Şüphesiz ki Peygamber‘in (S.a.v.) hidâyet yolunun araştırılması her Müslüman için en önemli bir görevdir. Bu araştırma aynı zamanda da çok önemli hedefleri de içerir. Bu hedeflerin en önemlileri ise Rasûlullah‘ın (S.a.v.) şahsiyetini, davranışlarını, sözlerini ve takrirlerini (onayladığı işlerini) öğrenerek onun şahsiyetini tanıma, Müslüman’a Hz. Peygamber‘in (S.a.v.) sevgisini kazandırma, var olan sevgiyi artırma ve Rasûlullah (S.a.v.) ile birlikte cihâd eden ashâb-ı kirâmın yaşantısını tanıtmadır. Dolayısıyla bu araştırma Peygamber‘in (S.a.v.) sevgisi ile birlikte her Müslüman’a sahâbe sevgisini de kazandıracak ve Müslümanları onların yolunda yürümeye davet edecektir.
Şüphesiz ki, Peygamberimiz‘in sîreti; onun çocukluğu, gençliği, dâveti, cihâdı, sabrı ve düşmana karşı kazandığı zaferleri başta olmak üzere doğumundan vefatına kadarki hayatının bütün evrelerini kapsar. O‘nun (S.a.v.) hayatını incelediğimizde; bir eş olarak, bir baba olarak, askerlerini tanzim eden bir komutan olarak, ordu içerisinde yer alan bir savaşçı olarak, yönetici ve siyâsetçi olarak, eğitimci, dâvetçi ve zâhit insan olarak, adâlet dağıtan bir hâkim olarak yaptığı uygulamaları görmekteyiz. Buna göre her Müslüman aradığını Peygamber‘in (S.a.v.) sîretinde bulacaktır.
Dolayısıyla bir dâvetçi; bununla beraber dâvânın üslûb ve aşamalarını Rasûlullah‘ın (S.a.v.) sîretinde bulacak, her aşamaya uygun araçları tanıyacak, insanlarla olan ilişkilerinde ve onları İslâm’a dâvet etme konusunda ondan istifâde edecek; Rasûlullah‘ın (S.a.v.) i’lâ-yi kelîmetullah (إعلاء كلمة الله) için sarf ettiği büyük gayretin, engelleri aşmada ve zorluklara karşı direnmedeki davranış biçiminin, şiddet ve fitneler karşısındaki tutumunun ne olduğunun şuûruna varacaktır.
Eğitimci; eğitim alanındaki Nebevî dersleri ve Rasûlullah‘ın (S.a.v.) genelde bütün insanlar, özelde de kendisinin bizâtihi terbiye ettiği, inâyetiyle koruduğu, onlardan emsalsiz Kur’ân neslini çıkardığı, Allah‘a (C.c.) îmân edip iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran insanlar için en hayırlı ümmeti onlardan oluşturduğu ashâb-ı kirâmın üzerindeki tesirini «Nebevî Sîret»te bulacaktır.
Savaşan bir komutan; orduları, halkları, kabileleri ve ümmeti nasıl sevk ve idâre edeceğine dair ilkeleri Rasûlullah‘ın (S.a.v.) sîretinde bulacak, bu hususlarda onun takip ettiği sağlam düzeni ve ince programı onun hayatında görecektir. Yine onun hayatında gerek planlama hususundaki açık örnekleri ve gerekse yürütme hususunda dikkat ettiği hususları bulacak, asker ile komutan arasında ve yöneten ile yönetilenler arasında şura prensibini uygulayabilmek ve adâlet ilkelerini yerleştirmek için Rasûlullah‘ın (S.a.v.) gösterdiği özeni görecektir.
Siyâsetçi olan bir kişi; Rasûlullah‘ın (S.a.v.) sîretinde dış cephesiyle Müslüman olduğunu ilân edip küfrünü ve Peygamber‘e karşı beslediği kinini gizleyerek sürekli olarak Allah Rasûlü‘nün aleyhine çalışan münâfıkların lideri Abdullah ibn Übey ibn Selül gibi sapık siyâsetçilere ve en gaddar düşmanlarına karşı nasıl davrandığını, İbn Selül’ün Rasûlullah‘ı (S.a.v.) zayıf düşürmek ve insanları ondan nefret ettirmek amacıyla kurduğu komploları nasıl tezgâhladığını, onun zât-ı şerîfini incitecek yaygaraları nasıl yaydığını ve bütün bunlara rağmen Rasûlullah‘ın (S.a.v.) ona nasıl muamele ettiğini görecek, hem ona hem de beslediği kine karşı nasıl sabrettiğini öğrenecektir. Rasûlullah‘ın (S.a.v.) takip ettiği ince siyâset sayesinde İbn Selül’ün gerçek yüzü ortaya çıkmış ve başta en yakınları olmak üzere bütün insanlar nefretle onu terk etmiş ve Rasûlullah‘ın liderliği etrafında toplanmışlardır.
Âlimler; Allah-ü Teâlâ‘nın yüce kitabını anlamalarına yardımcı olacak, bilgileri Rasûlullah (s.a.v.)‘in siretinde bulacaklar. Zira Peygamber (s.a.v.)‘in sireti, pratikte Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiridir. Onda nüzul sebepleri ve pek çok âyet-i kerimenin tefsiri bulunmaktadır.
Rasûlullah (s.a.v.)‘in sireti; âyetlerin mânâsını anlamaya, âyetlerden hüküm çıkarmaya ve olaylarla iç içe yaşamaya, dolayısıyla âyetlerdeki şer’i hükümleri ve şer’i siyasetin prensiplerini çıkarmaya yardımcı olmaktadır.
Âlimler; Rasûlullah (s.a.v.)‘in siretinden değişik İslâmî ilimlerde doğru bilgileri elde ederek, nasih-mensuh ve diğer ilimleri idrak etmenin yanı sıra onunla İslâmî ruhun ve yüksek hedeflerin lezzetini bulacaklardır.
Zâhidler; Rasûlullah (s.a.v.)‘in siretinde zühdün mânâsını, gerçeğini ve hedefini, tüccarlar da ticaretin hedeflerini, yollarını ve nizamını bulacaklardır.
Musibetzedeler; Sabır ve dayanıklılığın en yüksek derecelerini onun hayatından öğreneceklerdir. Dolayısıyla İslâm davası yolunda yürürken azimleri güçlenecek, Allah-ü Teâlâ‘ya olan güvenleri artacak ve akıbetin (sonucun) takva ehlinde olduğuna içtenlikle inanacaklardır.
Ve bütün ümmet; Rasûlullah (s.a.v.)‘in siretinden üstün edepleri, güzel ahlâkı, sağlam akideyi, doğru ibadeti, yüksek ruhu, kalbin temizliğini, Allah yolunda cihad sevgisini ve O’nun yolunda şehit olma arzusunu öğrenecektir. Bütün bu anlatılanlardan dolayıdır ki, Hasan oğlu Ali şöyle demiştir:
“Bize Kur’ân’dan sureler öğretildiği gibi Rasûlullah (s.a.v.)’in gazveleri de öğretilirdi.”
Vâkidi, Muhammed b. Abdullah‘ın şöyle dediğini naklediyor: “Amcam Zührî’yi şöyle söylerken işittim: Meğâzi ilminde hem dünya hem de âhiret ilimleri bulunmaktadır.”
İsmail ibn Muhammed İbn Sa’d İbn Ebî Vakkâs şöyle demektedir: “Benim babam Rasûlullah (s.a.v.)’in meğazilerini bize sayarak öğretiyordu ve şöyle diyordu: Bunlar sizin ecdadınızın eserleridir, unutmayın, zayi etmeyin.” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/224)
Şüphesiz Rasûlullah (s.a.v.)‘in siretinin okunması ve araştırılması, ümmeti terbiye etmek ve devleti ikame etmek konularında âlimlere, komutanlara, fakihlere ve yöneticilere ışık tutmakta; İslâm’ın ve Müslümanların tekrar eski azametli günlerine dönmelerini sağlayacak yolu tanımalarına yardımcı olmaktadır. Bu ise Müslümanların ilerleme ve gerileme sebeplerinin bilinmesiyle mümkündür. Böylece fertlerin terbiyesi, Müslüman cemaatin yapılandırılması, toplumun ihyası ve devletin kurulması hususlarında Rasûlullah (s.a.v.)‘in fıkhıyla tanışacaklardır.
Rasûlullah (s.a.v.)‘in siretini okuyan ve araştıran her Müslüman; Rasûlullah‘ın davadaki hareketi, geçtiği aşamaları, davaya savaş açan müşriklerin izledikleri metotların karşısındaki kudretini, Habeşistan hicretinin ince planını, Taif ehlini ikna çabasını, panayır (fuar) ve hac mevsimlerinde kalplere davayı arz etmesini, Ensar’ı tedricen İslam’a davet etmesini ve sonradan Medine’ye olan mübarek hicretini görecektir.
Şüphesiz başlangıcından sonuna kadar ön hazırlıklarından sonrasında cereyan eden hadiselere kadar hicret olayında tefekkür ederek planlama ve yürütmedeki maharet ve inceliği gören bir kimse, Rasûlullah (s.a.v.)‘in hayatında vahiy ile doğrultulmuş planlamayı ve Müslüman’dan talep edilen her şeyde planlamanın sünnetten ve ilâhî tekliften bir parça olduğunu idrak edecektir.
Şüphesiz ki her Müslüman, Nebevî Metot’tan ; savaş yapmayı ve mücadeleyi, yönetme sanatlarını, her aşamayı idare etmeyi ve bir merhaleden diğer bir merhaleye geçişteki maharet ve profesyonelliğin yanı sıra Rasûlullah (s.a.v.)‘in Yahudi, münafık, kâfir ve Hristiyanlardan oluşan güçlere karşı nasıl davrandığını ve Allah‘ın tevfiki ve yüce Allah‘ın Kur’ân-ı Kerîm’de beyân ettiği zaferin şart ve sebeplerine bağlı kalarak o güçlere karşı nasıl galip geldiğini öğrenecektir.
Bu ümmeti iktidara getirmenin, izzet, şeref ve itibarını iade etmenin ve Allah‘ın şeriatını hâkim kılmanın ancak Nebevî yola bağlı kalmakla gerçekleşeceğine dair köklü bir kanaate sahibiz. Allah-ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“De ki: ‘Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenendir (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir (görevleri yerine getirmek). Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber’e düşen, sadece açık seçik duyurmaktır.” (Nûr, 54)
Bu âyet-i kerîme, yeryüzünde iktidar olma yolunun Peygamber‘e ittiba etmekten geçtiğini açıkça beyân etmekte, ondan sonraki âyetlerde iktidarı dile getirmekte ve iktidar şartlarını ifade etmektedir. Allah-ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah, sizlerden îmân edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını (yeryüzünün iktidarını onlara vereceğini), onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır. Namazı kılın, zekatı verin. Peygamber’e itaat edin ki merhamet göresiniz.” (Nûr, 55-56)
Rasûlullah (s.a.v.) ve Ashâbı (r.anhüm), yeryüzünde yer edinmek ve iktidar olmak için bütün şartları yerine getirdiler; taşıdığı bütün mânâları ve bütün rükünleriyle îmânı gerçekleştirdiler. Her çeşidiyle iyi amelleri işlediler. Hayrın her çeşidine haris oldular. Hayatlarının her alanında kapsamlı bir ubudiyet ile Allah‘a ibadet ettiler. Şirkin her çeşidiyle, her şekliyle ve şirkte saklı olan her şeyle savaştılar. Hem fert hem de cemaat bazında maddi ve mânevî iktidar olmak ve yer edinmek için bütün sebeplere sarıldılar. Ta ki, Medine‘de devletlerini kurana kadar… Bundan dolayıdır ki Allah‘ın dinini bütün halkların ve ümmetlerin arasında yaydılar.
Bugün Müslümanların, yeryüzünde yaşayan halkların evrensel liderliğinden geri kalmaları, ilâhî mesajı unutup layık oldukları yerden düşen, gerek ilmî ve gerek pratik (amelî) alanlarda kaynağını hayallerden oluşan korkunç birikintilerle karıştıran, Rabbânî sünnetleri ihmal eden ve yeryüzünde yer edinme ve iktidar olma düşüncesinin hayâlî şeylerle mümkün olacağını sanan bir kavim için mantıkî bir sonuçtur.
Şüphesiz Müslümanların başına gelen bu îmânî zafiyet, rûhî kuruntu, fikrî karışıklık, psikolojik sarsıntı, zihnî dağınıklık ve ahlâkî çöküntünün tek sebebi, ümmet ile Kur’ân-ı Kerîm, Rasûlullah (s.a.v.)‘in sünneti, Râşit Halîfelerin devri ve değerli tarihimizdeki parlak ve aydınlatıcı noktaların arasında oluşan boşluğun ta kendisidir.
Kur’ân-ı Kerim’den, Nebevî yoldan ve Râşid Halîfelerin siretinden tamamıyla uzak oldukları halde ortaya çıkıp İslâm namına konuşan birçok insanı görmüyor musunuz? Onlar, batı medeniyeti karşısında psikolojik hezimetin sonucunda konuşmaları arasına yeni terimler ve sulandırılmış mânâlar yerleştirdiler. Kelime oyunu yaparak konuları gerçek mânâsından saptırıyor, saatlerce konuşuyor, makaleler yayınlıyorlar, ahkâm kesiyorlar. İnsan, kâinat, hayat ve hayat felsefesi hakkında, değişik konularda kitaplar yazıyorlar. Onların konuşma ve makalelerinde Kur’ân-ı Kerim’den, Nebevî Metod’tan, peygamberlerin halklarını davet etmelerinden, yeryüzünde yer edinme ve iktidar olma fıkhından (Fıkhu’n-Nasr ve’t-Temkin) ve halkların değişimi ile devletleri kurma meselelerinde Allah’ın sünnetlerini kavrama hususunda –neredeyse- hiçbir gayretleri olmamıştır. Hatta Nûreddin Zengî, Selâhaddîn-i Eyyûbî, Yûsuf b. Tâşfîn, Gazneli Mahmûd ve Muhammed Fâtih gibi ümmeti terbiye etme ve devleti kurma konularında Nebevî Metod üzere yürümüş komutanların dönemlerinde ümmetin yükseliş ve kalkınma faktörlerini de bize sunmaları için şanlı tarihimizi enine boyuna araştırdıklarına dair bir esere de rastlamak mümkün değildir.
Onlar, ilâhî vahiyden ve Rabbânî metottan çok uzak olan doğulu veya batılı bazı siyasetçileri, düşünürleri ve kültürlü insanları delil gösterirler ve örnekleri onların hayatlarından misal göstermek suretiyle verirler.
Tabi ki biz, başka halkların ve ümmetlerin tecrübelerinden istifade etmeye karşı çıkan kimselerden değiliz. Zira hikmet Müslüman’ın yitik malıdır, nerede bulursa onu almalıdır. Ama Rabbânî metodu bilmeyen veya bilip de bilmezden gelen, dersler ve ibretlerle dolup taşan bu azametli ümmetin tarihini unutarak Kur’ân-ı Kerim’in nûrundan ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) şerefli sünnetinden uzak görüşlere sahip olan, heva ve hevesleriyle şuurlu Müslümanların oturmaları gereken makamlara oturmaya çalışanlara karşıyız.
İbnü’l-Kayyim ne güzel söylemiştir: “Allah’a yemin olsun ki, günahlardan korkum yoktur. Çünkü günahlar af ve mağfiret yolu üzerindedirler. Ancak ben bu vahyin ve Kur’ân’ın hâkim kılınması hususunda, kalplerin ondan soyutlanmasından ve adamların görüşlerine, ve görüşlerinden kaynaklanan kuruntulara rıza göstermekten korkarım. Rahman olan Allah’ın minnetiyle o olmasın..”
Biz, ümmeti terbiye etme ve şer’î devleti kurma konusunda Nebevî Metod’un halklarda, ümmetlerde ve devletlerde sünnetullahı/Yüce Allah’ın değişmez kanunlarını ve O’nun davasını omuzlayarak insanların dünyasına giren Rasûlullah’ın (s.a.v.) halklara, ümmetlere nasıl davrandığını, devletler arası ilişkilerde nasıl muamele ettiğini tanımaya son derece muhtacız.
Ta ki davamızda ve dinimizi yeryüzünde yerleştirmede Rasûlullah’ın (s.a.v.) sünnetiyle doğru yolu bulalım ve o yolda yürüyelim. Kök ve dallarını Rabbimizin kitabından ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) sünnetinden alarak sağlam bir metodun üzerine temel atalım.
“Andolsun ki Allah’ın Rasûlü, sizin için, Allah ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzâb, 21)