الشرف المحتم فيما من الله به علي وليّه السيد احمد الرفاعي رضي الله عنه من تقبيل يد النبي صلى الله تعالى عليه وسلم
eş-Şerefü’l-Muhattem fîmâ Mennellâhü bihî alâ Veliyyihî es-Seyyîd Ahmed er-Rifâî Radıyallâhü Anhû min Takbîli Yedi’n-Nebiyyi Sallallâhü Aleyhi ve’s-Sellem
(Seyyîd Ahmed er-Rifâî Hazretleri’nin Hac Ziyâreti Esnâsında Peygamberimiz (S.a.v.)’in Mübârek Elini Öptüğüne Dâirdir)
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla!
Allah (C.c.)‘a hamdolsun. O, her şeye kâfîdir. Selâm, O’nun seçilmiş kulları üzerine olsun.
Hz. Peygamber‘in (S.a.v.) mübârek kabr-i şerîflerinden elini çıkarıp, büyük velî, meşhûr imâm, mevlâmız/sâhibimiz Seyyîd Ahmed er-Rifâî (K.s.) Hazretleri‘ne uzatması; böyle bir şeyin mümkün olup olamayacağı ve bu meşhûr rivâyete dâir senedlerin âlî/mûteber ve sahîh olup olmadığı ile ilgili bir sual vâki oldu. Mezkûr suale cevap olarak bu kitabı yazdım ve kitabın ismini: «eş-Şerefü’l-Muhattem fîmâ Mennellâhü bihî alâ Veliyyihî es-Seyyîd Ahmed er-Rifâî Radıyallâhü Anhû min Takbîli Yedi’n-Nebiyyi Sallallâhü Aleyhi ve’s-Sellem» olarak isimlendirdim.
Bu konuda ilk söyleyeceğim şey şudur: Yanımızda bulunan bu konuya dair mevcut delillerden dolayı, Rasûlullah (S.a.v.)‘in kendisi ve diğer sair peygamberlerin diri oldukları bizce (Ehl-i Sünnet) kesin olarak bilinmektedir. Bu durum, kesin delillerle desteklenmiştir. Buna dair rivâyetler sahih olup, konuyla ilgili haberler MÜTEVÂTİR derecesindedir. Şüphesiz enbiyânın hayatta olduklarına dair özel bir kitap yazdım ve o kitapta bununla ilgili delil ve haberleri aktardım. [Söz ettiği kitap, «İnbâü’l-Ezkiyâ bi-Hayâti’l-Enbiyâ» isimli eseridir]
Dilersen sana burada bu delillerin bir kısmını zikredeyim. Bu delillerden biri, İbrâhîm‘in «el-Hilye»de İbn Abbâs‘tan (R.a.) naklettiği şu hadistir:
“Hz. Peygamber (S.a.v.), İsâ Gecesi Mûsâ’nın (A.s.) kabrine uğradı. O (Mûsâ), kabrinde ayakta namaz kılıyordu.” [Müslim, Fezâil, 164]
Yine Ebû Ya’lâ (Rh.a.) da «el-Müsned»inde, Enes‘ten (R.a.) Rasûlullah‘ın (S.a.v.) şöyle dediğini nakletmiştir:
“Peygamberler diridirler, kabirlerinde namaz kılarlar.” [Ebû Ya’lâ, el-Müsned, 6/147]
Yüce Allah‘ın Peygamberimiz (S.a.v.) için peygamberlik ve şehidlik mertebelerini bir araya getirdiği, Buhârî ve Beyhakî‘nin, Hz. Âişe‘den (R.anhâ) naklettikleri şu hadisle de âşikârdır:
“Âişe (R.anhâ) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (S.a.v.), vefât ettiği hastalığı esnâsında şöyle diyordu: Hayber’de yemiş olduğum yemeğin/zehirli etin acısını hâlâ hissediyorum. Şu anda o zehirden dolayı damarlarım çekilmekte.” [Buhârî, Megâzî, 78]
Böylece, Hz. Peygamber (S.a.v.)’in diri ve hayatta olduğu yüce Allah’ın şu kavliyle sâbit olmuştur:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, bilakis Rab’leri katında diridirler. Allah’ın (bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde) rızıklanırlar.” [Âl-i İmrân, 3/169]
Peygamberler buna (diri olmaya), şehidlerden daha evlâdırlar/lâyıktırlar. Peygamberimiz (S.a.v.) ise tüm peygamberlerden daha evlâdır. Zira yüce Allah ona en üstün vasıfları, en parlak özellikleri lutfetmiştir.
Bütün peygamberlerin (öldükten sonra) diri olduklarına dair âlimler özel eserler yazmışlardır. Bizzat Hz. Peygamber bir grup peygamberden bahsederek onların namaz hâli içinde olduklarını haber vermiştir. Rasûlullah‘ın (S.a.v.) haberi doğrudur. Yine kendisine okuduğumuz salavâtların ona arzolunduğunu, selâmlarımızın ona ulaştığını, kendisine selâm edenlerin selâmına karşılık verdiğini haber vermiştir.
Bârizî‘ye, Peygamberimiz‘in (S.a.v.) vefatından sonra diri olup olmadığı soruldu. O, cevaben, Peygamberimiz‘in (vefatından sonra da) diri olduğunu söyledi.
Said b. Müseyyeb (R.a.), Harre vakası/olayı döneminde (Kazanılan savaştan sonra Yezîd’in tâlimatıyla Medine’nin üç gün boyunca Emevî askerleri tarafından talan edilmesi olayı) namaz vaktini, Hz. Peygamber‘in (S.a.v.) kabrinden duyduğu gizli uğultu ile anlardı.
Zübeyr b. Bekkâr, «Ahbârü’l-Medîne» adlı kitabında, Said b. Müseyyeb‘in şöyle dediğini nakletmektedir: “Harre olayı boyunca, insanlar (Medine’ye) geri dönünceye kadar, Rasûlullah’ın kabrinde sürekli ezan ve kâmet okunduğunu işitiyordum.”
İmâm Afîfüddîn el-Yâfiî (Rh.a.) şöyle demiştir: “Evliyâya öyle hâller verilir ki bu ahvâl içerisindeyken göklerin ve yerin melekûtunu seyrederler. Peygamberleri (bu hâldeyken) ölü değil, diri olarak görürler. Aynen Hz. Peygamber (S.a.v.)’in Mûsâ (A.s.)’yı kabrinde (diri olarak) gördüğü gibi.”
Yine (Yâfiî) şöyle demiştir: “Enbiyâ içinde mûcize olan bir şeyin, velî için kerâmet olarak vuku bulması câiz görülmüştür. Şu şartla ki (evliyâ kerâmet gösterirken) meydan okumaz. Bu hususu da câhil kimseden başkası inkâr etmez.” Peygamberlerin hayatta olduklarına dair ulemânın delilleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak biz bu kadarıyla yetiniyoruz.
Böylece (peygamberlerin) diri oldukları, konuşmalarının işitildiği ve onları görmenin mümkün olduğu sabit olunca; bu hususların velîler katında da vuku bulması sahih olur. Dolayısıyla Hz. Peygamber (S.a.v.)‘in elinin, efendimiz Seyyîd Ahmed er-Rifâî (R.a.) için (mübârek kabrinden) çıkması (uzatılması olayı) mümkündür. Bunda da doğru yoldan sapmış, ehl-i dalâlet sahibi ve Allah’ın kalbini mühürlediği MÜNÂFIKTAN BAŞKASI ŞÜPHEYE DÜŞMEZ! Zira bu meziyetin ve benzerlerinin inkârı durumu; devamlı mûcizenin ve açık kerâmetin ikrârı anlamına geleceğinden, sû-i hâtimeye (kötü sona) götürür. allah bizleri muhâfaza eylesin.
Bu olayın gerçek olduğunu bize Kâmiliyye imâmı Şeyhü’l-İslâm Şeyh Kemâleddîn haber verdi dedi ki, bize büyük âlim şeyhlerimizin şeyhi Şeyh Şemseddîn el-Cezerî haber verdi dedi ki, bize şeyhim imâm Şeyh Zeynüddîn el-Merâgî‘den haber verdi dedi ki, bize şeyhler şeyhi muhaddis, vâiz, fakih, kıraat ve tefsir âlimi, örnek ve büyük imâm Şeyh İzzeddîn Ahmed el-Fârûsî el-Vâsıtî, babası asil üstad yüce âlim Şeyh Ebû İshâk İbrâhîm el-Fârûsî‘den, o da babası fakihler ve muhaddislerin imâmı, büyük mutasavvıfların ve ilmiyle âmil âlimlerin şeyhi Şeyh İzzeddîn Ömer Ebü’l-Ferec el-Fârûsî el-Vâsıtî‘den (Kuddiset esrâruhum ecmaîn) haber vererek dedi ki:
555 (1160) yılında şeyhimiz sığınağımız, seyyidimiz Ebü’l-Abbâs el-Kutb el-Gavs Şeyh Seyyîd Ahmed er-Rifâî el-Hüseynî‘ye (R.a.) yüce Allah hac farizasını edâ etmeyi nasip ettiğinde ben de onunlaydım. Ahmed er-Rifâî, Medine’ye vardığında Rasûlullah‘ın (S.a.v.) ravzasının karşısında, o kalabalığın gözü önünde durarak, şöyle dedi:
“es-Selâmü aleyke (Allah’ın selâmı senin üzerine olsun) ey ceddim (dedem)!”
Bunun üzerine Rasûlullah (S.a.v.) (kabrinden) ona cevaben: “Ve aleyke’s-Selâm (Selâm senin de üzerine olsun) ey oğlum!” diye seslendi. Bu sesi mescidde bulunanların tamamı işitti. Bunun karşısında seyyidimiz Ahmed er-Rifâî, vecde geldi, titredi, rengi sarardı ve dizleri üzerine çöktü. Sonra ayağa kalkıp uzunca inleyip ağladı, “Ey Dedem!” diyerek şu şiiri okudu:
فِى حَالَةِ الْبُعْدِ رُوحِى كُنْتُ اُرْسِلُهَا
تُقَبِّلُ اْلأَرْضَ عَنِّى وَهِىَ نَائِبَتِى
“Uzaktayken rûhumu gönderiyordum,
Vekilim olarak öpüyordu toprağını.”
وَهٰذِهِ دَوْلُة اْلأَشْبَاحِ قَدْ حَضَرَتْ
فَامْدُدْ يَمِينَكَ كَىْ تَحْظَى بِهَا شَفَتِى
“İşte hayâllerin devleti burada şimdi,
Dudaklarım nasiplensin, uzat elini!”
Bu sözlerden sonra Hz. Peygamber (S.a.v.) o parlak ve mükerrem kabrinden mübârek ve şerefli elini ona uzattı. Seyyîd Ahmed er-Rifâî (K.s.), doksan bin (90.000) kişiye yakın olan kalabalık huzurunda o mübârek eli öptü. Bu sırada insanlar Rasûlullah (S.a.v.)’in şerefli eline bakıyorlardı. Mescidde hazır olan hacılar arasında; Şeyh Hayât b. Kays el-Harrânî, Bağdat’ta mûkim Şeyh Abdülkâdir el-Cîlî (Geylânî), Şeyh Hâmis (R.a.), Şeyh Adî b. Müsâfir eş-Şâmî ve diğerleri (Allah bizleri onların ilimlerinden faydalandırsın ve onlarla birlikte bizleri Hz. Muhammed’in tertemiz elini görmekle şereflendirsin) bulunuyordu. O gün Şeyh Hayât b. Kays el-Harrânî, Seyyîd Ahmed‘in tarîkat hırkasını giyerek O’nun ashâbı (müridleri) arasına girdi.
Başka bir tarikle de bu (olay) bize şöyle ulaşmıştır: Bize Şeyh Muhammed el-Alemî, Şeyh Ebü’r-Ricâ el-Yûnînî el-Ba’lebekkî‘den, o da Şeyh Abdullah el-Batâihî el-Kâdirî‘den, o da Şeyh Ali b. İdrîs el-Yakûbî‘den o da şeyhi kutbü’l-ferd (biricik kutub) Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, el-Bağdâdî‘den haber vererek dedi ki:
“Yüce Allah’ın Ahmed er-Rifâî’ye Hz. Peygamber’in (S.a.v.) mübârek elini öptürmek sûretiyle bahşettiği o kerâmet anında ben de oradaydım.”
Yâkubî: “Bunun üzerine şöyle dedim: Ey Seyyidim! Orada hazır bulunan zatlar, bu kerâmet üzerine onu kıskanmadılar mı?” Geylânî Hazretleri ağlayarak (veya bir müddet ağladıktan sonra) şöyle buyurdu: “Ey İbn İdrîs (Ey İdrîs’in oğlu)! Bu kerâmete ve O’na, mele-i a’lâ dahi gıpta etmiştir!”
Yine başka bir tarikle bu olay bize şöyle ulaşmıştır: Bize İmâm Kûsî (veya Kavsî), Hazine nâzırı Şeyh Kutbüddîn‘den, o da Şeyh Rüknüddîn es-Sincârî‘den, o da şeyhi Adiyy b. Müsâfir‘den ve onun hâdimi Şeyh Ali b. Mevhûb‘dan haber vererek o ikisinin şöyle dediklerini naklettiler:
“Haccettiğimiz sene, biz de Hz. Peygamber (S.a.v.)’in Mescid-i şeriflerinde bulunuyorduk. O sırada Şeyh Ahmed er-Rifâî (K.s.) Hazretleri Ravza-i Tâhirenin tam karşısında duruyordu. O anda bir şeyler söyledi ki yakınında bulunan bir grup söylediklerini zaptedip kayda geçirdiler. Şeyh hazretleri söylerini tamamlar tamamlamaz Rasûlullah (S.a.v.)’in mübârek eli ona doğru uzandı. O da hemen mübârek eli öptü. Biz de o anda orada bulunanlarla beraber olayı izliyorduk.”
Ardından Şeyh Ali b. Mevhûb şöyle devam ediyor: “Olay gözümün önüne geldi. Vallâhi mübârek kabirden bembeyaz, düzgün ve parmakları uzunca bir el çıktı. Sanki etrafa ışık saçan bir şimşek gibiydi. Sanki şimdi oradayım. Mescitte bulunanlar olayın dehşetinden neredeyse yalpalanıp yere yığılıyorlardı. Başlarına gelen dehşet, şaşkınlık, korku ve Hz. Muhammed (S.a.v.)’in gücü nedeniyle neredeyse insanlar düşüp öleceklerdi. Bütün bölge, insanların tekbirleri ve Hz. Peygamber (S.a.v.)’e ettikleri salât sesleriyle oturup kalktı!”
Bilindiği gibi bu mübârek menkıbe, Müslümanlar arasında TEVÂTÜR derecesine ulaşmış, sayısız ve sahih senetlerle rivâyet edilmiş, Râvîleri de (hep aynı şeyi söylemek sûretiyle) ittifak etmişlerdir. Mââzallâh, bu olayı inkâr etmek NİFÂK/MÜNÂFIKLIK alâmetlerindendir.
«FÂİDE»
Söz konusu olay, kendisinin ve orada bulunanların Hz. Peygamber (S.a.v.)’i görmelerini sağladığı için, Şeyh Ahmed er-Rifâî Hazretleri sahâbeden sayılır mı? Sorusunun cevâbı şudur:
Her ne kadar farklı görüşler varsa da şeyhlerimizin kabul ettiği sahih görüşe göre sahabeden sayılmazlar. Sehâvî, Ferrâ ve diğer bazı âlimler de bu görüştedir.
Çünkü buradaki hüccet ve delil, Hz. Peygamber (S.a.v.)’in diri ve hayatta olmasıdır. Ancak söz konusu hayat dünyevî olmayıp uhrevîdir ve dünyaya ait hükümler buna dayandırılamaz.
Kesin olarak sâbit olmuştur ki Seyyîd Ahmed er-Rifâî (K.s.) Hazretleri vefât edeceği sene ikinci defa hacca gidip temiz tâhir kabri ziyâret edip (O’na salavâtların en fazîletlisi olsun) boynu bükük ve sükûnet içerisinde şöyle dediği sabit olmuştur:
اِنْ قِيلَ زُرْتُمْ بِمَا رَجَعْتُمْ
يَا اَكْرَمَ الرُّسُلِ مَا نَقُولُ
“Derlerse ki ziyâret ettiniz, peki neyle döndünüz?
Ey rasûllerin en yücesi, ne deriz?”
Bunun üzerine kabr-i şeriften, mübârek mescitte bulunan herkesin duyduğu bir ses zuhûr edip şöyle buyurdu:
قُولُوا رَجَعْنَا بِكُلِّ خَيْرٍ
وَاجْتَمَعَ الْفُرُوعُ وَاْلُاصُولُ
“Bütün hayırlarla geri döndük, deyiniz,
Fürû ile usûl bir araya geldi, deyiniz!”
Bu olayda herhangi bir gariplik/şaşıracak bir şey yoktur. Zira Rasûlullah (S.a.v.) herkese kendi diliyle hitap ederdi. Nitekim belirlilik takısı olan «Elif ve Lâm» harfleri yerine «Elif ve Mîm» harflerini kullanarak, Himyer lehçesiyle, “Yolculukta esnâsında oruç tutmak iyi midir?” diye soru soran Himyerli‘ye yine onların tarzıyla cevap vermesi mâlum ve meşhûrdur. Dolayısıyla Rasûlullah (S.a.v.)’in Seyyîd Ahmed er-Rifâî (K.s.) Hazretleri‘ne verdiği cevap da bu kabildendir. Bunu böylece anla!
Benim (Süyûtî) bu konudaki inancım şudur: Hiç şüphesiz yüce Allah’ın kendisine bu kerâmeti ihsân etmiş olduğu seyyîdimiz Ahmed er-Rifâî; sağlam ulu bir dağ, cömert ve müsâmaha sahibi bir kahraman, yiğit bir hüccet, büyük bir velî, sünnet denizlerinden coşkun bir deniz, senet olan bir seyyid idi. Bu kavmin (Rifâîlerin) tarîkat riyâseti ona ulaşır. Âlimler (ulemâ) ve velîler (evliyâ), onun yüceliği konusunda icmâ/fikir birliği etmişlerdir. Çağdaşı olan herkes, onun takdim ve tekaddümü konusunda görüş birliği etmişlerdir. Çağının büyük önderleri onun irşâd sancağı altında yürümüşler ve böylece Rasûlullah (S.a.v.)’e tâbi olmuşlardır. Kendisi (Rifâî) Peygamber kademi (meşrebi) üzere olmuştur. Tevâzu ve en güzel ahlâk O’nda birleşmiştir.
هَيْهَاتَ اَنْ يَاْتِىَ الزَّمَانُ بِمِثْلِهِ
اِنَّ الزَّمَانَ بِمِثْلِهِ لَبَخِيلٌ
“Zaman nereden getirecek onun bir benzerini,
Elbette cimridir zaman getirmeye onun gibisini!”
Yüce Allah bizleri O’nun ilimlerinden, mededlerinden/imdâdından, hâlinden ve irşâdından faydalandırsın! Yüce Allah bizleri onun kardeşleri olan Allah dostlarıyla birlikte Hz. Peygamber (S.a.v.)’in sancağı altında bulunanlardan eylesin!
Selâm, gönderilen peygamberler üzerine olsun.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a olsun.
ÂMÎN!