken ilgi ve ihtiram gösterilmelidir.
Nitekim İbn Abbâs (R.a.): “Rasûlullah (S.a.v.)‘in insanların en cömerdi olduğunu fakat en çok ramazanda cömert olduğu”nu rivâyet etmiştir.
Hal böyle olunca biz de fazîletli zaman dilimlerine gücümüz nisbetinde tâzim ederek ona ittibâ etmeliyiz.
Eğer biri çıkıp da:
“Rasûlullah (S.a.v.) diğer aylarda iltizam ettiği fazlaca ibâdet vazifelerini bu ayda gerekli görmemiştir” diyecek olursa, buna şöyle cevap verilir:
“Onun kıymetli âdetlerini takip edenlerin mâlumu olduğu vechile Rasûlullah (S.a.v.) ümmeti hakkında dâimâ tahfif ve kolaylık dilemiştir.
Hele kendine âit bir konu olduğunda buna özellikle riâyet etmiştir.
Nitekim İbrâhîm (A.s.) Mekke’yi haram kıldığı gibi kendisi de Medîne’yi haram kılmıştır.
Fakat ümmetine hafiflik ve rahmet olsun diye Medîne’nin avının öldürülmesinde ve otunun koparılmasında bir cezâ tâyin etmemiştir.
Demek ki bizler imkân nisbetinde mevlid ayında ibâdât-ü taatlerimizi ve sadakalarımızı artırmalıyız.
Bunu yapamayan ise en azından bu şerefli aya tâzimen haramlardan ve mekruhlardan daha ziyâde sakınmalıdır.
Böyle yapması her zaman kendisinden istenmekteyse de ramazan ayında ve haram aylarda olduğu gibi bu ayda da bu talep kendisine tekidli olarak yönelmektedir.”
4- Rasûlullah (S.a.v.)’in doğumuna sevinmek Ebû Leheb gibi bir kâfirin bile cehennemde her pazartesi gecesi su içmesine sebep olmuştur ki, «Buhârî» gibi birçok sahih kaynakta konu edilmiştir. Nitekim Urve (R.a.) şöyle anlatmıştır:
Ebû Leheb’in Suveybe adında bir câriyesi vardı, o ona yeğeni olan Rasûlullah (S.a.v.)’in doğum müjdesini getirdiğinde sevincinden onu âzâd etti. Sonra Suveybe, Rasûlullah (S.a.v.)’i de emzirdi.
Ebû Leheb kâfir olarak ölünce Abbâs (R.a.) Müslüman olduktan sonra onu rüyasında çok kötü bir vaziyette gördü ve ona:“Nelerle karşılaştın?” diye sordu. O da: “Cehennemdeyim ama Rasulüllah (S.a.v.)‘in doğumunu müjdelediği zaman sevincimden câriyem Süveybe’yi âzâd ettiğim için ve sonra onun Rasûlüllâh (S.a.v.)‘i emzirmesi nasip olduğu için her pazartesi gecesi azâbım hafifletiliyor ve parmaklarımın arasından bir miktar su emiyorum” diye cevap vermiştir. [9]
Hâfız Şemsüddîn el-Cezerî (Rh.a.) «Arfü’t-Ta’rîf bi’l-Mevlidi’ş-Şerîf» isimli eserinde mevlid ihtifâlini tasvib mâhiyetinde şunları demiştir:
Kendisinin zemmi hakkında Kur’ân sûresi nâzil olan Ebû Leheb gibi bir kâfir mevlid gecesi yaşadığı sevinçten dolayı cehennemde iyi bir karşılık buluyorsa, Rasûlüllâh (S.a.v.)’in ümmetinden olan muvahhid bir Müslüman kişinin, Peygamberinin doğumuyla sevinmesinden ve onun sevgisi uğrunda gücü nisbetinde hayırlar yapmasından faydalanmaması nasıl düşünülebilir?!
Yemin ederim ki böyle bir müminin Kerîm olan Mevlâ’sından alacağı karşılık mutlaka Rabbinin fazl-u keremiyle Na’îm cennetlerine girdirilmesi olacaktır.” [10]
Hâfız Şemsüddîn İbn-i Nâsiruddîn ed-Dimeşkî (Rh.a.), «Mevridü’s-Sâdî fî Mevlidi’l-Hâdî» isimli eserinde:
“Rasûlullah (S.a.v.)’in doğumuna sevindiği için Suveybe’yi âzâd eden Ebû Leheb’in azabını pazartesi günleri hafifletildiği sahih olarak rivâyet edilmiştir” dedikten sonra şu beyitleri inşad etmiştir:
“İşte bu, Tebbet yedâ ile zemmi vârid olan,
Cehennemde muhalled bir kâfir olduğu halde.
Rivâyet olunmuştur ki, Ahmed’in doğumuyla sevindiği için,
Pazartesi günü dâimâ âzâbı hafifletilmekte.
Peki ya ömrü boyunca Ahmed’le mesrur yaşayan,
Îmânlı olarak ölen bir kul hakkında ne düşünülmekte.” [11]
Hanefî fakihi ve muhaddis Mevlânâ Abdülhay el-Leknevî (Rh.a.) bu konuda şöyle buyurdu:
“Eğer Ebû Leheb gibi bir kâfir, Peygamberimiz (S.a.v.)’in doğumunu kutladığı için ödüllendiriliyorsa, o zaman Peygamberimiz (S.a.v.)’in doğumunu kutlayıp onun için sevinen bir Müslümanın makâmı tabiki yüksek olur. İbnü’l-Cevzî ve şeyh muhaddis Abdülhak Dihlevî’nin bahsettiği gibi.” [12]
5- Şâfiî fakihlerinden Ebü’l-Fazl Kemâlüddîn el-Üdfüvî (Rh.a.), «et-Tâli’u’ s-Sa’îd» isimli kitabında şöyle anlatmıştır:
Kûs şehrinin sâkini ve ulemâ-i âmilînin efdali olan Mâlikî fakihi Muhammed ibni İbrâhîm es-Sebtî (Rh.a.) mevlid günü medreseleri dolaşır ve müderrislere:
“Ey fakih! Bugün sevinç günüdür, çocukları evlerine gönder” derdi ve onun bu kavliyle medreseler dağılırdı.
Ebû Hayyân gibi birçok muktedir âlimin hocası olan, birçok ilimde mütefennin ve amelde müteverri’ bulunan (şüphelerden dahi sakınan) böyle bir Mâlikî fakîhinin mevlid günü talebeleri evlerine göndermesi onun mevlid kutlamalarını takrir ettiğine dâir büyük bir delil teşkil etmektedir.
6- Hâtimetü’l-muhaddisîn (muhaddislerin sonuncusu) kabul edilen İmâm Süyûtî (Rh.a.) mevlid ihtifâlinin hükmü hakkındaki bir suâli şöyle cevaplandırmıştır:
“İnsanların Mevlîd-i Nebî için toplanıp Kur’ân okumaları, Hz. Peygamber (S.a.v.)’in velâdetiyle ilgili haberleri/menkıbeleri seslendirmeleri, bu münâsebetle yemek tertiplemeleri bid’a-i hasenedir/güzel bir bid’attır. Çünkü, bu toplantılarda Hz. Muhammed (S.a.v.)’e karşı büyük bir tâzim, bir saygı, onun dünyaya teşriflerinden ötürü büyük bir sevinç söz konusudur. Bu ise, sahibine büyük bir sevap kazandırır.” [13]
Zîra bu, Rasûlullah (S.a.v.)’in kadrine tazim, ayrıca mevlid-i şerîfi münasebetiyle sevinç ve ferah izhârından ibarettir.
Meşâyıhtan biri âlem-i mânâda Rasûlullah (S.a.v.)‘i görerek:
“Sizin mevlidiniz uğrunda insanlar ferah ve sürura delâlet eden birçok kutlamalar yapıyorlar, buna rızânız var mı?” diye sorduğunda Rasûlullah (S.a.v.):
«مَنْ فَرِحَ بِنَا فَرِحْنَا بِهِ.»
“Kim bizimle ferahlanırsa biz de onunla ferahlanırız” buyurdu. [14]
Şeyh Zerrûk (Rh.a.)‘ın Şeyh İbn Abbâd (Rh.a.)‘tan nakline göre mevlid günü oruç tutmak mekruh sayılmıştır.
Çünkü o gün ferah ve sürûra delalet eden şenlikler yapılmalı, kandiller yakılmalı, güzel elbiseler giyinilmeli ve herkes birbirini tebrik etmelidir. Ameller niyetlere göredir ve herkes niyetine göre kazanır.
Şeyhü’l-İslâm Abdulkâdir el-Fâsî (Rh.a.) rabîulevvel hilali görüldüğünde:
“İki cihan saâdetine vesile olan Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlid ayı geldi” diye Kutb-u Ferdânî Abdullâh-i Ğazvânî Hazretleri’nin sevincinden zılgıt söylediğini nakletmiştir.
Ulemânın şöyle dediği nakledilmiştir:
Rasûlullah (S.a.v.) hürmetine efdalü’l-ümem (ümmetlerin en üstünü) kılınan bu ümmetin, onun doğum gecesini en büyük bayramlardan biri olarak kutlamaları, son derece sevinçlere boğulmaları, gariplere ve fakirlere ikramda bulunarak Rasûlullah (S.a.v.)’e mânen yaklaşmaları, yetimlere, dullara ve zayıflara yardım husûsundaki vasiyetlerini tutmaları, mevlid kıssasını bütün ümmetin kulaklarına duyurmak için sıralı okumaları gerekmektedir.
Tâ ki bu sâyede herkes Rasûlullah (S.a.v.)’in Allâh katındaki şerefini ve onun gibi bir insan yaratılmadığını daha iyi anlayabilsin.
7- Allah-ü Teâlâ: “Ancak Allah’ın fazlı ve rahmetiyle, sadece bununla ferahlansınlar” (Yûnus, 58) âyet-i kerimesiyle bize Rasûlullah (S.a.v.)’in gönderilişiyle ferahlanmamızı emretmektedir. Zîra:
“Biz seni ancak bütün âlemlere bir rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ, 107) âyeti Rasûlullah (S.a.v.)’in büyük bir rahmet olduğunu açıklamaktadır.
Nitekim Kur’ân’ın tercümanı olan İbn Abbâs (R.a.): “Allah’ın fazlı, ilimdir. Rahmeti ise Muhammed (S.a.v.)’dir.” [15] sözüyle bu âyet-i kerimede geçen «Rahmet»ten Rasûlullah (S.a.v.)’in kastedildiğini açıkça ortaya koymuştur.
Şâfiî fıkhında müctehid olan meşhûr hadis âlimlerimi İmam Nevevî‘nin şeyhi, Şâfiî fakihi Hâfız İmâm Ebû Şâme (Rh.a.) buyuruyor ki:
“Bizim zamanımızda Arbela şehrinde başlamış mükemmel yeni ameller arasında Mevlîd-i Nebî’nin yıldönümünde sadaka vermek ve görkem ve mutluluk sergilemektir (Bu mükemmel bir ameldir). Çünkü, fakire yardım etmenin yanında ayrıca kalplerde Peygamber (S.a.v.) için (bulunan) sevgi, ihtişam ve saygıyı da gözler önüne serer ve bu Allah’a, Peygamberini alemlere rahmet olarak göndermesinin şükrüdür.” [16]
İşte Allah-ü Teâlâ bize göndermiş olduğu rahmet peygamberinin gelişiyle sevinmemizi emrettiğine göre her zaman, her bir nimete nâiliyette ve her bir lütfa ulaşıldığında Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlidiyle ferahlanmak matlub (istenen) bir şeydir.
Lâkin her pazartesi gününde ve her rabiülevvel ayında mevlid zamanının göz önünde bulundurulmasından hasıl olan kuvvetli münâsebet nedeniyle bu taleb güç kazanmaktadır. Zaten amellerin vakitlerle münâsebetini ancak gâfil ve ahmak kişiler göz arda edebilir.
8- Mevlid-i Şerîfin kıraatının: “Şüphesiz Allah ve melekleri o peygambere salât etmektediler. Ey imân edenler! Siz de ona salât edin ve çokça selâm edin” (Ahzâb, 56) âyet-i kerimesiyle emredilen selâtü selâmı temin ve teşvik ettiği kesindir. Dînen istenen bir vazifenin yerine getirilmesine sebep olan şeyler de şer’an matluptur. O’na salât okumanın kazandıracağı nebevî faydaları ve Muhammedî imdatları yazmayı ise kalemin gücü yetmez.
9- İşin aslına bakılacak olursan Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlidini kutlayanların başında yine kendisi gelmektedir.
Nitekim Ebû Katâde el-Ensârî (R.a.)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (S.a.v.)’e pazartesi gününün orucu hakkında sual edildiğinde:
“O benim doğduğum gündür ve peygamber olarak gönderildiğim gündür.” [17] buyurmuştur.
Görüldüğü üzere Rasûlullah (S.a.v.) doğduğu güne özel bir şükürde bulunmak için o günü oruçlu geçirdiğini beyân etmiştir ki bu husus mevlid kutlamanın meşruiyetini delâlet eden en sahih ve sarih bir nas teşkil etmektedir. Rasûlullah (S.a.v.)’in kendi doğum gününe tazimi, hiç şüphesiz ki Allah-ü Teâlâ’nın kendisi sebebiyle kullarına lütfettiği büyük nimete karşılıktır.
O bu tazimini oruçla ifade etmiştir ki bizim de kutlamalarımız aynı mânâdadır. Ancak bizim ihtifâllerimiz yemek yedirerek, zikir ve salevât meclislerinde toplanarak ve onun şemâil-i şerîfesini dinleyerek tahakkuk etmektir (gerçekleşmektedir).
10- Rasûlullah (S.a.v.)’in yaşadığı zaman dilimini geçmişte yaşanmış önemli dîni hâdiselerle irtibatladığı ve geçmişte yaşanan bir hâdisenin zamanı geldiğinde onun gün ve gecesine değer verdiği sabittir.
Böylece o zaman dilimini o hâdisenin yâdedilmesine bir fırsat olarak değerlendirdiği de bir vâkıadır. Nitekim İbn Abbâs (R.a.)’dan rivâyet edildiğine göre:
“Rasûlullah (S.a.v.) Medine’ye geldiğinde yahûdilerin aşure günü oruç tuttuklarını rastlayınca onlara bunun hikmetini sordu, onlar da:
‘Bugün, Allah’ın Mûsâ’yı ve İsrailoğullarını firavuna gâlip kıldığı gündür. Biz de o güne tâzimen onu oruçlu geçiriyoruz’ dediler.”
Bunun üzerine Rasûlullah (S.a.v.): ‘Biz Mûsâ’ya sizden daha yakınız (o halde o günü esas biz kutlamalıyız)’ buyurdu, sonra o günün oruçlu geçirilmesini emretti.” [18]
Bu sahih hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere Rasûlullah (S.a.v.) bir peygamberin ve ümmetinin kurtuluş gününe tâzim edilmesi hususunda bizzat kendisi temel bir kâide tesis etmiş ve bu tâzimini oruç tutarak ifâde etmiştir.
Rasûlullah (S.a.v.)’in doğum günü ise bütün peygamberlerin yaratılmasının, peygamber kılınmasının ve kurtuluşlarının yegâne sebebidir. Ayrıca en büyük ümmet olan âhirzaman ümmetinin kurtuluş vesilesidir. Bu nedenle bütün peygamberlerin yaşadığı önemli günler içerisinde tâzim ve ihtifâli en ziyâde hak eden bir gün varsa, o da Rasûlullah (S.a.v.)’in doğum günüdür.
11- Cuma gününün faziletine dâir Ebû Hüreyre (R.a.)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şeriften Rasûlullah (S.a.v.):
“Güneşin üzerine doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür, Âdem de o günde yaratılmıştır” [19]buyurmuştur ki bu hadis-i şerif peygamberlerden herhangi birinin miladı olarak sâbit olan zaman diliminin şerefine delâlet etmektedir.
Hâl böyle iken Efdalü’n-Nebiyyîn ve Eşrafü’l-Mürselîn olan Rasûlullah (S.a.v.)’in doğduğu günün şerefinin diğerlerinden üstünlüğü evleviyyetle sabittir.
Bu tâzim sadece peygamberlerin doğduğu günlere mahsus olmayıp doğdukları yerlere de şamildir.
Nitekim Enes (R.a.)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (S.a.v.) miraçtan önceki İsrâ yolculuğunu anlatırken:
“Sonra Cibril bana: ‘Burak’tan in ve namaz kıl’ dedi, Ben de indim ve namaz kıldım. O zaman:
‘Nerede kıldın biliyor musun? Îsâ (A.s.)’ın doğduğu yer olan Beyt-i Lahm’da kıldın’ dedi” [20] buyurarak bu hususu açıklamıştır.
12- İmâm Süyûtî (Rh.a.) mevlid kutlamanın meşruiyetine esas teşkil edecek şöyle bir delil bulduğunu zikretmiştir: Beyhakî’nin Enes (R.a.)’dan rivâyetine göre:
“Rasûlullah (S.a.v.) peygamber olduktan sonra kendisi adına akîka kurbanı kesmiştir.” [21]
Rasûlullah (S.a.v.)’in dedesi Abdülmuttalib’in Rasûlullah (S.a.v.)’in doğumunun yedinci gününde akîkasını kestiği mâlum iken, akîka kurbanının ikinci defa tekrarlanması da sahih değilken peki ya Rasûlullah (S.a.v.) nübüvvetten sonra niçin akîka kurbanı kesmiştir?
Bunun bir tek mânâsı olabilir ki Rasûlullah (S.a.v.)’in, Allah-ü Teâlâ’nın onu âlemlere rahmet olarak yaratmasına ve kendisiyle ümmetini teşrifine (şereflendirmesine) bir şükür olsun diye akîka kurbanı kesmiş olmasıdır. İmâm Süyûtî (Rh.a.) daha sonra şöyle buyuruyor:
“Peygamber Efendimiz (S.a.v.)’in doğumu bizim için bir lütuftur, vefâtı da bizim için üzücüdür. Şerîat; lütuf verildiğinde sevinip, Allah’a şükretmemizi emrediyor, belâya da sabredip gizlememizi emrediyor. Bunun için şerîat bize bir çocuğun doğumunda akîka kurbanını kesmemizi emrediyor, bu Allah’a şükretmemizin bir işâretidir. Fakat ölümde bir kurban kesme emri yoktur, hatta yas tutmak bile caiz değildir. Bundan dolayı şerîatın emri üzere, bir Müslüman Rebîü’l- Evvel ayında, Peygamber Efendimiz (S.a.v.)’in doğumuna sevinmesi lazım.” [22]
Nitekim kendisinin kendisine salevât okuması da bu mânâdadır. O halde bizim de eş-dost toplaşarak, yemekler yedirerek, hayırlar yaparak ve sevinçler izhar ederek (açıklayarak) onun doğumundan dolayı şükür belirtmemiz müstehab görülmüştür.
13- Mevlid kutlamalarını İslâm âleminin bütün beldelerinde âlimlerin ve Müslümanların güzel saydıkları, inkâr edilemeyecek bir hakikattir. Asırlar boyu bu tatbikat Müslümanlar arasında devam etmiştir.
Dolayısıyla İbn Mes’ûd (R.a.)’dan rivâyet edilen:
“Müslümanların güzel gördükleri, Allah katında da güzeldir. Müslümanların kötü gördüğü, Allah indinde de kötüdür.” [23] hadîs-i şerifinde açıklanmış olan muteber kâideden dolayı mevlid kutlamaları dînen güzel görünen amellerdendir.
14- Allah-ü Teâlâ’nın: “O, (büyük eziyetlere mâruz kalmış) rasullerin haberlerinden her birini, o kendisiyle senin gönlüne sebat vereceğimiz şeyleri sana peşpeşe anlatmaktayız” (Hûd, 120) âyetinden anlaşıldığına göre, Allah-ü Teâlâ’nın Rasûlullah (S.a.v.)’e geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmasının hikmeti O’nun kalb-i şerifine sebat vermektir.
Âhirzaman ümmeti olan bizim gibi zayıf kalplilerin Rasûlullah (S.a.v.)’in vilâdet haberleriyle güçlendirilmeye ihtiyacı hiç şüphesiz ki Rasûlullah (S.a.v.)’in, geçmiş peygamberlerin kıssalarını dinlemeye olan ihtiyacından daha fazladır.
15- Mevlid kutlaması Rasûlullah (S.a.v.)’in anısını canlı tutma mânâsını taşımaktadır. Nitekim hac fiilleri de peygamberlerin yaşadıkları mübarek anıları ihyadan ibarettir. Safa ve merve arasında say etmek Hacer validemizin, şeytan taşlamak ve Mina’da kurban kesmek İbrahim ve İsmail (A.s.)’ın yaşadıkları mübârek hâdiseleri taze tutmak üzere meşru edilmiştir. Bunun delili Allah-ü Teâlâ’nın İbrahim (A.s.)’a:
“İnsanlar içerisinde haccı ilân et ki, yayalar olarak ve her uzak yoldan gelen zayıf düşmüş her bir (yorgun) deve üzerinde sana gelsinler” (Hac, 27) buyurmuş olmasıdır.
Çünkü bu ilân kıyamete kadar geçerliliğini korumakta olan bir nidadır. Nitekim İbrahim ve İsmail (A.s.) kıyamete kadar gelecek ümmetleri de hesaba katarak:
“Ey Rabbimiz! Bizi sana (samimiyetle) teslim olmuş kimseler kıl, zürriyetimizden de (yalnız) sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (yetiştir), bize hac ibadetlerimizi tarif et ve (vazifelerimizi icra ederken yapmış olduğumuz eksiklikleri affedip) tevbemizi kabul et! Şüphesiz Tevvâb da Rahim de sensin ancak sen!” (Bakara, 128) diye dua etmişlerdir.
Geçmiş peygamberlerin, hatta eşlerinin hatıralarını ihya etmek üzere bugün hala üzerimize farz olan vazifeler mevcut iken kendi peygamberimizin aziz hatırasını hatırlamak için mevlid kutlamamız nasıl yasak sayılabilir?
16- Mevlid toplantılarını zikir, sadaka ve Rasûlullah (S.a.v.)’e tazim gibi birçok sünneti ihtivâ ettiği sabittir. Bu tür sâlih amellerin dînen müstahsen işler olduğu zahir olduğuna göre ve bunların yapılmasına teşvik eder mahiyette birçok sahih hadis-i şerif mevcut iken bu amellerin yapılmasına sebep olan mevlid elbette müstehap bir amel olur.
17- Mevlid-i şerif Rasûlullah (S.a.v.)’in doğum kıssasının, mucizelerinin ve sîretinin bahsini ihtivâ etmekte, dolayısıyla bize onu çok iyi bir şekilde tanıtmaktadır.
Onun marifetiyle memur (kendisini tanımakla emrolunmuş) ve mucizelerini tasdikle mükellef olan bizlerin bu mânâyı en iyi şekilde ifade eden mevlid kitaplarını okumamız ve dinlememiz elbette ki îmândan sayılır.
Ayrıca onun irhâsâtını (doğumundan ve bi’setinden-peygamber olarak gönderilişinden önce yaşanan hârikulâde olayları), şemâilini ve mûcizâtını anlamamız ona karşı îmânımızın güçlenmesini ve sevgimizin artmasını sağlar. Çünkü insan, suret ve sîret, görüntü ve ahlâk bakımından güzel olan şeyleri sevme huyu üzere yaratılmıştır. Îmânımızın kemâle ermesi O’nu canımızdan çok sevmemize bağlı olup, bu muhabbet de onu tanımamız nisbetinde artacağına göre O’nu bize tanıtan mevlid kitaplarını okuyup dinlememiz elbette Rabbimizin talep ettiği amellerden biri olarak kabul edilir.
Hanbelî ulemâsından İmâm Ebû’l-Ferec İbn-i Cevzî (Rh.a.) buyuruyor ki:
“Rebîü’l-Evvel’in birinci gününden itibaren, saygıdeğer Harameyn halkı, Mısır, Yemen, Suriye Doğu ve Batıdaki tüm Arap şehirleri Mevlîd-i Nebî (S.a.v.) meclisini kutlarlar. İçerisindeki en harika olaylar, Mevlîd (mûcizelerinin) okunması ve dinlenilmesidir. Ve bu (toplanma) dolayısı ile büyük sevap ve büyük başarı kazanırlar.” [24]
18- Rasûlullah (S.a.v.)’e tâzim etmek her vechile meşru bir amel olduğuna göre O’nun mîlad-ı şerifinin gününe kavuşmakla sürur izhâr etmek (sevinç açıklamak), ziyâfetler hazırlamak, zikir için toplanmak, fakirlere ikram etmek gibi tâzim ve hürmetin en açık göstergesi olan amellerin meşru olmaması asla düşünülemez.
Hadis âlimi Şeyh Abdülhak ed-Dihlevî (Rh.a.) buyuruyor ki: “İslâm cemaati, Peygamber (S.a.v.)’in doğum ayında her zaman toplanmalarla kutlama yapmıştır. Gecelerinde sadaka verirler ve mutluluklarını gösterirler ve özellikle doğum esnâsında zuhûr eden olayları yad ederler.” [25]
Hadis hâfızı ve kıraat âlimi İmâm Kastallânî (Rh.a.) şöyle buyurdu:“Müslümanlar doğum ayını daima Rebîü’l-Evvel’de toplanarak kutlamışlardır. Gecelerinde sadaka ve iyi amelleri arttırırlar, özellikle, bu toplanmalarda onun doğumunu anlatarak Allah’ın rahmetini kazanırlar. Mevlid toplanmasının bereket getirdiği, özellikle sene boyunca barışı garantilediği ispatlanmıştır. Allah, Mevlid’i bayram gibi kutlayan kişinin üzerine lütfunu ve cömertliğini yağdırır. (Bunu yaparken de) kalbinde (muhâlefet) hastalığı olan kişiye belâ (getirir).” [26]
Hanefî ulemâsından muhaddis ve ıstılahçı Şâh Velîyyullah ed-Dihlevî (Rh.a.) buyuruyor ki:“Peygamber (S.a.v.)’in doğum gününde Mekke-i Muazzama’da bir Mevlîd toplantısına katıldım. İnsanlar Peygamber (S.a.v.)’e hayır dua ediyor ve doğumu esnâsında zuhûr eden olayları anıyorlardı. O anda o cemaatin üzerine nur yağdığını gördüm. O nuru fiziksel bir gözle mi yoksa ruhsal bir gözle mi gördüm bilmiyorum. Dikkatlice baktığımda o nurun, bu tip toplanmalara katılmaları emredilmiş olan meleklerde olduğu bana aşikâr oldu. Ayrıca Allah’ın rahmetinin de meleklerle birlikte indiğini gördüm.” [27]
İbn Hacer el-Heytemî (Rh.a.) şöyle der: “Bid’at-ı hasenenin mendub olduğunda ittifak vardır. Mevlid gecesi ibadet etmek ve sâlih ameller işlemek için bir araya gelmek de bu şekilde bid’at-ı hasenedir.” [28]
Sehâvî (Rh.a.) der ki: “İlk üç asırda kimse Mevlid gecesine mahsus bir ibadet yapmamış, bu husus daha sonra ortaya çıkmıştır. Hâlâ farklı kıtalarda ve pek çok şehirde müslümanlar Mevlid gecesi ibadet ediyorlar, o gecede türlü türlü sadakalar veriyorlar, Mevlid okuyorlar. Tüm bu yaptıklarının da bereketini görüyorlar.” [29]
«Rûhu’l-Beyân» tefsirinde zikredildiğine göre; Mevlid gecesini ilk ihdâs eden melik Sâhib-i İrbil’dir. Kendisi için İbn Dıhye, «etTenvîr bi-Mevlîdi’l-Beşîri’n-Nezîr» isimli bir Mevlid kitabı hazırlamış, melik de ona bu eseri için bin dinar ödül vermiştir. «İnsânü’l-Uyûn»’da zikredildiğine göre Hâfız İbn Hacer ve Hâfız Süyûtî bu konuda sünnetten deliller getirmişler ve Mâlikî Fakhânî’nin “Mevlid gecesine özel amel yapmak, kınanmış bir bidattır” sözünü reddetmişlerdir. [30]
MEVLİD OKUNURKEN AYAĞA KALKMAK
Şâfiî ulemâsından Mekkenin müftüsü, «Şeyhü’l-Ulemâ» Ahmed b. Zeynî Dahlân (Rh.a.), «es-Sîretü’n-Nebeviyye» kitabında, Mevlidi kutlama hakkında şöyle buyurmuştur:
“İnsanların alışkanlığındandır ki, O’nun (S.a.v.) yüce doğum hikâyesini duyunca, O’nu onurlandırmak için ayağa kalkarlar. Bu hareket Peygamber (S.a.v.)‘i övmek için iyi bir harekettir, ve bu nice âlimler tarafından uygulanmıştır. Misal’de geçtiği gibi.
«es-Siyer»de Halebî (Rh.a.) şöyle dedi:
‘Bazılarına göre İmâm Sübkî (Rh.a.) kendi döneminin çoğu âlimleriyle bir araya gelmiştir, bu sırada bir şâir Peygamber (S.a.v.)’i öven es-Sarsarî (Rh.a.)’nin ezgisini söylemeye başladı.
İmâm Sübkî ve orada bulunan bütün insanlar ayağa kalktı ve huzur verici bir ortam oldu.’
Mevlidi kutlamak anmak ve bunun için insanları toplamak iyi bir ameldir, iştir.” [31]
İmâm Sübkî (Rh.a.) hakkındaki bu hadiseyi Bursevî (Rh.a.)‘de «Rûhu’l-Beyân» tefsirinde aktarmaktadır. [32]
İbnü’l Hâc (Rh.a.)‘a, “Mevlid’de merhaba bahrinde niye ayağa kalıyorsunuz?” denilince:
تالله لو علمت روحي بما علقت،
قامت علي رأسها فضلا عن القدم
“Tallâhi rûhum neye âşık olduğunu bilecek olsaydı,
Ayak bir yana,başının üzerinde kıyamda dururdu” buyurmuştur.
MEVLİD GECESİNE «BAYRAM GECESİ» DENİLMESİ
Seyyid Muhammed Alevî (Rh.a.) Hazretleri’nin beyânı veçhile:
Ulemânın ve evliyanın mevlid gecesi hakkında bayram gecesi tâbirini kullanmaları, ramazan ve kurban bayramları gibi şeriatta muteber bir bayram olduğu anlamına gelmez. Çünkü İslâm’da ancak iki bayram olduğu herkesin mâlûmudur. Lâkin mevlid günü hakkında kullanılan bayram tâbiri örfe mebnidir.
Nitekim insanlar sevinçlerini izhar edecekleri her vesileyle: “Sizin gelişiniz bayramdır, size kavuşmak bayramdır” gibi tabirler kullanmaktadırlar. Şâirin şu sözünde de buna rastlamaktayız:
“Bayram üstüne, bayram üstüne bayram bir arada,
Sevgilinin yüzü, ramazan bayramı bir de Cuma”
Ancak şunu ifade etmeliyiz ki; Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlid gününe bayram dememizin sebebi onun bayramdan daha büyük ve daha faydalı olmasındandır.
Nitekim bayram senede bir kere gelir, Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlidiyle ihtifal ve onun siyretine gösterilen itinâ ise hiçbir zaman ve mekân ile kayıtlanmaksızın sürekli olmalıdır.
Ayrıca İslâm’da değerli kabul edilen bayram ve kandil mevsimlerinin hepsi de Rasûlullah (S.a.v.)’in doğum gününün hasenatından birer hasene sayılır.
Zîra onun mevlidi olmasaydı ne peygamberlik olacaktı, ne Kur’ân-ı Kerîm inecekti, ne isrâ ve mi’râc yaşanacaktı, ne hicretten bahsedilecekti, ne Bedir’de yardım gelecekti, ne de Mekke fethi gerçekleşecekti.
Bu yüzden Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlidi bütün hayırların menbaı kabul edilmektedir.
Seyyid Muhammed Emin Kütbî (Rh.a.) bu mânâda ne güzel söylemiştir:
“Ey pazartesi gecesi! Senin o sağ elin,
Ne büyük bir şeref ve zenginlikle musâfaha etti.
Dünyadaki aydın gecelerin her birini sana,
Bir nispeti vardır, yüksekliğin anahtarı sensin ama.
Kadir gecesi de, bayramlar da hep senin,
Gözleri kamaştıran güzelliklerindendir mi’râc’da.” [33]
MEVLİD AYININ ve MEVLİD GECESİNİN FAZÎLETİ
Büyük sûfî müfessir Şeyh İsmâîl Hakkı Bursevî (Rh.a.)’nin beyânına göre:
“Ehl-i ilim, ramazan ayının bütün aylardan üstün olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Çünkü o, Kur’ân’ın indirildiği aydır. Ondan sonra rabîulevvel ayı gelir, zîra o Rahmân Teâlâ’nın sevgilisinin doğduğu aydır. Gecelerin en faziletlisine gelince; bir kavle göre Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde nâzil olduğu kadir gecesi efdaldir. Diğer görüşe göre ise Mevlid-i Muhammedî gecesi daha faziletlidir.
Zîra o gece olmasa ne Kur’ân indirilecekti, ne de kadir gecesi belirlenecekti. Bu yüzden Rasûlullah (S.a.v.)’in şefaatine ulaşmak ve civarına kavuşmak isteyen ümmetinin mevlid ayına ve gecesine son derece tâzim etmeleri gerekmektedir.” [34]
İmâm Kastallânî (Rh.a.), «el-Mevâhibü’l-Ledünniyye» isimli eserde zikdedildiğine göre; Âdem (A.s.)’ın yaratıldığı Cuma günü herkes istediği şeyin verileceği bir dua kabul saatiyle seçkin kılındığına göre Gönderilenlerin Efendisi’nin doğduğu saatte yapılan dualar hakkında ne düşünülmelidir?!
Fakih ve müfessir Şihâb-ı Hafâcî (Rh.a.), «Nesîmü’r-Riyâz» isimli eserde zikredildiğine göre Âdem (A.s.) hakkında Cuma günü neyse Rasûlullah (S.a.v.) hakkında da pazartesi günü aynıdır. Nasıl ki Âdem (A.s.) Cuma günü yaratılmış, Cuma günü dünyaya inmiş, Cuma günü tevbesi kabul olmuş ve Cuma günü vefât etmiştir. Rasûlullah (S.a.v.) de pazartesi günü doğmuş, pazartesi günü peygamber olmuş, pazartesi gecesi miraca çıkmış, pazartesi günü Mekke’den çıkmış, pazartesi günü Medîne’ye girmiş ve pazartesi günü vefât etmiştir.
İlim ehlinden birçoğu mevlid ayının ve gecesinin fazileti hakkında birçok âşikâne şiirler inşad etmişlerdir.
Nitekim Peygamberimiz (S.a.v.) yanındayken Abbâs b. Abdülmuttalib (R.a.) ona dedi ki: “Ya Rasulallah! Seni methetmek istiyorum.” Peygamberimiz (S.a.v.) ona: “Allah-û Teâlâ ağzını bozmasın, oku bakalım” buyurunca şu kasideyi okudu:
قَبْلَهَا طِبْتَ فِي الظِّلَالِ وَفِي ─ مُسْتَوْدَعٍ حَيْثُ يُخْصَفُ الْوَرَقُ
ثُمَّ هَبَطْتَ الْبِلَادَ لَا بَشَرٌ ─ أَنْتَ وَلَا مُضْغَةٌ وَلَا عَلَقُ
بَلْ نُطْفَةٌ تَرْكَبُ السَّفِينَ وَقَدْ ─ أَلْجَمَ نَسْرًا وَأَهْلَهُ الْغَرَقُ
تُنْقَلُ مِنْ صَالِبٍ إِلَى رَحِمٍ ─ إِذَا مَضَى عَالَمٌ بَدَا طَبَقُ
حَتَّى احْتَوَى بَيْتَكَ الْمُهَيْمِنُ مِنْ ─ خِنْدَفَ عَلْيَاءَ تَحْتَهَا النُّطُقُ
وَأَنْتَ لَمَّا وُلِدْتَ أَشْرَقَتِ ─ الْأَرْضُ وَضَاءَتْ بِنُورِكَ الْأُفُقُ
فَنَحْنُ فِي ذَلِكَ الضِّيَاءِ وَفِي ─ النُّورِ وَسُبْلِ الرَّشَادِ نَخْتَرِقُ»
“Karanlık bir yerde ince deriyle örtülü bir mekandaydın,
Sonra dünyaya geldin, ancak ne insan,
Ne bir et parçası ne de bir kan pıhtısıydın,
Bilakis insanlar boğulurken bir kartala gem vurup,
Üzerine binen bir damlaydın,
Bir devir kapanıp yenisi başlarken,
Sende bir sülbden bir rahme bırakıldın,
Ailen tüm beldeleri geride bırakan bir onura sahip oldu,
Sen ki, doğduğunda yer yüzü aydınlandı,
Ufuklar nurunla parıldadı,
Bizde senin ışığın, nurun ve doğru yolunla ilerliyoruz.” [35]
Yine ûlemadan biri bu manada şu şiiri inşad etmiştir:
“Bu ayın İslâm’da çok fazileti vardır,
Hem diğer aylara fâik olan menkıbesi.
Hem onda doğan (bahar yüzlü), hem ismi (bahar), hem (mevsim) mânâsı,
Hem de o belirirken birçok âyetlerin parlaması.
Bahar içinde, bahar içinde bahar,
Nur üstüne, nur üstüne nur.” [36]
İmâm Bûsîrî (Rh.a.), «Kasîde-i Hemziyye»sindeki şu beyitleriyle mevlid gecesinin değerini ne güzel beyân etmiştir:
“Senin güneş gibi parlayan o cemâlin ki,
Onu o parlak gece açığa çıkardı.
O mevlid gecesi ki onun gününde,
Din için büyük sevinç ve iftihar hâsıl oldu.
O gün Vehb’in kızı onu doğurmakla,
Kadınların ulaşamayacağı bir mertebeye nâil oldu.
O kavmine öyle bir çocuk getirdi ki O,
Daha önce bâkire Meryem’in taşıdığından efdal oldu.
Bir mevlid ki, ondan sebep küfrün talihine,
Büyük bir vebal ve vebâ ulaştı.
Gizli sesli (cin)lerin: Mustafa doğdu ve sevinmek hak oldu,
Diye müjdeleri art arda dolaştı.”
Bir başka âşık şöyle demiştir:
“İşte bu bahardır ki, gülerek müjde getirdi,
O Tâhâ adına ki Allah’a sarılıp, güvendi.
Yaratıkların en hayırlısı ve Allah’ın sevgilisi olan o şefaatçimiz ki,
O, ihsan ve kerem kendisine âit olan bir medet ve rahmetti.
O sevgilinin nurları pazartesi günü belirdi,
Mekke’den parlayan nurla gerçekten karanlıklar açılıp gitti.
Bütün cihan o sabah güleç yüzlü ve mesrur oldu,
O Beyt de, Harem de, dünya da onunla pırıl pırıl oldu.” [37]
Şu bilinmelidir ki Rasûlullah (S.a.v.)’in doğduğu gece bin aydan hayırlı olduğu Kur’ân-ı Kerîm ile sabit olan kadir gecesinden daha efdaldir.
Ulemâ bunu yirmi yönden ispat etmişler ve şöyle demişlerdir:
“Âlimler nezdinde mevlid gecesi,
Kadir gecesinden efdaldir, böyle bilinesi!”
İmâm Kastallânî (Rh.a.), «el-Mevâhibü’l-Ledünniyye» isimli eserde zikredildiğine göre:
“Rasûlullah (S.a.v.)’in doğum gecesi üç yönden kadir gecesinden efdâl tutulmuştur.
1- Mevlid gecesi Rasûlullah (S.a.v.)’in dünyayı teşrif gecesidir, kadir gecesi ise onun şerefine verilmiştir. Rasûlullah (S.a.v.)’e verilen Kur’ân-ı Kerîm sebebiyle şeref kazanan kadir gecesi elbette Kur’ân-ı Kerîm’in kendisine indirildiği zâtın doğum gecesi kadar efdal olamaz.
2- Kadir gecesinin şerefli kılınma nedenlerinden biri de meleklerin o gece dünyaya nüzulüdür.
Mevlid gecesi ise Rasûlullah (S.a.v.)’in zuhuruyla şeref kazanmıştır. Rasûlullah (S.a.v.) meleklerden daha şerefli olduğuna göre onun teşrifi gecesi meleklerin teşrif gecesinden efdal olur.
3- Kadir gecesi sadece âhirzaman ümmetine lütfedilmiş iken, mevlid-i şerif gecesi bütün yaratıklara lütfedilmiş bir gecedir, çünkü Rasûlullah (S.a.v.) sâde bu ümmeti için değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Zâten bütün âlemlerin yaratılması da o yaratılacağı için gerçekleşmiştir. O halde mevlid gecesinin faydası daha umumi oluduğu yönüyle de kadir gecesinden üstün olmuştur.
«Mefâhiru’l-İslâm» isimli eserde İmâm Ahmed (Rh.a.)’in şöyle dediği nakledilmiştir:
“Rasûlullah (S.a.v.)’in nûr-u şerifi Âmine Vâlide’nin batn-ı şerifine Cuma gecesinde hulûl ettiği için, Cuma gecesi kadir gecesinden efdâl olmuştur.”
İşte bütün bu anlatılanlardan anlaşıldığı üzere mevlid ayının ve gecesinin fazilet ve şerefi kesinlikle sabit olmuştur.
Rasûlullah (S.a.v.)’in mevlidini kalplerin baharı yapan Allah-ü Teâlâ’yı tesbih ederiz.
“Onun tarafından lisân-ı hâl bize şöyle demektir,
Gerçekten hak söz dinleyene tatlı gelmektedir.
Benim yüzüm, doğduğum mevsim ve ay,
Bahar içinde, bahar içinde bahar.” [38]
MEVLİD OKUMANIN ve OKUTMANIN FAZÎLETİ
Bir hadîs-i mânevîde Rasûlullah (S.a.v.)‘in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:
“Kim benim mevlidime tâzim ederse, ben kıyamet gününde onun için şefaatçi olurum. Kim benim mevlidim için bir dirhem infak ederse sanki Allah(ın rızası) yolunda altından bir dağ infak etmiş gibidir.” [39]
Bunun gibi bir kısım muktedir âlim tarafından mevlidle ilgili yazılan bazı eserlerde mevlid kutlamanın faziletine dair Rasûlullah (S.a.v.)‘den ve sahâbe-i kirâmdan nakledilen hadis-i şerif ve eserler, sahih keşif sâhibi bazı velîlerin Rasûlullah (S.a.v.)‘den ve dört halîfeden mânâ âleminde almış oldukları rivâyetler olsa gerektir.
Zâhirî hadis kaynaklarında bu rivâyetlere rastlamak mümkün değilse de, mu’tekadimiz olan: “İtikada ve fıkha muhalif bir hüküm ihtivâ etmeyip, fazîletli ameller babında kaldığı sürece Allah dostlarının Rasûlullah (S.a.v.)’den mânâ âleminde aldıkları hadisler ehli insaf olan muhaddisler ve umûmî mânâda mutasavvıflar nezdinde makbûldür” kâidesince biz bu rivâyetleri rastladığımız kaynakları zikretmek şartıyla kabul ederiz.
Nitekim Hâfız İmâm Süyûtî (Rh.a.), «Tenvîru’l-Halek bi İmkâni Ruyeti’n-Nebiyyi ve’l-Melek» isimli eserinde, “Peygamberlerin kabirlerinde terk edilmeyecekleri” hakkındaki hadis-i şerifleri naklettikten sonra şöyle demiştir:
“Rasûlullah (S.a.v.)‘in kabr-i şerifinde hakîki bir hayat ile diri olduğu Ehl-i Sünnet ulemâsı nezdinde ittifaklı bir konudur. Nitekim Seyyid Nûreddîn el-Eycî (Rh.a.)‘in ravza-i şerifede durup selâm verdiğinde Rasûlullah (S.a.v.)‘in:
“Ey oğlum! Sana da selâm olsun” diye cevap verdiğini orada bulunanlardan her biri duymuştur. Böyle bir hâdise Şeyh Ebû Bekr ed-Diyârbekrî hakkında da vâki olmuştur.
Medîne-i Münevvere’de mücâvir bulunan Hâşimiyye bir kadın, hizmetçileri tarafından eziyete uğrayınca durumunu Rasûlullah (S.a.v.)‘e şikâyet etmiş, bunun üzerine hücre-i şerifeden kendisine:
“Senin için ben örnek değil miyim? Ben sabrettiğim gibi sen de sabret” denilmiştir.
Yine böylece büyük kutub Seyyid Ahmed er-Rifâî (Rh.a.) hicrî sene beş yüz elli beşte yapmış olduğu haccında hücre-i şerifenin önünde durarak:
“Uzaklık hâlinde ben ruhumu gönderiyordum,
Bana vekâleten o, bu toprağı öpüyordu.
Şimdi ise bedenlerin buluşması nasîb oldu.
Sağ elini uzat da dudağım da nasîbini alsın.”
dediğinde Rasûlullah (S.a.v.)‘in yed-i şerîfesini uzattığı ve onun Abdülkâdir-i Geylânî (K.s.)‘nin de aralarında bulunduğu binlerce kişinin gözü önünde Rasûlullah (S.a.v.)‘in mübârek elini öptüğü mütevâtir (yalan olmayacak kadar yaygın) bir hâdisedir.
Seçkin velîler bir yana vasat-ı ümmetten olan her hangi bir müminin bile bedeninin bir mislinin kabrinden çıkarak mezarından çok uzak yerlerde gözle görüldüğü tevâtür yoluyla bilinmektedir.
Kâfirlerin beldelerinde «Hattâf» (kapıp kaçan) diye bilinen Seyyid Ahmed el-Bedevî (K.s.)‘nin, vefâtından sonra da firenk beldelerindeki esirleri kurtarıp Mısır’daki evlerine, kimini de kendi türbesine naklettiği haberi bu ümmetin dillerinde tevâtür etmiştir.
Miraç gecesi Rasûlullah (S.a.v.)‘in Mûsâ (A.s.)‘ı kabrinde ayakta namaz kılarken gördüğü, daha sonra Mescid-i Aksâ’da peygamberler cemaati arasında görüştükleri, bunun akabinde altıncı kat semâda onunla buluştuğu hatta namazın elli vakitten beş vakte indirilmesi hususunda onun istişâresiyle Mevlâ Teâlâ (C.c.)‘ya mürâcaat ettiği sahih hadis-i şeriflerde sâbittir.
Diğer peygamberlerle de bu şekilde görüştüğü «Buhârî» ve «Müslim» gibi en sahih kaynaklarda dahi mezkûrdur.
Mûsâ (A.s.) hakkında mevcut olan bir fazîlet Rasûlullah (S.a.v.)‘e nasıl çok görülebilir?!
Dolayısıyla evliyâullahın Rasûlullah (S.a.v.)‘in vefâtından sonra mübârek cism-i şerifiyle uyanık halde görüşmeleri inkâr edilemez.
Nitekim Ebu’l-Abbâs et-Tancî (Rh.a.) kendisine seyr-i sülûk yaptırsın diye Ahmed er-Rifâî (K.s.)‘ye gittiğinde o ona:
‘Sen Rasûlullah (S.a.v.)’i tanıdın mı?’ diyerek kendisini Şeyh Abdurrahîm‘e göndermiş, o da onu Rasûlullah (S.a.v.)‘in hakîkatine vâkıf olması için Mescid-i Aksâ’ya göndermiş, kendisi Beyt-i Makdis’e vardığında Rasûlullah (S.a.v.)‘i gökleri yerleri, Arş’ı, Kürsî’yi ve bütün âlemleri doldurmuş vaziyette görmüştür.
Yine böylece Ârif-i billâh Halîfe İbn-i Mûsâ (Rh.a.), Rasûlullah (S.a.v.) ile bir gecede on yedi defa buluşmuş, sonunda Rasûlullah (S.a.v.) ona:
“Ey Halîfe! Bizden bıkma, çünkü evliyânın çoğu bizi görme hasretiyle öldü” buyurmuştur.
Seyyid Ebu’l-Abbâs el-Mursî (Rh.a.)‘nin:
“Bir an bile Rasûlullah (S.a.v.)’i görmekten perdelenecek olsam kendimi Müslümanlardan saymam” dediği meşhurdur.
Allah-ü Teâlâ (C.c.)‘nın doğuda ve batıda bulunan herkesin kendisini rahatça görebildikleri dolunayın hâli gibi bir zuhuru Rasûlullah (S.a.v.)‘e vermesi ve beden-i şerifi kabrindeyken Allah’ın onu her yerde istediklerine göstermesi şaşılacak bir şey olmasa gerektir. Ama körler ne güneşi ne de ayı göremedikleri gibi fâsıkların ve günahkârların Rasûlullah (S.a.v.)‘i görememesi de onların kabahatidir.
Yoksa burada Rasûlullah (S.a.v.)‘e âit bir noksanlık söz konusu değildir.
Namaz kılmıyor diye kadıya şikâyet edilen Kazîbu’l-Bân Hazretleri’nin bir anda kimsenin şüphe edemeyeceği bir şekilde kadının huzurunda yedi farklı sûrette göründüğü ve:
“Bakın bakalım hangi sûretimin namazı terk ettiğini iddia edebiliyorsunuz?!” diyerek onları susturduğu sâbittir.
Yine böylece kendisi bir yere sefere çıktığında, bulunduğu tekkesinde kendisine bedel olmak üzere başka bir sûret bıraktığı için bazı velîlere «Ebdâl» denilmiştir.
«el-Hikem» kitabının sahibi İbn Atâullah (K.s.)‘ın bir müridi bir sene hacda bulunduğu her mevkifde şeyhini gözüyle müşâhede etmiş, Mısır’a geldiğinde ise Şeyh Efendi’nin yerinden ayrılmadığını haber alınca ziyaretine gitmiş, huzuruna girer girmez Şeyh Efendi:
“Felan felan yerde şöyle şöyle gördün değil mi?” demiştir.
Ebdâlden bir velînin kaç yerde sûreti zuhur ederken Rasûlullah (S.a.v.)‘in milyonlarca sûretinin dilediklerine görünmesi nasıl inkâr edilebilir?!
Allah-ü Teâlâ (C.c.), Azrâîl (A.s.)‘e bile aynı anda farklı yerlerdeki kişilerin canını alabilme imkânı vermiştir. Nitekim kendisine: “Biri doğunun en uzak yerinde, diğeri de batının en ücra köşesinde bulunan iki kişinin eceli aynı anda geldiğinde, bunların ruhunu nasıl kabzediyorsun?” diye sorulduğunda o:
“Şüphesiz Allah dünyanın her tarafını benim için dürmüştür ve benim önümde her tarafı yemek yiyenin önündeki çanak gibi yapmıştır ki ben ondan istediğimi uzanıp alırım” demiştir.
Zaten berzah âleminin işleri bu âleme kıyas edilemez.
Zîra son derece büyük olan sual meleklerinin mezarın en dar yerine nasıl girip çıktıkları, doğu ve batının en uzak yerinde aynı anda gömülen birçok ölüye aynı anda sorgu sual yaptıkları, cennet Sidretü’l-Müntehâ’da, cehennem ise tuzlu denizlerin altında iken sorgu meleklerinin parmaklarıyla deldikleri lahitten cennete veya cehenneme doğru pencereler açtıkları düşünülecek olursa bu işlerin akıl ötesi şeyler olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
İşte bütün bu nakillerden anlaşıldığı üzere Rasûlullah (S.a.v.) beden-i şerifiyle de, rûh-u şerîfiyle de hayattadır.
Mülk ve melekût âlemlerinin köşe ve bucaklarında dilediği şekilde tasarruflarını sürdürmektedir. Kendisi vefat etmeden önce hangi hal ve sûret üzere ise yine o şekildedir, hiçbir şeyi değişmemiştir.
Fakat cesetleriyle hayatta olan melekler bizim gözlerimiz tarafından görülemediği gibi Rasûlullah (S.a.v.) de bizim gözlerimizden gâiptir.
Ama Allah-ü Teâlâ (C.c.) kime onu göstermeyi murad ederse o kişi onu hayatta bulunduğu heyeti üzere görebilir, buna hiçbir mâni yoktur. Hatta kendisinin değil de misalinin görüldüğünü söylemeye bile lüzum yoktur.
Nitekim selef ve halefin sulehâsının cumhuru Rasûlullah (S.a.v.) ile gerçek mânâda uyanık vaziyette buluşmuşlardır.
Onlar Rasûlullah (S.a.v.)‘e kendileri için gerekli olan bazı hususları ve başlarına neler geleceğini sormuşlar, Rasûlullah (S.a.v.) de onlara cevaplar vermiş, bazı şeylerden kendilerini tahzîr etmiş (sakındırmış) ve hâdiseler aynen onun buyurduğu şekilde gelişmiştir.
İmâm Süyûtî‘nin sözleri burada sona erdi.
Allâme Yûsuf en-Nebhânî (Rh.a.), «Cevâhiru’l-Bihâr» adlı eserinin başka bir yerinde Rasûlullah (S.a.v.) ile yakazaten (uyanık halde) görüşebilen ve arada vasıtalar olmadan kendisinden hadis-i şerif rivâyet eden bâzı velîlerin kıssalarını nakletmiştir.
Hatta Seyyid Ahmed ibn-i Hasen el-Attas gibi Hadramut’taki seyyidlerin ve velîlerin reisi olan bir zâtın şöyle anlattığını zikretmiştir:
Seyyid Ahmed ibn-i Ali el-Kudeymî (Rh.a.) Rasûlullah (S.a.v.) ile uyanık hâlde buluşurdu, bir gün Rasûlullah (S.a.v.)‘e: “Ben sizden vasıtasız bir hadis rivâyet etmek istiyorum” deyince Rasûlullah (S.a.v.) ona: “Ben sana üç hadis bildireyim:
Birincisi: insanın ağzında Yemen kahvesinin kokusu bulunduğu sürece melekler onun için istiğfar eder.
İkincisi: Her kim Allah’ı zikretmek için bir tesbih edinirse, o tesbihle zikir yapsa da yapmasa da Allah’ı çok zikredenlerden yazılır.
Üçüncüsü: Her kim diri veya ölü bir Allah dostunun huzurunda bulunsa, sanki her tarafı lime lime dökülünceye kadar yeryüzünün bütün köşelerinde Allah’a ibâdet etmiş gibi olur.” [40]
Nebhânî Hazretleri bu nakli yapan Seyyid Ahmed Attâs Hazretleri‘nin de Rasûlullah (S.a.v.) ile yakazaten (uyanık hâlde) görüştüğünü, kendisiyle defaatle buluştuğunu fakat bu durumu ifşâ etme hususunda me’zûn (müsadeli) olmadığı için bu konuyu dillendirmediğini, ancak Rasûlullah (S.a.v.) ile buluşan diğer velîlerden nakiller yaptığını zikretmiştir.
İşte bütün bu rivâyetlere mebnî olarak Rasûlullah (S.a.v.)‘den mânevî yolla alınan birçok hadîs-i şerîf mevcut olup ehlullah bunlara itikad etmişlerdir.
MEVLİD KUTLAMANIN SEBEP OLACAĞI BAZI FAZÎLETLER
Ulemâ mevlid ihtifallerinin bazı hikmetlerini birkaç maddede açıklamışlardır:
1- Rasûlullah (S.a.v.)‘in doğumuyla alâkalı kutlamalar belli bir zamanla mukayyed olmadığı için ferah, sürûr ve neşat vâki olan her fırsatta ve her meşrû münâsebetle mevlid kutlanmaktadır. Lâkin mevlid ayı olan rabîülevvelde ve mevlid günü olan pazartesi gününde bu ihtifaller artmaktadır.
Akıllı bir kişinin bunun sebebini ve hikmetini sorması anlaşılır bir şey değildir. Çünkü bunu soran: “Siz peygamberinizin doğumuna niçin seviniyorsunuz?” demiş olmaktadır ki, Allah’a ve Peygambere inanan bir Müslümanın böyle bir şey sorması mümkün müdür?
Böyle bir soruyla muhâtap olanın: “Ben Rasûlullah (S.a.v.)’in doğumuyla sevinçli olduğum için kutlama yapıyorum, evet ben onunla mesrûrum, çünkü onu seviyorum, evet ben onu seviyorum çünkü ben müminim” demesi yeterlidir.
2- Bu kutlamalar Rasûlullah (S.a.v.)‘in sîretini, yaşantısını ve fazîletlerini dinlemek, onun hakkında söylemiş olan medhiyeleri işitmek, yemek yedirmek, fakirlere ve muhtaçlara ikrâmda bulunmak ve müminlerin kalplerine sevinç aşlamak gibi birçok fazîleti de beraberinde getirmektedir.
3- Bu kutlamaların özel bir gecede ve belli bir keyfiyette yapılması hakkında namaz ve oruç hakkında olduğu gibi bir nas mevcud değilse de şerîatta buna mânî bir delil de yoktur.
Zîra zikir ve salevât meclislerinde toplanmak, mümkün oldukça ihtimam gösterilmesi gereken hayırlı amellerdendir.
Bu içtimâların özellikle mevlid ayında ve mevlid gecesinde olması ise insanların bu mevsimde daha hevesli olmaları ve bu meclislere iştirake daha çok yenilmeleri nedeniyledir ki böylece onlar zamân-ı hâzırdan zamân-ı mâziye intikal ederek Rasûlullah (S.a.v.)‘le alâkalı şuurlarını artırabilmektedirler.
4- Bu toplantılar hiç şüphesiz ki Allah’a davet yolunda çok büyük bir vesîle ve kaçırılmaması gereken altın bir fırsattır.
Âlimlerin ve tebliğcilerin bu fırsatı değerlendirerek mevlid okunmadan önce ümmete Rasûlullah (S.a.v.)‘in ahlâkını, âdâbını, ahvâlini, siyretini, muâmelâtını ve ibâdetlerini anlatarak onları hayra ve felaha irşad etmeleri ve onun dinine sonradan sokulan bütün bid’atlerden ve fitnelerden onları sakındırmaları gerekmektedir.
Zaten mevlid meclisinde hazır bulunup da din adına bir şey istifade etmeyen kişi mevlid-i şerifin bütün hayırlarından mahrum demektir. [41]
MEVLİD BÂBINDA TASNİF EDİLEN BAZI MEŞHÛR KİTAPLAR
1- İmâm Ahmed ibn-i Me’ad el-Endelüsî (vefat: 550), «ed-Dürrü’l-Münazzam fî Mevlîdi’n-Nebiyyi’l-Âzam».
2- İmâm el-Muhaddis el-Hâfız Abdurrahmân ibn-i Ali (Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî) (vefat: 597), «el-Arûs».
3- İmâm İbrâhîm ibn-i Ömer el-Ca’burî (vefat: 632), «Mev’ıdü’l-Kirâm li Mevlîdi’n-Nebiyyi Aleyhi’s-Salâtü ve’s-Selâm».
4- İmâm el-Muhaddis el-Müsnid el-Hâfız Ebu’l-Hattâb Ömer ibn-i Hasen ibn-i Ali ibn-i Muhammed (vefat: 633), «et-Tenvîr fî Mevlidi’l-Beşîri’n-Nezîr».
5- İmâm Şeyhü’l-Kurrâ İmâmü’l-Kırâât el-Hâfız el-Muhaddis el-Müsnid Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed ibn-i Abdullah el-Cezerî eş-Şâfiî (vefat: 660), «Arfu’t-Ta’rîf fî Mevlidi’ş-Şerîf».
6- İmâm Salâhuddîn el-Keykeldî (vefat: 761), «ed-Dürratü’s-Seniyye fî Mevlîdi Hayri’l-Beriyye».
7- İmâm el-Müftî el-Müerrih el-Muhaddis el-Hâfız Imâdüddîn İsmâîl ibn-i Ömer İbn-i Kesîr (vefat: 774), «Mevlîdü’n-Nebî».
8- İmâmü’l-Kebîr Hâfızu’l-İslâm ve Umdetü’l-Enâm ve Merci’u’l-Muhaddisîne’l-Elâm (Hâfızu’l-Irâkî) (vefat: 808), «el-Mevridü’l-Heniyy fi’l-Mevlîdi’s-Seniyy».
9- İmâm el-Muhaddis el-Hâfız Muhammed ibn-i Ebî Bekr ibn-i Abdillah el-Kaysî ed-Dımeşkî eş-Şâfiî (Hâfız ibn-i Nâsırüddîn ed-Dımeşkî) (vefat: 842), «Câmi’u’l-Âsâr fî Mevlîdi’n-Nebîyyi’l-Muhtâr», «el-Lafzu’r-Râik fî Mevlîdi Hayri’l-Halâik», «Mevridü’s-Sâdî fî Mevlidi’l-Hâdî».
10- İmâm Ali ibn-i Süleyman el-Mirdâvî el-Hanbelî (vefat: 885), «el-Menhelü’l-Azbi’l-Kârî fî Mevlîdi’l-Hâdi’l-Beşîr».
11- İmâm Muhammed ibn-i Muhammed et-Tebrizî (vefat: 885), «Mevlîdü’n-Nebî».
12- İmâm el-Müerrih el-Hâfız Muhammed ibn-i Abdirrahmân el-Kâhirî (Hâfız es-Sehâvî) (vefat: 902), «el-Fahru’l-Alevî fi’l-Mevlîdi’n-Nebevî».
13- Allâme el-Fakîh es-Seyyid Ali Zeyne’l-Âbidîn es-Semhûdî el-Hasenî (vefat: 911), «el-Mevâridü’l-Heniyye fî Mevlîdi Hayri’l-Beriyye».
14- el-Hâfız Vecîdüddîn Abdurrahmân ibn-i Ali ibn-i Muhammed eş-Şeybânî el-Yemenî ez-Zehebî eş-Şâfiî (ed-Deyba’) (vefat: 944), «el-Mevlîdü’n-Nebevî».
15- Allâme el-Fakîh el-Hucce Şihâbuddîn Ahmed ibn-i Hacer el-Heytemî (vefat: 974), «İtmâmü’n-N’ime Ale’l-Âlem bi Mevlîdi Seyyidi Veledi Âdem».
16- Allâme el-Fakîh eş-Şeyh Muhammed ibn-i Ahmed eş-Şerbînî el-Hatîb (vefat: 977), «el-Mevlîd».
17- Allâme el-Muhaddis el-Müsnid el-Fakîh eş-Şeyh Nûreddîn Ali ibn-i Sultan el-Herevî(Molla Ali el-Kârî) (vefat: 1014), «el-Mevlîdü’r-Raviyy fi’l-Mevlîdi’n-Nebevî».
18- Allâme el-Muhaddis el-Müsnid es-Seyyid Ca’fer ibn-i Hasen ibn-i Abdilkerîm el-Berzencî (vefat: 1177), «Ikdü’l-Cevher fî Mevlîdin’n-Nebiyyi’l-Ezher».
19- Allâme Ebû’l-Berekât Ahmet ibn-i Muhammed ibn-i Ahmed el-Adevî ed-Derdîr (vefat: 1201), «Mevlîdü’n-Nebiyy».
20- Allâme eş-Şeyh Abdülhâdî el-Mısrî (vefat: 1305), «Mevlîdü’n-Nebîyy».
21- İmâm el-Ârif-i Billâh el-Muhaddis el-Müsnid es-Seyyid eş-Şerîf Muhammed ibn-i Ca’fer el-Kettânî el-Hasenî (vefat: 1345), «el-Yümnü ve’l-İs’âd bi Mevlîdi Hayri’l-Ibâd».
22- Allâme el-Muhakkik eş-Şeyh Yûsuf ibn-i İsmâîl en-Nebhânî (vefat: 1350), «Cevherü’n-Nazmi’l-Bedî’ fî Mevlîdi’ş-Şefî’». [42]
MEZHEPLERİNE GÖRE ÂLİMLER
Hanefî Mezhebi Âlimlerinden:
1- İmâm İbn Âbidîn
2- Şeyh Zeyla’î
3- Molla Aliyyü’l-Kârî
4- Şeyh Muhammed Zâhid el-Kevserî
5- İsmâîl Hakkı Bursevî
6- Şeyhü’l-İslâm Saadeddîn
7- Şeyh Mustafa Nece
Mâlikî Mezhebi Âlimlerinden:
1- İmâm İbn Dihye
2- İmâm İbn Âşir
3- İmâm ed-Düsûkî
4- Kadı Muhammed bin Ahmed el-Lehmî (خ)
5- İmâm Muhammed el-Benânî
6- Kadı Ahmed el-ezefî
7- Şeyh Muhammed İlleyş
8- Şeyh es-Sâvî
Şâfiî Mezhebi Âlimlerinden:
1- İmâm Süyûtî.
2- İmâm Sehâvî
3- İmâm İbn Hacer el-Askalânî
4- İmâm Abdurrahîm el-Irâkî
5- İmâm İbn Nâsir ed-Dimeşkî
6- İmâm Takiyyuddîn es-Sübkî
7- Kadı Abdulvahhâb
8- İmâm Ebû Şâme
Hanbelî Mezhebi Âlimlerinden:
1- İmâm İbnü’l-Cevzî
2- İmâm İbn Receb
3- İmâm el-Burzulî
Hatta bu konuda Selefî/Vehhâbîlerin «Şeyhü’l-İslâm» dedikleri İbn Teymiyye dahi Peygamber (S.a.v.)’e tâzimden ötürü kişiye büyük bir sevap kazandıracağını kabul eder.
Görmüş olduğunuz görüntü, İbn Teymiyye‘nin «İktidâu’s-Sırâti’l-Müstakîm» adlı kitabına aittir. Burada der ki:
فتعظيم المولد واتخاذه موسمًا قد يفعله بعض الناس، ويكون له فيه أجر عظيم، لحسن قصده، وتعظيمه لرسول الله صلّى اللهُ عليهِ وسلّم
“Bazı insanların yaptığı gibi mevlid kutlamak ve onu bayram edinmek, iyi niyetinden ve Peygamber (S.a.v.)’e tâzimden ötürü kişiye büyük bir sevap kazandırır.” [43]
Ve daha birçok âlim bu konuyu beyân etmişlerdir…
Mevlid hakkında yazılan başlıca kitaplar bunlar olup hepsi de Arapça lisan üzeredir. Bu konuda yazılan diğer Arapça eserleri ihâta etmek mümkün görülmemektedir.
Bunun yanı sıra Farsça ve Osmanlıca gibi Müslüman mensupları bulunan her dilde yazılmış daha yüzlerce mevlid telifi mevcuttur. Birçoklarına şerhler de yazılmıştır.
Osmanlıda en meşhur olan ve günümüzde hâlâ okunan ve okutulan mevlid ise Süleyman Çelebî (Rh.a.) Hazretleri’nin (vefat: 825) «Vesîletü’n-Necât» namındaki eseridir.
Allah-û Teâlâ(C.c.) bütün mevlid müelliflerinden, şârihlerinden, kârîlerinden, muhiplerinden ve sâmîlerinden râzı olsun, onları Habîbi’nin şefaatine nâil kılsın ve vereceği mükâfatlarla onları râzı eylesin. ÂMÎN!
KAYNAKÇA/DİPNOTLAR
[1] Ahmet Özel, İslâm Ansiklopedisi, 29/484.
[2] Süyûtî, Hüsnü’l-Maksıd fî Ameli’l-Mevlid, Sf: 67.
[3] Süyûtî, Hüsnü’l-Maksıd fî Ameli’l-Mevlid, Sf: 67-68.
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 13/270-271; İbnü’l-Cevzî, Mirâtü’z-Zemân, 8/681.
[5] Molla Aliyyü’l-Kârî, el-Mevridü’r-Revî fi’l-Mevlidi’n-Nebevî, Sf: 17.
[6] Süyûtî, Hüsnü’l-Maksıd fî Ameli’l-Mevlid, Sf: 41.
[7] Müslim, Sıyam: 36, No: 2747.
[8] Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, No: 2546.
[9] İbnü’l-Esîr, Cemîu’l-Usûl, No: 9036, 11/476; Abdürrezzâk, el-Musannef, 7/478; Beğavî, Şerhü’s-Sünne, 9/76; İbn Kesîr, el-Bidâye, 1/224; Süheylî er-Ravzü’l-Ünüf, 5/192; Âmirî, Behcetü’l-Mehâfil, 1/41.
(Bu rivâyete Buhârî ve Müslim‘in «Sahîh»leri dahil daha birçok sahih kaynakta rastlamak mümkündür.)
[10] Süyûtî, Hüsnü’l-Maksad fî Ameli’l-Mevlîd, Sf: 66.
[11] Süyûtî, Hüsnü’l-Maksıd fî Ameli’l-Mevlid, Sf: 66.
[12] Leknevî, Mecmûʿa-i Fetâvâ, Cild: 2, Sf: 282.
[13] Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, 1/272.
[14] Fethullâh el-Bennânî, Fethullâh fî Mevlid-i Hayr-i Halkıllâh, Sf: 159.
[15] Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 3/308.
[16] Ebû Şâme, el-Bâ’is alâ İnkâri’l-Bida’ ve’l-Havâdis, Sf: 13.
[17] Müslim, Sıyam: 36, No: 2747.
[18] Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, No: 3727; Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, No: 2658.
[19] Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, No: 2013; Mâlik, el-Muvattâ, No: 364; Ebû Dâvûd, es-Sünen, No: 1048; Tirmizî, el-Câmiu’s-Sahîh, No: 488; Nesâî, es-Sünen, No: 1373; İbn Mâce, es-Sünen, No: 1085.
[20] Nesâî, es-Sünen, No: 450; Bezzâr, el-Müsned, No: 3484; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 1/47; İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, No: 3673, 7/199; Taberî, Tehzîbu’l-Âsâr, No: 2775.
[21] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 9/300; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, 4/59; Süyûtî, Hüsnü’l-Maksıd, Sf: 64.
[22] Süyûtî, Hüsnü’l-Maksad fî Ameli’l-Mevlîd, Sf: 54-55.
[23] Hâkim, el-Müstedrek, No: 4465, 3/83; Ebû Dâvûd el-Müsned, Sf: 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, No: 3600, 2/16.
[24] İbnü’l-Cevzî, Mevlidü’n-Nebî, Sf: 58.
[25] Dihlevî, Mâ Sebete bi’s-Sünne fî Eyyâmi’s-Sene, Sf: 106.
[26] Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye, 1/27.
[27] Dihlevî, Füyûzü’l-Haremeyn, Sf: 80-81.
[28] Bursevî, Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Cilt: 19, Sf: 423.
[29] Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ, Cilt: 1, Sf: 439.
[30] Bursevî, Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Cilt: 19, Sf: 423.
[31] Dahlân, es-Sîretü’n-Nebeviyye ve’l-Âsârü’l-Muhammediyye, Sf: 53.
[32] Bursevî, Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Cilt: 19, Sf: 424.
[33] Seyyid Muhammed b. Alevî, el-İhtifâl bi Zikra’l-Mevlidi’n-Nebeviyyi’ş-Şerîf, Sf: 9-11.
[34] Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 2/193.
[35] Rûdânî, Cem’u’l-Fevâ’id, Hadis No: 6353; Taberânî, Mu’cemu´l-Kebîr, 4/213, No: 4167; Beyhakî, Delâilü´n-Nübüvve, 5/268; Heysemî, 8/217, No: 13830; Ibn-i Kesîr, Câmiʿu’l-Mesânid, 2/634, No: 2831.
[36] Muhammed en-Nevevî, Medâricu’s-Su’ûd, Sf: 25.
[37] Fethullâh el-Bennânî, Fethullâh fî Mevlid-i Hayr-i Halkıllâh, Sf: 143.
[38] Fethullâh el-Bennânî, Fethullâh fî Mevlid-i Hayr-i Halkıllâh, Sf: 157-158.
[39] Muhammed Nevevî el-Bintenî, Medâricu’s-Su’ûd İle’ktisâi’l-Bürûd, Sf: 19.
[40] Nebhânî, Cevâhiru’l-Bihâr, 4/385.
[41] Seyyid Muhammed b. Alevî, el-İhtifâl bi Zikra’l-Mevlidi’n-Nebeviyyi’ş-Şerîf, Sf: 11-14.
[42] Câ’fer ibn-i Hasen el-Berzencî, Ikdü’l-Cevher, Sf: 12-14; Seyyid Muhammed ibn-i Alevî el-Mâlikî, el-İhtifâl bi Zikra’l-Mevlîdi’n-Nebeviyyi’ş-Şerîf, Sf: 93-102.
[43] İbn Teymiyye, İktidâu’s-Sırâti’l-Müstakîm, Sf: 254.