DÜRR-U MEKNÛN KASÎDESİ – İMÂM EBÛ HANÎFE (rh.a.)

İmâm-ı Azâm (Rh.a.)‘ın Rasûlullah (S.a.v.)‘in kabr-i şerifini ziyareti esnâsında birden kendisine gelen ilhâm yolu ile O’na “Ey Efendiler Efendisi” diye hitapta bulunmuş daha sonra O’na yakınlaşmaya vesîle olması ve yanında okuması için bir kasîde yazmıştır. Birgün Efendimiz (S.a.v.)‘i ziyaretinde kendisinden başka kimsenin duymayacağı şekilde okumuş. Ziyaretten sonra Medine-i Münevvere müezzininin kendi kasidesini irâd ederken görünce şaşırıp baka kalmış ve sormuş:

-Bu kaside kime aittir? Müezzin:
-Ebû Hanîfe Nû’man ibni Sâbit’indir.

Onu tanıyor musun?
-Hayır.

-Öyle ise bu kasideyi kimden öğrendin? Müezzin dedi ki:

-Rüyâmda Ebû Hanîfe’nin bu kasîdeyi Peygamberimiz (S.a.v.)’in huzûrunda okuduğunu gördüm ve bunu ezberledim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.a.v.) kasideyi minarelerden okumamı istedi.

Bu sözler üzerine İmâm-ı Âzam (Rh.a.)‘ın gözlerinden yaşlar boşandı.


İmâm Nesefî (Rh.a.)‘a âit «Tuhfe» isimli eserde zikredildiği üzere; Şemsü’l Eimme İmâm Hulvânî (Rh.a.)‘dan şöyle nakledilmiştir:

“Vakıa (rüya)mda İbni Abbâs (R.a.) buyurdu ki: Müctehidlerin sultanı, Rahman Te’âlâ’nın dostu Ebû Hanîfe Nu’man ibni Sâbit (Rh.a.), Resul-ü Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem (S.a.v.) Efendimiz Hazretleri’ni mübârek Ravza-ı Mutahhara’da bir kaside ile medh eylemiştir ki bu kasideye: «Dürr-u Meknûn/Saklı İnci» ismi verilmiştir.

Bu kasîdenin bir takım fazîlet ve havassı vardır:
1- Her sabah-akşam mukaddes Ravza’nın hizmetçileri olan melekler ve Kerûbiyân (Kürsi’yi tavaf eden melekler) bu kasîde-i şerîfeyi sabah-akşam kıraat ederler (okurlar).
2- Bu kasîdeyi okumaya devam edenlere âfetler, kaza ve belâlar vurmaz.
3- Düşmanlarını sevindirecek bir kötülükle karşılaşmazlar.
4- Mevt-i füc’e (âni ölüm)den emîn olurlar.
5- Bulunduğu eve ocağa tâun (veba) gibi bulaşıcı hastalıklar girmez.
6- Okuyana ve bulunan yere sihir kâr etmez (büyü işlemez).
7- Müdâvimlerinin gönlü sevinç ve ferahla dolar.
8- Günahları mağfur olur (bağışlanır).
9- Her ne murad için yedi gün birbiri peşine müdavemet olunsa (ara vermeden devam eidlirse) murad hasıl olur (istenen şey gerçekleşir).


İşte İbn Abbâs (R.a.) bana bunları anlatmıştı ki, ben uyandım. O zamana kadar bu kasideden haberdâr olmadığım için Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’de aradım. Akıbet, Bağdat’ta kâmil bir şeyhin yanında buldum. O şeyh-i kâmil de duyulmamış diğer bazı özelliklerini bana nakletti.

1- Sadâkatle okuyana son nefeste îmân nasip olur.
2- İhlâsla okumaya devam eden hiç fakirlik görmez.
3- Şevk ile kıraatine devam edene kem göz ve nazar isâbet etmez.
4- Hâlisâne okuyana mekir, hile ve tuzak işlemez.
5- Bir memlekete genel bir felâket isabet etse, bu kasîde hâlisâne okununca Allah-ü Teâlâ onu defeder.
6- Okuyan kişinin bütün amelleri makbul olur.
7- Kasîdenin akabinde yapılan her dua kabul olur.


Ömrüm oldukça ben de onu okumaya müdâvemet edeceğimi nezrettim (adadım).”


İMÂM EBÛ HANÎFE (rh.a.)‘NİN “DÜRR-U MEKNÛN KASİDESİ” TERCÜMESİ

يَا سَيِّدَ السَّادَاتِ جِئْتُكَ قَاصِدًا
أَرْجُو رِضَاكَ وَاَحْتَمِي بِحِمَاكَا

1- Ey Efendiler Efendisi! Kasıt ve azimle geldim sana,
Rızânı umarak koruna sığınıp, girdim korumana!

وَاللّٰهِ يَا خَيْرَ الْخَلَائِقِ اِنَّ لِى
قَلْبًا مَشُوقًا لَا يَرُومُ سِوَاكَا

2- Vallâhi ey halkın en hayırlısı! Şüphesiz vardır benim,
Senden gayrini istemeyen, şevk dolu bir kalbim!

وَبِحَقِّ جَاهِكَ إِنَّنِى بِكَ مُغْرَمٌ
وَاللهُ يَعْلَمُ أَنَّنِى أَهْوَاكَا

3- Câhın hakkı için, gerçekten ben sana tutkunum,
Allah biliyor ki, muhakkak ben sana meftûnum!

أَنْتَ الَّذِى لَوْلَاكَ مَا خُلِقَ امْرُؤٌ
كَلَّا وَلَا خُلِقَ الْوَرَى لَوْلَاكَا

4- Sensin o ki; sen olmasaydın, hiç kimse yaratılmazdı,
Asla! Sen olmasaydın, kâinat da halkolunmazdı.

أَنْتَ الَّذِى مِنْ نُورِكَ الْبَدْرُ اكْتَسَا
وَالشَّمْسُ مُشْرِقَةٌ بِنُورِ بَهَاكَا

5-
Sen o zatsın ki; ay, senin nûrundan kisveye büründü,
Güneş de senin güzelliğinin nûruyla parlak göründü!

أَنْتَ الَّذِى لَمَّا رُفِعْتَ إِلَى السَّمَاءِ
بِكَ قَدْ سَمَتْ وَتَزَيَّنَتْ لِسُرَاكَا

6- Sen semâya/göğe yükselince O da (Hz. Îsâ el-Mesîh) yükseldi,
Ve seni karşılamak için süslendi.

أَنْتَ الَّذِى نَادَاكَ رَبُّكَ مَرْحَبًا
وَلَقَدْ دَعَاكَ لِقُرْبِهِ وَحَيَاكَا

7- Sensin o ki; Rabbin sana: “Merhabâ/Hoş geldin” diye nidâ etti,
Ve seni selamlayarak muhakkak ki yakınlığına dâvet etti!

أَنْتَ الَّذِى فِينَا سَأَلْتَ شَفَاعَةً
نَادَاكَ رَبُّكَ لَمْ يَكُنْ لِسِوَاكَا

8- Sensin o ki bizim hakkımızda şefâat diledin,
Rabbinden, kimseye olmayan nidâyı hak ettin!

أَنْتَ الَّذِى لَمَّا تَوَسَّلَ آدَمُ
مِنْ زَلَّةٍ بِكَ فَازَ وَهُوَ أَبَاكَا

9- Sen ki; Âdem (A.s.) ne zaman seninle tevessülde bulundu,
Baban olduğu hâlde zellesinden seninle kurtuldu!

وَبِكَ الْخَلِيلُ دَعَا فَعَادَتْ نَارُهُ
بَرْدًا وَقَدْ خَمِدَتْ بِنُورِ سَنَاكَا

10- Halîl (İbrâhîm) (A.s.) senin hürmetine dua edince, ateşi serine döndü,
Gerçekten ateş senin parlak nûrunla kül gibi söndü.

وَدَعَاكَ أَيُّوبٌ لِضُرٍّ مَسَّهُ
فَأُز۪يلَ عَنْهُ الْضُرُّ ح۪ينَ دَعَاكَا

11- Eyyûb (A.s.) sana dua etti, başına bela gelince,
Hemen zararı giderildi, sana dua edince.

وَبِكَ الْمَس۪يحُ أَتٰى بَش۪يرًا مُخْبِرًا
بِصِفَاتِ حُسْنِكَ مَادِحًا لِعُلَاكَا

12- Mesîh (Îsâ) (A.s.) müjdeni getirdi,
Güzel sıfatlarınla yüceliğini methetti.

وَكَذَاكَ مُوسٰى لَمْ يَزَلْ مُتَوَسِّلًا
بِكَ فِى الْقِيَامَةِ مُحْتَمٍ بِحِمَاكَا

13- Böylece Mûsâ (A.s.) da daima seninle mütevessil,
Kıyâmette sana sığınıp senin himâyene dâhil.

وَالْاَنْبِيَآءُ وَكُلُّ خَلْقٍ فِى الْوَرٰى
وَالرُّسْلُ وَالْاَمْلَاكُ تَحْتَ لِوَاكَا

14- Yaratılanların tümü ve bütün peygamberler,
Senin “Livâü’l-Hamd”inin/sancağının altındadır, Rasûller ve melekler.

لَكَ مُعْجِزَاتٌ أَعْجَزَتْ كُلَّ الْوَرٰى
وَفَضَآئِلٌ جَلَّتْ فَلَيْسَ تُحَاكَا

15- Senindir tüm yaratıkları âciz bırakan mû’cizeler,
Senindir adedi anlatılamayacak büyük faziletler.

نَطَقَ-تْ-طَعَامٌ-الذَّرَاعُ بِسُمِّه۪ لَكَ مُعْلِنًا
وَالضَّبُّ قَدْ لَبَّاكَ ح۪ينَ أَتَاكَا

16- Yemek zehirli olduğunu söyleyip sana ilân etti,
Kertenkele de sana kavuşunca muhakkak telbiye etti.

وَالذِّئْبُ جَآءَكَ وَالْغَزَالَةُ قَدْ أَتَتْ
بِكَ تَسْتَج۪يرُ وَتَحْتَم۪ى بِحِمَاكَا

17- Kurt sana geldi, ceylan sana koştu,
Sana iltica edip himâyene kavuştu.

وَكَذَا الْوُحُوشُ أَتَتْ إِلَيْكَ وَسَلَّمَتْ
وَشَكَا الْبَع۪يرُ إِلَيْكَ ح۪ينَ رَاٰكَا

18-
Yine böylece vahşi hayvanlar sana gelip selâm etti,
Deve de seni görünce huzuruna koşup şikâyet etti.

وَدَعَوْتَ أَشْجَارًا أَتَتْكَ مُط۪يعَةً
وَسَعَتْ إِلَيْكَ مُج۪يبَةً لِنِدَاكَا

19- Ağaçları davet ettin, sana geldiler itaat ederek,
Hepsi de sana koştular, nidâna icâbet ederek.

وَالْمَآءُ فَاضَ بِرَاحَتَيْكَ وَسَبَّحَتْ
صُمُّ الْحَصٰى بِاْلَفْضِل ف۪ى يُمْنَاكَا

20- Sular taştı bolca senin ellerinde,
Nice taş tesbih etti, o sağ elinde.

وَعَلَيْكَ ظَلَّلَتُ الْغَمَامَةُ فِى الْوَرٰى
وَالْجِذْعُ حَنَّ إِلٰى كَر۪يمِ لِقَاكَا

21- Âlem içinde bir parça bulut seni gölgeledi,
Hurma dalı da, senin kıymetli likana özlem çekti.

وَكَذَاكَ لَا أَثَرٌ لِمُش۪يكَ فِى الثَّرٰى
وَالصَّخْرُ قَدْ غَاصَتْ بِه۪ قَدَمَاكَا

22- Yürüme izin çıkmazdı, yumuşak toprakta,
Ayakların batarak iz yapardı sert taşta.

وَشَفَيْتَ ذَا الْعَاهَات مِنْ أَمْرَاضِه۪
وَمَلَاْتَ كُلَّ الْاَرْضِ مِنْ جَدْوَاكَا

23- Hastalara dertlerinden şifâ verdin,
Tüm yeryüzünü ihsânına gark ettin.

وَرَدَدْتَ عَيْنَ قَتَادَةَ بَعْدَ الْعَمٰى
وَابْنَ الْحُصَيْنِ شَفَيْتَهُ بِشِفَاكَا

24- A’mâ/kör olan Katâde (R.a.)’nin gözünü iâde ettin,
İbn Husayn’a da devan ile sen şifâ verdin.

وَكَذَا خُبَيْبًا وَابْنَ غَفْرَا بَعْدَ مَا
جَرُحَاشَفَيْتَهُمَا بِلَمْسِ يَدَاكَا

25- Hubeyb ve İbni Afrâ yaralandıktan sonra,
Sen onlara şifâ verdin elinin dokunmasıyla.

وَعَلِىٌّ مِنْ رَمَدٍ بِه۪ دَاوَيْــتَــهُ
ف۪ى خَــيْــبَــرَ فَشَفٰى بِط۪يبِ لَمَاكَا

26- Ali’ye devâ verdin Hayber’de göz derdinden,
O hemen şifâ buldu senin temiz tükürüğünden.

وَسَأَلْتَ رَبَّكَ ف۪ى إِبْنِ جَب۪يرٍ بَعْدَمَا
أَنْ مَاتَ أَحْيَاهُ وَقَدْ أَرْضَاكَا

27- Rabbinden istedin vaktâ ki Câbir (R.a.)’in oğlu vefat etti,
Ölümünden sonra dirilterek Rabbin seni râzı etti.

وَمَسَسْتَ شَاةً لِاُمِّ مَعْبَدَ بَعْدَمَا
نَشَفَتْ فَدَرَّتْ مِنْ شِفَا رُقْيَاكَا

28- Dokundun, Ümm-ü Ma’bed’in sütten kesilmiş koyununa,
Hemen süt dolup aktı, dayanamadı şifâlı okumana.

وَدَعوْتَ عَامَ الْقَحْطِ رَبُّكَ مُقْلِنًا
فَانْحَلَّ قَطْرَةَ السُّحُبِ ح۪ينَ دَعَاكَا

29- Sendin, açıkça dua eden o kıtlık senesi,
Duan üzere boşaldı hemen bulut tanesi.

فَدَعَوْتَ كُلَّ الْخَلْقِ فَانْقَادُوا إِلٰى
دَعْوَاتِكَ طَوْعًا سَامِع۪ينَ نِدَاكَا

30- Tüm halkı davana çağırdın, hemen boyun eğdiler,
Seve seve hepsi birden nidânı dinlediler.

وَخَفَضْتُ د۪ينَ الْكُفْرِ يَا عَلَمَ الْهُدٰى
وَرَفَعْتُ د۪ينَكَ فَاسْتَقَامَ هَنَاكَا

31-
Ey hidâyet alemi/bayrağı! Küfür dînini alçak ettin,
İşte O makamda doğruca dînini yücelttin.

أَعْدَاكَ عَادُ وَفِى الْقَلْبِ بِحَم۪يمِهِمْ
طُرًّا وَقَدْ حُرِبُوا لِرِضًا بِجَفَاكَا

32- Tüm düşmanların Kalîb’de ölülere döndüler,
Sana eziyetleri yüzünden rızâdan mahrûm edildiler.

ف۪ى يَوْمِ بَدْرٍ قَدْ أَتَتْكَ مَلٰٓائِكٌ
مِنْ عِنْدِ رَبِّكَ قَاتَلَتْ أَعَدَاكَا

33- Bedir günü gerçekten melekler sana geldi,
Rabbin tarafından düşmanlarınla cihâd etti.

وَالْفَتْحُ جَآءَكَ بَعْدَ فَتْحِكَ مَكَّةً
وَالنَّصْرُ فِى الْاَحْزَابِ قَدْ وَافَاكَا

34- Mekke’yi fethettiğin gün, Fetih geldi sana,
Hendek’te de o yardım kesin ulaştı sana.

هُودٌ وَيُونُسُ مِنْ بَهَاكَ تَجْمَلَا
وَجَمَالُ يُوسُفَ مِنْ ضِيَآءِ سَنَاكَا

35- Hûd ve Yûnus’un güzelliği hep senin behândan,
Yûsuf’un cemâli de senin nûrunun parlaklığından.

قَدْ فُقْتَ يَا طٰهٰ جَم۪يعَ الْاَنْبِيَا
طُرًّا فَسُبْحَانَ الَّذ۪ى أَسْرَاكَا

36- Cemi’i enbiyâdan üstün oldun sen ey Tâhâ!
Tesbih olsun seni mi’raca götüren sübhana!

وَاللّٰهُ يَا يَاس۪ينُ مِثْلُكُ لَمْ يَكُنْ
فِى الْعَالَم۪ينَ وَحَقِّ مَنْ نَبَّاكَا-مَنَاكَا-

37- Vallâhi âlemler içinde yoktur senin mislin,
Seni peygamber edenin hakkı için ey Yâsîn!

عَنْ وَصْفِكَ الشُّعَرَآءُ يَا مُدَّثِّرٌ
عَجَزُوا وَكَلُوا عَنْ صِفَاتِ عُلَاكَا

38- Tarifine çok çalışarak şâirler ey Müddessir!
Senin üstün sıfatlarından yorgun ve acizdir!

إِنْج۪يلُ ع۪يسٰى قَدْ أَتٰى بِكَ مُخْبِرًا
وَكَذَا الْكِتَابُ أَتٰى بِمَدْحِ حُلَاكَا

39- Îsâ (A.s.)’nın İncil’i kesin seni bildirmek üzere geldi,
O Kur’ân da senin güzel hilyelerini medhe geldi!

مَاذَا يَقُولُ الْمَادِ حُونَ وَمَا عَتٰى
أَنْ يَجْمَعَ الْكُتَّابَ مِنْ مَعْنَاكَا

40- Methedenler seninle ilgili neler söyleyebilir?
Ne de kâtipler senin mânânı cem’e yaklaşabilir?

وَاللٰهُ لَوْ اَنَّ الْبِحَارَ مِدَادُهُمْ
وَالْغَشْبُ اَقْلَامٌ جُعِلْنَ لِذَاكَا

41- Vallâhi eğer denizler olsa mürekkepleri,
Buna tahsis edilen dallar da kalemleri!

لَمْ يَقْدِرِ الثَّقَلَانِ يَجْمَعُ لَذْرَةً
اَبَدًا وَمَااسْطَعُوالَهُ اِدْرَاكَا

42- İns-ü cin kâdir olamaz cemetmeye azıcık bir şeyi,
Ve ebediyyen güç yetiremez kavramaya idrakleri!

لِى فِيكَ قَلْبٌ مُغْرَمٌ يَا سَيِّدِى
وَحَشَاشَةٌ مَحْشُوَةٌ بِهَوَاكَا

43- Ey Efendim! Sana karşı kalbim çok tutkun,
Senin aşkınla rûh kalıntım bile dopdolgun!

فَإِذَا سَكَتُ فَف۪يكَ صَمْت۪ى كُلُّهُ
وَإِذَا نْطَقْتُ فَمَادِحًا عُلُيَاكَا

44- Tüm sükûtum, seninledir, sustuğumda,
Yüceliğini methederim, konuştuğumda!

وَإِذَا سَمِعْتُ فَعَنْكَ قَوْلًا طَيِّبًا
وَإِذَا نَظَرْتُ فَمَآ أَرٰٓى إِلَّاكَا

45- Her zaman işitirim, hoş sözü ancak senden,
Baktığımda ise, görmem başkasını senden!

يَا مَالِك۪ى كُنْ شَافِع۪ى ف۪ى فَاقَت۪ى
إِنّ۪ى فَق۪يرٌفِى الْوَرٰى لِغِنَاكَا

46- Ey Sahibim! Darlıktan kurtuluşum için muhtacım şefâatine,
Ben Âlemler içinde, muhtacım ancak senin zenginliğine!

يَا أَكْرَمَ الثَّقَلَيْنِ يَا كَنْزَ الْوَرَى
جُدْ ل۪ى بِجُودِكَ وَأَرْضِن۪ى بِرِضَاكَا

47- Ey ins-ü cinin en keremlisi, yâ Kenze’l-Verâ!
Rızan ile râzı ol, sehavetinle cömert davran bana!

أَنَا طَامِعٌ بِالْجُودِ مِنْكَ وَلَمْ يَكُنْ
لِاَب۪ى حَن۪يفَةَ فِى الْاَنَامِ سِوَاكَا

48- Ben çok ümitliyim senden gelecek cömertliğe,
Âlem içinde senden gayrı yok Ebû Hanîfe’ye!

فَعَسَاكَ تَشْفَعُ ف۪يهِ عِنْدَ حِسَابِه۪
فَلَقَدْ غَدَا مُتَمَسِّكًا بِعُرَاكَا

49- Hesap günü, umulur ki şefâat edersin sen ona,
Elbette sıkıca sarılmıştır senin sağlam kulpuna!

فَلَأَنْتَ أَكْرَمُ شَافِعٍ وَمُشَفَّعٍ
وَمَنِ الْتَجٰى بِحِمَاكَ نَالَ رِضَاكَا

50- Elbette sen şefâatı makbûl olanların ekremisin
Koruna sığınan senin himâye ve korumana ersin.

-و-فَاجْعَلْ قِرَاىَ شَفَاعَةٍ ل۪ى ف۪ى غَدٍ
فَعَسٰى أَرٰى فِى الْحَشْرِ تَحْتَ لِوَاكَا

51- Azığımı bana edeceğin şefâat yap, yarınımda,
Ola ki senin sancağının altında olurum haşırda!

صَلّٰى عَلَيْكَ اللّٰهُ يَا عَلَمَ الْهُدٰى
مَا حَنَّ مُشْتَاقٌ إِلٰى مَثْوَاكَا

52- Ey hidayet sancağı! Allah sana salât eyleye,
Aşıklar özlem çektikçe, makamına gelmeye!

وَعَلٰى صَحَابَتِكَ الْكِرَامِ جَم۪يعِهِمْ
وَالتَّابِع۪ينَ وَكُلِّ مَنْ وَالَاكَا.

53- Ol salât, kıymetli ashâbının da cemisine,
Tâbi’înle sana dostluk edenlerin hepsine!